31 Ocak 2009 Cumartesi

Futbolu Neden Seviyoruz #12


Bu başlık altında yazdığımız 12. yazıya geldik. Kimi zaman zevksiz sporları, kimi zaman da zevkli sporların zevksiz yönlerini ele aldık. Bu zamana kadar da bana izlemesi en manasız geleni curling adlı oyundu. Dün akşam tesadüfen Eurosport'a takılana kadar. Oynamaktan büyük zevk aldığım bir oyunun seyrinin bu kadar keyifsiz olacağını tahmin edemezdim...

Dün akşam hayatımda ilk kez profesyonel bir bowling maçı seyrettim. Kanalları gezinirken bowlinge denk geldiğimde sevinmedim değil, bir heyecanla seyretmeye başladım. Ama ne yazık ki heyecanım 1.5 dakika bile sürmedi. 1.5 dakikalık süreçte 3 atış ve 3 strike izledim. Sonra skorbordu gördüm, o ana kadar yapılan bütün atışlar strike ile sonuçlanmıştı. Yanlışım varsa düzeltin, bu oyundaki en başarılı hamlenin strike olduğunu zannediyorum. Bowling denen spor lobutları devirmeyi amaçlayan bir oyun bildiğim kadarıyla. Ama herkes hepsini devirince ne oluyor cidden bilmiyorum. Eğer atış şekline veya başka kriterlere puan veriliyor da ben bilmiyorsam kusura bakmayın, ama yine de kötü. 2 kendinden emin oyuncu sırayla atışlar yaptılar. İstisnasız hepsi strike oldu ve istisnasız hepsi alkış aldı. Bunun neyi alkışlanır ki. Bütün sporcular sektirmeden hepsini deviriyor, neyi alkışlıyorsun? Camiada bir iş mi başarmış oluyorlar? Şimdi anlatırken yine gerildim. Oynayanla işim yok, oraya toplanmış izleyenle derdim. Kalkmış, zaman ayırmış, muhtemelen belli bir ücret ödemiş, orada yerini almış izliyorsun. Benim gibi kanal değiştirme lüksün de yok. Oynayanın eşi dostu değilsen akıl işi değil bence. Birbirinin aynısı onlarca atışı izle, alkışla, dön. Eve gelince de "Süper bir gündü, Chris'i görmeliydin" diye anlat. Bütün bu sebeplerden dolayı şundan emin oldum ki bowling amatörler oynarken güzel, strike'lar o zaman özel...

Daha fazla gerilmeden futbola dönelim. Futbolu neden seviyoruz? Şimdi efendim, öncelikle bir sporda skor önemlidir ve özel olmalıdır. Skor her saniye istisnasız kaydedildiğinde bir özelliği, önemi kalmaz. Futbol bunun için güzeldir. 22 kişi 2 takıma ayrılır, 1.5 saat boyunca skor için çaba sarfederler. Bazı maçlarda gol bile olmaz. Bu durumda skorun önemi artar. İşte bu sebeptendir ki bütün gol sevinçleri özeldir. Bütün şutlar da aynı şekilde atılmaz. Kimi sağdan, kimi soldan, kimi falsolu, kimi dağlara taşlara. Nadiren gol olur, işte o zaman sevinir tribünler. Hakkıdır da, bunun hayaliyle gelir seyirci ve golü görüp göremeyeceği de kesin değildir. Hiç gitmedim ama muhtemelen Nou Camp'ta da kesin değildir.


#10

30 Ocak 2009 Cuma

Fabian Ernst Beşiktaş'ta


Kulüpler arası anlaşma sağlanmış durumda, imza yakındır...

* * *

İmza için Seriç'in ayrılması bekleniyor. Ama sanırım Cisse de gidici bu transferle birlikte. Genel görüş Beşiktaş'a faydalı olacağı yönünde. Cisse'ye göre dezavantajı hücuma Cisse kadar katkı sağlamaması ve daha ağır oluşu. Ama buna rağmen bence de fena transfer olmaz. Bundesliga'nın belli kalibredeki takımlarında 300'ün üstünde maça çıkmış 29 yaşında bir futbolcu bahsi geçen. Yıllardır Schalke'nin orta sahası bu adama emanet. 1.83 boy, 80 kiloyla mevkisi için ideal cüssede. Eğer son anda bir sorun yaşanmazsa yönetim taraftarını uzun aradan sonra ilk kez mutlu edecek gibi. Yapılabilecek en iyisi değil ama Beşiktaş'a fayda sağlayacak bir transfer. Zira devre arası transferi olduğunu unutmamak gerek.


Borges'in konuyla ilgili yazısına bir göz atmanızı öneririm. Doyurucu bilgiler mevcut...

Bojan Krkic


Bu akşamki Barcelona - Espanyol derbisinin yıldızıydı. Ben ve benim gibi birkaç kişiyi yanılttı attığı gollerle. Mevzubahis 5000. lig golüymüş, genel değil. Ama bence kendisinin de içi gitmiştir, "ne olurdu ligde de oynayıp atabilseydim" demiştir bence. 5000. gol için haftasonunu bekleyeceğiz. Düne kadar golü Puyol'un atmasını isterken, inceden bir Krkic isteği de alevlendi bende. Ama kısmet olmayacak gibi. Gol için mutlak favori Messi, plase Xavi diyorum ve yineliyorum; gönlümden hep Puyol geçiyor...


Not: Önceki postu düzenlemek yerine yanlışlıkla sildim, bu nedenle yorumlar da gitti. Kusuruma bakmasın yorum sahipleri. Saygılarımı sunuyorum...

28 Ocak 2009 Çarşamba

Barça Bahisleri Kapatmış


Bugün öğle saatlerinde Ntv Spor'da yayınlanan bir haber, son zamanlarda gördüğüm en enteresan haberler sıralamasında ikinci sıraya yerleşti. Habere göre bir İspanyol bahis şirketi ligin bitimine 18 maç kala 12 puan farkla lider olan Barcelona'yı şampiyon ilan etmiş ve sezon başında Barcelona'nın şampiyonluğuna bahis oynayanlara paralarını şimdiden dağıtacağını duyurmuş. Ben bunun şirket dahilindeki bir Barça sempatizanı bünyenin ürünü olduğuna inanıyorum. Zira bahis şirketlerinin benzeri durumlarda umutlarını sonuna kadar koruduklarına inanıyorum. Kaldı ki bahsi geçen şirket Barcelona'nın şampiyonluğuna 1'e 2.35 oran verirken bu bol kesenin bir nedeni olmalı diyorum. Yoksa Barcelona şampiyon olmuştur, ona diyecek bir şey yok zaten.


Ama her şeye rağmen gördüğüm en enteresan haber budur.

27 Ocak 2009 Salı

Semih & Juventus


Bugün basına düşen bir Semih Şentürk röportajıyla açığa çıktı Juventus'un talebi. Benzeri açıklamaları Kezman zaman zaman yaptı yönetimin nabzını yoklamak için. Semih de tam zamanında vermiş röportajı. Güiza veya takıma gelen diğer forvetlerle kıyaslanırken dayandırılacağı bir şeyler olmaya başladı artık. Geçtiğimiz seneye kadar, Fenerbahçe'nin faydalı yedeğiydi, ama fazlası değildi. Daha fazlasını yaptı ve yarısında forma giymediği sezonda gol kralı oldu. Partneri olan Kezman'a karşı üstünlüğünü kabul ettirmişken aynı sezonun İspanya gol kralı transfer edildi. "Penaltısız 27 gol" nağralarıyla gelen Avrupa Şampiyonu'nun yedek golcüsü, son yılların gördüğü en büyük 'yedek golcü'yü adıyla ve maliyetiyle ekarte etmekte zorlanmadı. Güiza sezonun ilk yarısında gayretiyle umutları tepede tutsa da, geçtiğimiz haftaya kadar sabredebildi tribünler kendisine. Aslında tahammülsüzlük Güiza'nın oynamasından çok Semih'e tercih edilmesindendi. Öyle ki geçtiğimiz hafta arasında izlediğim ve dinlediğim yorumlarda bile Güiza'nın kesilemeyeceği söyleniyordu. Nedeni İspanya gol kralı olması ve 14 milyon €'luk maliyeti.

Semih de büyük futbolcu olduğunu göstermek için iyi oynayıp sürekli gol atmasının yeterli olmadığını anlamış olmalı. Morali bozulmasın diye yıllarca Avrupa'dan gelen forvetler tercih edildi en formsuz zamanlarında. Semih sesini çıkartmadı. Ligin en sabırlı ve karakterli oyuncularından olan Semih bir kez olsun huzursuzluk yaratmadı. Çarşamba günü Bursaspor'la oynanacak kupa maçında Semih'i sahada görebiliriz, ama haftasonu Gaziantepspor maçında Güiza'yı kenarda görmeden inanmam takımda hakedenin formayı aldığına.

* * *

Bütün bunlara rağmen bakalım Semih ne demiş?

"Ben takımımdan ayrılmak istemiyorum. Tam 9 yıldır bu formaya hizmet ediyorum ve bundan dolayı da çok mutluyum. Yine de büyük konuşmak istemem. Eğer Juventus astronomik rakamlara çıkar ve bonservisim için kulübümle anlaşırsa, kulübüm maddi olarak büyük bir çıkar sağlarsa transfer gerçekleşir."

26 Ocak 2009 Pazartesi

Fenerbahçe 0 Trabzonspor 0


Maç biter bitmez ilk vardığım kanı iki takımın da devre arası hazırlıklarını tamamlayamadığı oldu. İki takım da ligin ilk yarısındaki oyunlarına çok yakın görünümdelerdi. Aslında bu durum hazırlıkların iyi yapıldığı şeklinde de yorumlanabilir devre arası tatilinin üstüne ama bence değil. Zira Fenerbahçe'nin de Trabzonspor'un da mevcut sıkıntıları sürüyor. Fenerbahçe'nin sıkıntısı daha çok kadroyla alakalıydı belki ama takım olarak hala birbiriyle bağ kuramayan oyuncuların varlığı göze çarptı. Birlikte 20 maçtan fazla oynamış Alex ve Güiza'nın henüz birbirlerine alışamamaları ve birbirlerini anlayamamaları bunun örneklerinden. Selçuk'un da olumlu futboluna rağmen kazandığı toplarda yaptığı pas seçimlerinde durumla ilgili hataları vardı. Trabzonspor'a bakınca ise hangi kanattan oynamak istiyorlarsa o kanada Yattara'yı yolladılar. Hal böyle olunca da çoğunlukla göbekten gelmeyi denediler. Ayrıca forvet hattının bencilliğinden fayda sağlayan da Fenerbahçe oldu. Umut'la Gökhan topla buluştuklarında çoğunlukla çevresindekileri unutan bir ikili. Maçın ilk yarısında Fenerbahçe'nin gol yememesinde bu durumun payı büyük bana göre.

Maç esnasında çokça sıkıldım, yeterince de keyif alamadım. Ama staddan çıkıp eve dönerken hatırladığım pozisyonlar itibariyle maçı düşündüğümde o kadar sıkıcı bir maç olmaması gerektiğini düşündüm. Zaten eve gelip maçın özetini seyrettiğimde farkettim ki tarafsız bir gözle seyredildiğinde keyif alınabilecek bir maç olmuş. Maç esnası endişelerin zaman zaman heyecanı söndürdüğü olabiliyor demek ki.

Sahada önemli iş yapan oyuncular vardı. Fenerbahçe'de Selçuk, Carlos, Gökhan, Volkan ve Edu bu oyuncuların başında geliyor. Selçuk, Carlos ve Volkan maç boyunca başarılıydılar. Koridorunda yalnız başına maç boyunca işleri idare eden Gökhan ise özellikle takdirimi kazandı. Galibiyeti getiremeseler de gözle görülür bir mağlubiyeti engelledi bu oyuncular. Edu'nun ilk yarıda çok önemli ve soğukkanlı müdahalelerine tanık oldum. İkinci yarı uzak kalede kaldığı için çok dikkat edemesem de önemli hatalar yapmadığını zannediyorum. Hücumda Deivid istekli gibi görünse de sorumluluktan kaçınan oyunculardan oldu diğerleri gibi. Alex bariz bir şekilde Güiza'yla oynamaktan rahatsız. Çünkü top kendisine geldiğinde arkasına bakmadan rakip kaleye koşarak top bekleyen bir santraforla oynamak istemiyor. Semih gibi kendisini anlayan ve aralarındaki mesafeyi belli bir seviyede tutarak hücuma çıkan bir santraforla oynamak istiyor. Hal böyle olunca Güiza kendisiyle beraber Alex'i de çukura çekiyor. Alex için sadece Deivid'le yaptığı verkaçlar çok şey ifade etmiyor çünkü. Trabzonspor'da günün en önemli oyuncularından biri Serkan Balcı oldu. Roberto Carlos'un başarılı oyununa rağmen iki devre boyunca önündeki Uğur ve Kazım'la çıkışlarını tek başına sindirdi. Özellikle ilk yarıda, en önemli özelliği önüne atılan topları seri bir şekilde kovalamak olan Uğur'u süratli savunmasıyla oynatmadı. İkinci yarıda da önce Kazım sonra Emre'ye karşı oynarken çok zorlanmadı. Bütün bunları yaparken de Yattara'nın bu kanattan çıkışlarını iyi şekilde takip etti. Trabzonspor'da Song ve Egemen de işlerini eksiksiz yaptı. Güiza'yı durdururken pek yorulduklarını zannetmiyorum. Deivid'i de kaleye fazla yaklaştırmama konusunda başarılılardı. Ayrıca önemli bir kurtarışı olmasa da Sylva Trabzonspor'un atak başlangıçlarında etkiliydi. Topu oyuna sokma konusunda seminer verecek kadar kabiliyetli kendisi. Her ne kadar bencil oyunları sıkıntı yaratmış olsa da sanırım Umut ve Gökhan ligin en kolay pozisyona giren forvet ikililerinden. Ofsayta yakalanmadan bu kadar pozisyona girebilmek iştir çünkü.



Beraberlik Trabzonspor için fena sonuç olmadı. Fenerbahçe için ise her ne kadar istenmese de şükredilmeli, çünkü bugün çok daha kötüsü olabilirdi. Her zaman için Volkan'ın böyle gününde olmasını bekleyemezsiniz. Hakemle ilgili maç esnasında klasik tribün şikayetleri olsa da önemli sıkıntılar olduğunu zannetmiyorum. Hatta belki de ilk kez penaltı pozisyonu, hatta tartışmalı pozisyonu olmayan bir derbi seyrettim. Bu da Bünyamin Gezer'in şansı diyelim.

Son olarak söylemek istediğim, Fenerbahçe eğer şampiyonluğa ortak olma niyetindeyse, takımda kimsenin vazgeçilmez olmaması gerek. Bugün 80 dakika sahada kalabilen Güiza'nın ısrarla kendisini bulmasını bekleyemeyiz. Sakatlıktan yeni çıkmış Semih'in durumunu tam olarak bilmesek de onun sabrına da fazla yaslanmamak gerek...

24 Ocak 2009 Cumartesi

Kart Muhakemesi


"Oyundan neden atıldığımı bilmiyorum. 12 yıllık profesyonel futbol kariyerimde hiç kimseye küfür etmedim. Bir açıklama yapılmasını istiyorum."
Ümit Karan

"Yardımcıma küfür ettiği gerekçesiyle ihraç ettim."
Yunus Yıldırım


Yıllardır Galatasaray maçlarında Ümit'i izlerim. 45 metre uzakta bir pozisyon olsa birkaç arkadaşıyla beraber en önde yetişir olay mahaline. Israrlı itirazını da istisnasız sürdürür. Peşinen söylemek isterim ki, küfür etmeyen futbolcuya inanmam ben. Her zaman olmasa da bana göre hepsi zaman zaman eder. Ama bazı futbolcular vardır ki küfür etmediğini söylediğinde komik duruma düşerler. Ümit Karan da bu kategoridedir ve bugün de bunun sıkıntısını çekmektedir. Hakemle birbirine zıt açıklamalarda bulunmuşlardır ve bir taraf yalan söyleyen konuma düşmüştür. Mevcut sicili itibariyle Ümit'e inananların sayısı daha az olacaktır muhtemelen. Ama dikkatimi çeken bir şeyi de paylaşmak istiyorum. Yunus Yıldırım yaptığı açıklamada, Ümit'e küfürden ötürü kart gösterdiğini söylemiş, yan hakeme su sıçratma olayının sorulması üzerine "onun da etkisi var" demiştir. Su sıçratma olayı olmasa kart kırmızı olmayacak mıydı veya küfür edilmese de kart gelecek miydi? Bu çelişki Ümit'in çıkış noktası olabilecekken hala Ümit hatalıdır insanların gözünde. Küfür etmiş midir? Bence olabilir. Ama etmemişse de şu dakikada insanları inandırması çok zor.

22 Ocak 2009 Perşembe

İmzalar Atıldı, Kafalar Rahatladı


Alex ve Carlos'un sözleşmelerini uzatmaları yeni bir haber değil. Sadece bugün törene döküldü. Bugün için yeni sayılabilecek bir bilgiyi başkan verdi. Roberto Carlos'la Temmuz ayında anlaşılmış ve Carlos boş mukaveleyi imzalamış. Ama ne kadar boş kaldığı asıl merak konusu. Ücretinde indirime gidilmiştir diye umuyorum...

Misket


Manyağıydık bir zamanlar. Sarı Lacivert olanlarla oynamazdım pek çizilmesinler diye. Ama ne yalan söyliyim, sarı-kırmızı-siyah olanlar vardı, onların da hastasıydım. Almanya forması gibi gelirdi o zamanlar. Sonra kemik ve dombililer girdi ortama, hallaç pamuğu gibi sarstılar piyasayı. Ama ne zaman ki demir bilyeler de dahil oldu, işte o zaman tadı kaçtı milletin. Kolay bulunuyordu, herkeste yüzlerce vardı. Kimsenin kazanası da yoktu. Hepsinden belli miktar mevcuttu, iyi de biriktirmiştim. Kimseye vermemiştim, çöpe de atamazdım. Nereye gittiler acaba?

21 Ocak 2009 Çarşamba

Taraftar Sosyal Anketi

Akademik bir araştırma için cevaplanması gereken ve mümkün olduğunca fazla deneğin katılması gereken bir anket var. Sonuçları "Medya ve Devletin, Sporda Şiddet Üzerine Ters Etkileri" başlıklı akademik çalışmaya referans olacak. Ayrıntılı bilgi Taraftar Sosyal Anketi Blog 'da. Herkese teşekkürler.

Asr-ı Fener


Fenerbahçe Spor Kulübü'nün 100 yıllık tarihini içeren Asr-ı Fener isimli eser Çırağan Sarayı'nda yapılan törenle tanıtıldı. İçerik hakkında doğal olarak henüz bilgi sahibi değilim ama görünür özellikleri enteresan.

Toplam 2007 adet basılan kitap 70x50 cm boyutlarında, 22 ayar altın kaplama logosu ve yazılarıyla hakiki deri cilde sahip kitap özel rahlesi ve sayfaları çevirmek için özel pamuk eldivenleriyle satışa sunuluyor. 2007 adet numaralandırılmış kitabın satış fiyatı 2.500 Euro. Tanıtım gecesinde serinin 1, 1907 ve 2007 numaralı parçaları müzayedeyle satışa sunulmuş. 1 numaralı kitabı Fenerbahçe Yönetim Kurulu 125.000 Euro'ya, 1907 numaralı kitabı Mustafa Koç 140.000 Euro'ya, 2007 numaralı kitabı ise Roberto Carlos 50.000 Euro'ya almış. (Müzayede rakamlarına Antu forumlarından ulaştım, hata varsa kusura bakılmasın)

Kitabı aldığınızda kullanma kılavuzuyla birlikte geliyor. Uzun yıllar zarar vermeden kullanabilmeniz için...
* * *

20 Ocak 2009 Salı

Kısa Kısa



  • Final haftası başladı. 2 tane zor sınavım var, ikisinden de geçtiğim takdirde mezun bir insanım. Bu nedenle blogda duraksama dönemine girdik.


  • Sınavlar bir yandan zayıf bünyem bir yandan. Yine yataklara düştüm, yeni antibiyotiklerim oldu. Bu da ikinci bir nedenidir duraksamanın.


  • Malzeme Bilgisi ve Fizik, biri 1. sınıf biri 2. sınıf dersi. Uğraştığımız şeylere bak ey okur.


  • Alex ve Carlos'la anlaşma sağlanmış. Benim aklım hala Lugano'da.


  • Marmara Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi'nden İngilizce transkript istediğinizde "Biz Türkçe transkript veriyoruz siz kendiniz çeviriyorsunuz" diyorlar.


  • Dijital ateşölçerle ateşimi ölçtüm dün, 117 °C çıktı. Sonradan anladım ki ekranında temassızlık varmış ve bazı ledleri çalışmıyormuş. Ekrana biraz bastırınca 38.7 °C belirdi gözümün önünde.


  • Bir haftadır Kaka haberleri ve yazıları okuyorum. Transfer gerçekleşse tahmini 1 ay daha okurdum. İyi ki Milan'da kaldı.


  • Roy Makaay'ı neden bir Türk kulübü transfer etmedi anlamış değilim. Türkiye'de büyük rahatlıkla gollerini atabilecek bir oyuncuydu bence.


  • Şu dakikada birçok kanalda Washington'dan canlı yayın var. Obama'nın göreve başlama törenini duyuruyorlar. Üstüne bir de ekliyorlar, bu töreni dünyada milyonlarca kişi izleyecek. Bütün kanallar gösterince mecburen izleyecek tabi.


  • Bulursanız Kargo - Şairin Elinde klibini izleyin derim. Teknik altyapı eksik olsa da zamane kliplerinden çok daha iyiymiş. Bugün gördüm...

  • Bu arada Yemekteyiz programına günübirlik katılıp ortamı hacamat etmek istiyorum.

  • Bir süredir yazamadığım için böyle bir kısa kısa seansıyla derdimi anlatmak istedim ama birkaç maddeden sonra başımı ağrıttı bu bilgisayar ekranı. Niyetim biraz daha uzun yazmaktı ama kusuruma bakmayın şimdilik. Haftanın ilerleyen günlerinde sınavlarımı atlattıkça görüşmek üzere...

18 Ocak 2009 Pazar

Yengeç Duyurusu


Fenerbahçe ile Eskişehirspor arasında oynanan kupa maçını izleyemedim. Yakalayabildiğim kadarıyla yorumları okuyordum, resmi siteye de bir uğradım. Maçla ilgili yazılara bakarken bir tanesini gördüm ki tam bir amme hizmeti. "Deivid'in Yengeç Dansı" başlıklı haberde, Deivid'in attığı golden sonra yengeç dansıyla sevindiği duyurulmuş. Bu kadar. Özetleri seyredemeyenler için tam bir amme hizmeti gerçekten. Bugüne kadar taraftarını bu kadar düşünen bir kulüp görmedim, teşekkür ediyorum kendi adıma. Ayrıca kulübün dikkatini maçta gol atan oyunculara çekmek istiyorum, onlar da almışlardır zaten mesajı.


"Fenerbahçemizin Brezilyalı futbolcusu Deivid, Eskişehirspor'a attığı golü 'Yengeç Dansı' ile kutladı. Karşılaşmanın 52. dakikasında, Alex'in kornerden ortaladığı topu kafayla filelere gönderen oyuncumuz, gol sevincini kendine has dansını sergileyerek yaşadı."

17 Ocak 2009 Cumartesi

100


Rekabetin 100. yılı boğazın iki yakasına da hayırlı olsun.
Keşke 100. yılda ortak bir organizasyon yapılabilse...


Blue Lagoon


En sevdiğim tatil mekanı olan Ölüdeniz için de kullanılan bir isimdir Blue Lagoon. Biraz bu nedenle birazda ekşimsi tadından ötürü seviyorum bu kokteyli. Blue Lagoon'un çok çeşitli tarifi var civarda. Ben yine size hazırlanması en kolay olan ideal tarifi verme niyetindeyim, ama kendi tercihimi de not olarak düşerim.

Aslında görünüşünden de anlaşılacağı gibi bir yaz kokteyli bu. Havaların inceden ısınır gibi olmasından yüz bularak, uzun zamandır ertelediğim bu tarifi paylaşıyorum. Malzemeler çok değil; vokta, blue curacao ve limon suyu. Tariflerde değişkenlik gösteren malzeme limon suyu. Blue curacao şekerli bir likör olduğundan karışımı daha fazla tatlandırmaması için ideali de limon suyu zaten. Malzemeler buzla karıştırılıp servis edildiğinde içimi rahat ve lezzetli bir kokteylimiz oluyor. Blue Lagoon'un bana göre diğer 'tatlı' kokteyllerden farkı, alkolün etkisinin baskın olmaması. Yine de çok hızlı olmamak kaydıyla rahatça içebilirsiniz, pek tehlikeli bir kokteyl değildir kendisi. Ekşi sevmeyenler ise portakal veya mango suyuyla deneyebilirler. Hiç fena olmaz.

Eğer derseniz ki "madem içiyoruz biraz etkisini göstersin", benim önerim bu noktada devreye girer. Limon suyu yerine Lime Chartreuse kullanmanızı öneririm. Lime Chartreuse, Fransız kökenli bir yeşil limon likörüdür. Tahmin edileceği üzere biraz ekşidir ve alkol oranı da hallicedir. Temin etmede sorun yaşanırsa Cointreau da kullanılabilir. Tadı biraz daha tatlı olur ama fena olmaz, portakal likörü sonuçta. Önemli bir uyarı; bu alternatiflerden birini deneyecek olursanız sakın olaki limon suyunun yerine tamamen bu likörleri koymayınız. Yanında yine tercih edeceğiniz bir meyve suyu olsun, likörünüz 1-2 ölçüyü geçmesin. Sonra bana vicdan azabı çektirmeyin. Afiyet olsun, keyifli içimler...


- 2 ölçü votka
- 1/2 ölçü blue curacao
- 4 ölçü limon suyu (buz ile servis edin, içenler yüzünü buruşturmasın)

* * *

Bugün evlenecek olan Özge ile Ömer'e ithafen olsun bu da;
mutluluklar...

16 Ocak 2009 Cuma

Futbolu Neden Seviyoruz #11


Konuyu bilardo üzerinden ele alıp almamayı çok düşündüm, çoğu zaman da istemedim. Hatta Pennearabiata'nın yakın zamanda duygusallaştırdığı bu sporu ben de çok severim. Ama futbolun güzellikleriyle kıyaslanmaya en müsait konu başlıklarından biri olduğundan bugün bilardoyu ele alıyorum duygusallığı bir kenara bırakarak, biz de işimizi yapıyoruz sonuçta burada...

Şimdi efendim bilardo oynarken iyi ama izlerken bir yere kadar olan sporlardandır. Televizyonda ara ara turnuvalarına denk gelirim ve her seferinde bir önceki seferi unutup bir heveste televizyon karşısına otururum. Zaten eskisi kadar 3 top turnuvalarına da denk gelemiyorum, varsa yoksa kuralını izleyerek çözemediğim snooker. 1 kilo ay çekirdeğiyle 1 litre kolayı alıp tv karşısına geçtiğim zamanlardandır bilardo turnuvaları. Ama gel gör ki hatasız kul olmaz deyimini çürütmeye niyetli 2 adamın maçını izleriz genellikle. Hatta çoğu zaman 1 tanesini izleyemeyiz bile rakip oyunu tek ıstakaya yüklediğinde. Olağan sakinlikte yapılan atışlardaki terslik kendini hemen göstermekte. Normalde bir müsabakanın heyecan yaratan anları alınan sayılar olmasına rağmen bilardoda sayının kaçtığı an beklenir hep, çünkü sayılar hep alınır ama nadiren kaçırılır. Ayrıca seyirciler arasında ses çıkarmaya pek hoş bakılmaz bu oyunda. Dolayısıyla taraflar pek sevinemez olan bitene. Bütün bu heyecansız trafiğin yaşandığı turnuvalarda bir de televizyon yorumcuları vardır ki; sıfıra yakın heyecanı daha da aşağı çekebilmek için elinden geleni yapar. Siz topların dizilişine bakıp kafanızda atış kurgularken televizyondan bir ses yükselir "şimdi bir uzun-kısa-uzun kombinasyonu deneyecek" şeklinde. Seyredilen oyunun belki de tek keyif veren olayı da böylelikle öldürülmüş olur.

Ama futbol böyle midir? Öncelikle taraflar arasında her an değişkenlik gösteren bir mücadele vardır. Top her zaman taraf değiştirebilir. Hataya çokça yer vardır futbolda. Hatta o kadar yer vardır ki hakemler de gönüllerince hata yapabilirler. Sakin oyuncular futbolda da vardır. Ama hırslı olup ortalığı birbirine katanlar da vardır. Kimi alır topu, burnunun dikine gider. Kaptırır ya da sonuca gider. Kimisi topu sevmez, geldiği gibi aynen geri gönderir. Tribünler de o kişiyi sevmez. Kimi vardır milyonların sevgilisi, çok gol atar. Kimi vardır kulübede sevilir. Kimi topa çok sert vurur, arada tribünleri selamlar şutları. Kimi kötü oynar ama iyi insandır, kızamazsın. Çeşit çeşittir hepsi. Elbet biri keyif verecek bir şeyler yapar. Seyirci de coşkuludur. Binlerce kişi doluşur tribüne, kimi çekirdeği, kimi davuluyla. Daha maç başlamadan coşku başlar. Kimse de niye bağırdın demez bir diğerine. Maç başlayınca da film kopar zaten. Gol olunca sevinilir olması gerektiği gibi, hatalardan pek haz edilmez. Hiç gitmedim ama muhtemelen Nou Camp'ta da edilmez...


15 Ocak 2009 Perşembe

2003 Stratejisi


Fenerbahçe yönetimi şu aralar Anadolu'da sivrilen genç oyunculara yelken açıyor. 5 yıl önceki U21 operasyonunun bir benzerini andıran çalışmanın ürünü olarak bugün 2 transfer daha gerçekleşti. Sakaryaspor'dan 16 yaşındaki orta saha oyuncusu Onur Karakabak ve 17 yaşındaki forvet Furkan Aydın'ın transferi bu operasyonun an itibariyle son hamleleri oldu. Böylece kadroya 4 yeni genç oyuncu katılmış oldu devre arasında.

5 yıl önceki strateji ümit milli takımı Fenerbahçe'ye taşımaktı ve bu aşı büyük ölçüde tuttu. Ama o zamanki takviyelerden bir tek Selçuk Şahin kaldı Fenerbahçe'nin elinde. Bu sefer hedef yaş grubu biraz daha küçülmüş gibi. Tutarsa ne ala... Ama bir önceki operasyonda kendini süper ligde ve milli takımda ispatlamış oyuncular tercih edilmişti. Şu an ise gelecek vaat ettiği söylenen daha genç oyuncular tercih. Tabi ki genç olmaları avantaj ama kendilerini Fenerbahçe'de ispatlamalarının bir önceki jenerasyona göre zor olacağı kesin.

Gelelim bu yazıyı yazma nedenime. Kafama takılan bir cümleyi aktarmak için başladığım yazıdan yukardaki iki paragraf çıktı. Ama asıl konu şudur ki ümit milli takımın öne çıkan isimlerini transfer ettikten sonraki 5 yılda hemen hemen hiçbirini elinde tutmaması ve gidenlerden bir gelir elde edilememesi büyük problemdir. O dönemde yetişen Servet Çetin bedelsiz olarak Sivasspor'a verilmiş ve şu an rakip Galatasaray'ın değişmez elemanı olmuştur. Tam olarak aynı güruhtan olmasa da Tuncay Şanlı da bu gruba dahil isimlerden. Demem o ki yetişecek oyuncular ya futboluyla ya da maddi getirisiyle takıma katkı sağlamadıktan sonra yapılan yatırımın bir önemi kalmamaktadır. Genç oyuncuların cefasını çekerken sefasını başkalarına sunmamak, tedbir almak gerek. Bak orada bir Gökhan Gönül duruyor...

Son Tango Arjantin'de


Kariyerini sürdüren futbolcular arasında en çok sempati duyduğum futbolcudur Edgar Davids. Muhtemelen 1-2 sene içinde bendeki yerini Puyol'a bırakacaktır. İşte bu son dönemlerini de Arjantin'de geçirmek istiyor Davids. Eski Newell's Old Boys oyuncusu Alberto Meo aracılığıyla Arjantin'de görüşmelere başlamış bile Davids. Görüştüğü kulüpler ise Newell's Old Boys ve River Plate.

Alberto Meo'nun drumla ilgili açıklaması enteresan:

"Davids şu an 35 yaşında ve Arjantin'de oynamak için can atıyor. River Plate bile bize çok şaşırdıklarını ancak oyuncuya ödeyecek paralarının olmadığını söyledi. Ama biz bu durumu çözüp böyle son derece üst seviyede bir oyuncuyu Arjantin'e getirmek istiyoruz. Bence Davids'in hayali gerçek olacaktır. Kendisi Arjantin'de oynayan tek Hollandalı olacak."

Davids dünyaları mı istiyor yoksa River Plate acındırma yollu maliyet mi düşürmeye çalışıyor acaba? Ama Ajax'ın sözleşme uzatma teklifini geri çeviren Davids'in para problemi çıkaracağını düşünmüyorum.


* * *
O değil de bu adam 99% Kocaelispor'la anlaşmıştı hani...

Rickenbacker


İlk -hala kullandığım- basımı almaya giderken (17.06.2003) 250$ civarı bir bütçem vardı. Acaba 300$ civarına bir 'çakma' Rickenbacker bulabilir miyim diye merak ediyordum. Bulsam denemeden alırım diye düşünüyordum. Bulamadım.

İleride bir gün alırım diye ümit ediyorum. Tabi bunun için 2000$ gibi bir meblağı bir anda gözden çıkarabilecek olmam gerek. Umarım o da olur, umarım şu resimdeki benim olur...

13 Ocak 2009 Salı

Live Sansür


Dün tesadüfen farkettiğim sansürde bu konudaki sınır tanımazlığın geldiği son noktayı gördüm. Live Score ve Soccer Stand siteleri sansürlenmiş... Bunlar benim kullandığım sitelerde gördüğüm sansürler. Türevi sitelerin de akıbetinin aynı olması muhtemel.

Canlı maç skoru sitesinin yasaklanması kumarı önler diye düşündüler zannediyorum. Yani eğer dünyada oynanan maçların skorlarını bilmezsek ahlakımız düzelir. Hani 'büyüklerin' de dediği gibi "Batı'nın ilmini değil ahlaksızlığını aldık" ne de olsa...
* * *
Yorumlardan öğrendiğim kadarıyla bahis sitelerinin reklamını yayınladıkları için kapatılmışlar. Sevilla maçlarını yayınlayan Ntv de tehlikede görünüyor forma reklamlarından ötürü.

TOEFL


Haftasonu Ankara'daydım. Dar vakitte yaptığım başvuruda İstanbul'da yer kalmadığı için sınava Ankara'da girdim. Bu sebeptendir ki Cuma gününden beri buralarda değilim. Massimo da ilk yazma fırsatını bu haftasonu bulmuştur ki, fena da olmamıştır.

Cumartesi sabahı Ankara Üniversitesi, Tandoğan Kampüsü'nde girdim sınava. Sınav süresi 4,5 saat civarıydı, ki beni korkutan da buydu. Ben ki ÖSS'de bile 3 saat kalamazken 4,5 saati kaldıramayacağımdan korkuyordum. Ama ilginçtir ki yaklaşık 4 saat kaldığım sınav kısa geldi biraz. Tabi bu çok eğlendiğimden değildi.

Okuma, dinleme, konuşma, yazma bölümlerinden oluşan sınavın 'dinleme' bölümü zulüm gibiydi benim için. Dinlediğim kayıtların neredeyse tamamı birer ders anlatımıydı ve istisnasız hepsi tahammülü zor derslerdi. Öyle ki Türkçe'sini dinlerken sonunu getiremeyeceğim konuları İngilizce dikkatlice takip etmek zorunda olmak pek keyifli olmadı. Zaten ara ara kendimi derste başka şeyler düşünürken buldum. Netice itibariyle soruları yanıtladım ama dersleri Türkçe dinliyor olsam da daha yüksek bir oranla cevaplayamazdım diye düşünüyorum.

Bölümler bölümleri, sorular soruları kovaladı ve süre bitti. Sınav sonunda ekranda beliren soru beni korkulara sevk etti. Ekranda "Sınavınız bitmiştir. Sınavınızın değerlendirmeye alınmasını istiyor musunuz?" şeklinde bir soru çıktı. Hayır dersen bütün sınavın iptal oluyor ve ödediğin parayı hatırlamamaya çalışıp sınav merkezinden ayrılıyorsun. Tabi karşısında böyle 2 seçenek gören insan manyaklaşabiliyor, içinden "şuna bastığım an çok acayip bişey olur" diye iptal seçeneğini inceliyor. Enteresan duygular içinde sınavımı tamamladım. Sonuç hakkında ne olur bilemem ama adak tadında sözler verdim eşe dosta. Gerekli puanı alırsam maddi külfeti olacak gibi.
Son olarak sınav esnasında aklımda kalan bir enstantaneyi paylaşmak istiyorum. Sınavda 2 kez mikrofon testi yapılıyor, hem sınavın başında hem de verilen aradan sonra. Size örnek bir soru soruyorlar ve bunu yanıtlamanızı istiyorlar sesli olarak. Soru olarak yaşadığınız yeri tanımlamanızı istiyorlar ve bu esnada ekranda "Describe the city you live in." yazıyor. İşte bu bölümde salonun yarısına yakınından çeşitli zamanlarda "describe the city you live in.describe the city you live in.describe the city you live in.describe the city you live in..." seslerinin yükselmesi sınava dair en aklımda kalan şey oldu. Sınavdan çıktığımda hala bu cümle kulağımda yankılanıyordu...

11 Ocak 2009 Pazar

kısa kısa doğubayazıt


- doğubayazıt'a ayak basalı 25 gün oldu.

- acemilik süresini doğubayazıt'ta geçirmiş olacağım. yarın ığdır'a gidiyorum. usta birliği ığdır'ın aralık ilçesi olacak.

- aralık türkiye'nin en uç noktası. ermenistan, iran ve nahçivan ile sınır. nahçivan ve iran ile sınır kapımız burada bulunmaktaymış. bizde burada bir nevi sınır bekçiliği yapacağız. karakola gitme durumuda var taburda kalma durumuda var. bu saatten sonrası pek önemli değil zaten. bi nahçivana gitmediğimiz kaldı. ona da gideriz heralde.

- nahçivan nasıl bir memlekettir. nasıl bir millettir. ne bayrağını bilirim, ne para birimini. 1 tane nahçivanlı görmedim hayatımda. bu adamlar ne yer, ne içer.

- sıcaklık ortalama -20 derece. -30 olduğu da oluyor, -10 olduğuda. -10 derece güzeldir buralarda.

- ağrı dağına karşı bağırıp yankı duymak pek bi zevkli. fakat eğitimler yoğunlaşınca ağrı dağı da küfürlerden nasibini alıyor.

- geldiğimiz günden bu yana uzun dönem askerlerle aynı koğuşlarda kaldık. ilk geldiğimiz günlerde ufak tartışmalar yaşasak da ilerleyen haftalarda samimiyetimiz arttı. gerçekten çeşit çeşit insan var. en safından en arızasına kadar.

- kısa dönem askerlerin kibarca lakapları hoca. samimi hitap şekli ise poşet. poşet lakabını kabaca kabul edemiyoruz. komutana şikayet oluyor.

- dün çarşı günüydü. doğubayazıt pek büyük bir yer değil. yemek yenebilecek 1-2 yer var. onlarda pek iyi değil.

- çin malı nokia 8800 lar var. arkadaşın biri 380 liraya aldı, eve yolladı.

- geçen hafta birliğin gazinosunda porno vardı. adamlar 4 cd yi arka arkaya koyup izlediler.

- tv de genellikle kral tv açık. haber izlediğmiz yok. akşamları genelde 2. sınıf amerikan filmleri izliyoruz. güzel film olma ihtimali %50.

- kısa dönem diyoruz da içlerinde çok kibarları var. birine muhabbet arasına bok dediğim için bana küstü.

- bir daha ne zaman yazabilirim şüpheli. kendinize iyi bakın.

10 Ocak 2009 Cumartesi

Freddie Mercury



Fotoğrafın sahibinden izin istemek için email adresini bulamadım.
Kendiminkini bıraktım, bana dönmedi.
Mevzubahis Freddie Mercury, fotoğraf da iyi olunca aldım çekinmeden...

9 Ocak 2009 Cuma

Yusuf Şimşek Beşiktaş'a?


Ntv Spor ve Lig Tv son dakika haberi olarak geçti. Beşiktaşlı yöneticiler son anda devreye girmiş ve şu an transferi sonuçlandırmak üzereymiş. Delgado satılıp bir yabancı transferi mi yapılacak yoksa kadro mu genişletildi bilmiyorum. Ama asıl merak ettiğim son ana kadar Trabzonspor'un 600.000 TL + 2 futbolcu verirken Beşiktaş'ın ne önerdiği. Trabzon için bence gerekliydi, Beşiktaş için ise şüpheliyim. Transfer gerçekleşirse anlaşma 1.5 yıllık olacakmış, verilecek bonservisi düşündükçe garipsiyorum hala.

Anlaşma henüz sağlanmadı ama sağlanması durumunda önümüzdeki haftanın soruları:

1- Yusuf kaç Alex eder?
2- Beşiktaş Alex'i de alır mı?
* * *
Edit: Anlaşma sağlanmış. Transferin maliyeti 600.000 TL + Tuna Üzümcü + Aydın Karabulut.

8 Ocak 2009 Perşembe

Katie Smith


Katie Smith, Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımı'nın, geçen senenin WNBA şampiyonu Detroit Shock'tan yeni transferi. Geçen sezon da MVP (en değerli oyuncu) seçilmiş WNBA'de. Ayrıca ABD Milli Takımı'nın kaptanıymış kendisi. Cappie Pondexter sonrası takıma aranan yıldız olması niyetiyle transfer edildi, umarım gereğini yerine getirir. Ablamız forvet mevkiinde oynuyor ve 34 yaşında. Bayan Ligimizin Larry Bird'ü olması dileğiyle...

Selçuk Şahin Golü


Ligimiz literatürüne yavaş yavaş oturmakta bu isim. Bu sezon sanırım Selçuk 4. kez attı aynı golden. Geçen sezon da vardı benzeri golleri. Eskiden Tuncay atardı benzerlerini, korner kullanılırken gerilerden koşarak gelir ve ön direkte vururdu kafayı. Selçuk ise aşırtarak atıyor. Benim anlamadığım rakiplerin neden hala buna adamakıllı bir önlem almadığı. Dün Bursaspor'a attığı golde de rahatlığın zirve yaptığı bir anda vurdu topa. Hadi Selçuk'u özellikle takip etmezsin ama bu adam daha birkaç hafta önce Galatasaray ve Beşiktaş'a da aynı golleri attı. Beşiktaş maçında önlem alınmıştı ama kaleci hatası golü getirmişti. Galatasaray ise ön direkte kendisini boş bırakmanın cezasını çekti diğerleri gibi.

Fenerbahçe'nin en önemli silahı kornerler derken, Fenerbahçe'nin attığı son 5 korner golünün 3'ünü Selçuk aynı şekilde attı. Uzaklardan koşarak aşırttığı toplarla can yakmaya devam eden Selçuk'a rakip savunmada 1 kişi eskortluk etse başları ağrımaz. Gözden mi kaçırıyorlar gözardı mı ediyorlar bilmiyorum. Ama hata ediyorlar...

Benim Bildiğim...


"Alex bizim için değerli bir oyuncu. Fenerbahçe'de oynamayı, burda olmayı hak eden bir isim. Benim bildiğim Alex'in sözleşmesini uzattığı yönündedir."

Luis Aragones'in bildiği Alex'in Fenerbahçe'yle sözleşme imzaladığıymış. En azından maç sonrası röportajda tercumanın Lig Tv muhabirine söylediği bu. Kulüpten duyurulan Aragones açıklamaları ise "Alex takımın çok iyi bir oyuncusu. İnşallah gitmez. Biz, Alex'le devam etmek istiyoruz." şeklinde.

Şimdi olan biten nedir? Alex ile Başkan aralarında işi pişirdi de Aragones'den mi saklıyorlar, yoksa Aragones Fenerbahçe'yi Fotospor'dan mı takip ediyor?

7 Ocak 2009 Çarşamba

Futbol Aşkı

6 Ocak 2009 Salı

Appiah'ın Sağlık Trafiği


Kaçan balık mı desem hayırsız evlat mı bilemedim. Hikayenin tam içeriğini çoğu kişi gibi ben de bilmiyorum, ama şu anki tabloda daha çok kaçan balık görünümünde olsa da Stephen Appiah'ın durumu biraz çetrefilli. Başlarda 2 hafta sahalardan uzak kaldı, sonra gelen haberlerde süre 1 aya çıktı, gün geçtikçe sezon kapandı. Appiah durumla ilgili olarak kulübün tedavisiyle yeterince ilgilenmediğini söyledi. Konulan tehşislerin her seferinde yanlış çıkması örnek gösterildi bu duruma. Ama mantıklıca düşününce kulübün kendisine yeterli ilgiyi göstermemesi çok olası görünmüyordu, zira her zaman kulübün talep gören ve önem verilen futbolcularındandı Appiah. Öyle ki sakatlık döneminde Schalke 04 tarafından transfer edilmek istendiğinde satmaya yanaşmadı kulüp. Bütün bu olayların üstüne hayati tehlikeden bahsedildi ve geri dönüş tarihi bu kez açık bırakıldı. Kime sorsan İtalya'daymış dediler kendisi için. Ara ara kişisel sitesinden yayınladığı sitem mesajlarını okuduk basında. Ama hiç İstanbul'a döndüğü yazılmadı. Hal böyleyken sözleşmesi askıya alınmak istendi, Appiah tarafından kabul görmedi. Yabancı kontenjanından müteessir yönetim tarafından feshedildi sözleşmesi. Sonrasında çok kez merak uyandırmayan haberler okuduk kendisiyle ilgili; kulübü UEFA'ya şikayet edeceği, milli takım kampına katıldığı, Brescia ile antrenmanlara başladığı, orada oynamaya devam edeceği gibi...

Sonuncusu ve daha ciddi görüneni bugün geldi bu haberlerin. Tottenham Hotspur kendisine deneme teklif etmiş, deneme sürecinin sonucundaki yeterlilik durumuna göre kendisini kadroya katacakları yönünde. Hatta durumla ilgili Tottenham menejeri Redknapp, Portsmouth'da çalışırken Appiah'ı istediğini fakat Juventus'un belirlediği yüksek bonservis bedelinden ötürü aynı mevkiye Sulley Muntari'yi transfer ettiklerini söylemiş. Tahminimce Appiah hayati tehlikeyi atlatmıştır ve deneme periyodunda gerekli performansı gösterip sözleşme imzalayacaktır.

Stephen Appiah'ın son yıllarda Fenerbahçe'nin bedelsiz kaybettiği değerler arasında en önemlilerinden biri olduğu aşikar. Hatta şu an Aurelio ile beraber en arananı. Muhtemelen karşılıklı konuşularak halledilebilecek durumlar olmuştur geçmiş dönemlerde. Fakat bu mevzunun ucu biraz açık kaldığından direkt olarak kulübe yıkmak istemiyorum. 2 haftalık bir diz sakatlığıyla başlayıp hayati tehlike teşkil eden damar tıkanıklığına kadar uzanan sakatlığın Schalke'ye transferiyle ilişkisi varsa üzülürüm. Ama bunun tek bir kulüp doktorunun üstüne yıkılamayacağı kesin...

5 Ocak 2009 Pazartesi

The Fairy Feller's Master Stroke


Richard Dadd: (ca. 1860; 15" x 25") The Tate Gallery, London

* * *

he's a fairy feller
the fairy folk have gathered round the new moon shine
to see the feller crack a nut at nights noon time
to swing his ace he swears, as it climbs he dares
to deliver...
the master-stroke

ploughman, "waggoner will", and types
politician with senatorial pope - he's a dilly-dally-o
pedagogue squinting, wears a frown
and a satyr peers under lady's gown, dirty fellow
what a dirty laddio
tatterdemalion and a junketer
there's a thief and a dragonfly trumpeter - he's my hero
fairy dandy tickling the fancy of his lady friend
the nymph in yellow "can we see the master-stroke"
what a quaere fellow

soldier, sailor, tinker, tailor, ploughboy
waiting to hear the sound
and the arch-magician presides
he is the leader
oberon and titania watched by a harridan
mab is the queen and there's a good apothecary-man
come to say hello
fairy dandy tickling the fancy of his lady friend
the nymph in yellow
what a quaere fellow
the ostler stares with hands on his knees
come on mr. feller, crack it open if you please


Freddie Mercury / Queen II (1974)

4 Ocak 2009 Pazar

Mourinho vs. Mihajlovic


“Mihajlovic ile futboldan konuşamazsınız. Benimle konuşmak istemedi. Bu da benim, Mihajlovic’in Eriksson, Ferguson, Sacchi, Benitez veya Wenger gibi birinci sınıf menajerlerle konuşmak istemediği anlamını çıkartmama sebep oldu. Sanırım o Lazio’da oynarken, ben de Porto’nun başındayken oynadığımız maçta onları 4-1 yendiğimizi ve kendisinin topa dokunmayı bile başaramadığını anımsatmamdan çekiniyor.”

Mourinho yine bel altı çalışmış. Demeçleri ne zaman kitap olacak merak ediyorum ve heyecanla bekliyorum. Mihajlovic'in bu son açıklamaya ön ayak olan demeci ise aşağıda:

"Mourinho ile futbol konuşmam. Futbol oynamamış birinin bazı şeyleri anlamasını beklememek lazım."
Sinisa Mihajlovic

Yazık Olur


Juventus'un Barcelona'ya Messi için 75 milyon Euro'luk teklif götüreceği haberlerini okuduk yakın zamanda. Doğruluğundan emin değilim. Bugün ise Juventus'un Messi'yi transfer edebilmek için Buffon'u gözden çıkarabileceği yazılmış aynı kaynaklarda. Yazık olur diyorum. Dikkat edin 'değmez' değil 'yazık olur' diyorum. Zira ne Barcelona bahsi geçen miktarlara Messi'yi bırakır ne de Buffon'un satışı Messi'nin fiyatını çıkarır. Peşinen söyliyim, ben haberin doğruluğunda değil mantık hatasındayım ben. Tahminim Manchester City'nin Buffon'a 75 milyon Euro bonservis bedeli önermesiyle alakalandırılmaya meyilli bir haber yapılmış. Ama hikayenin biraz daha geliştirilmeye ihtiyacı var.

3 Ocak 2009 Cumartesi

Aranan Adam Larsson


Marsilya'da Eric Gerets yönetimden Henrik Larsson'un transfer edilmesini istemiş. Durumla ilgili olarak da kendisini PSV'yi çalıştığı yıllardan tanıdığını, oyun stilini çok beğendiği ve her koşulda gol atabildiğini söylemiş. Stili kadar performansını da koruyabilmiş midir bilemem ama her şeye rağmen helal olsun bu adama. Futbolu memleketimde bırakayım diyerek gitmiş Helsinborg'a, orda oynamış futbolunu, üstüne bir de Manchester United'a uğramış. Yetmemiş Euro 2008'de milli takım kadrosuna dahil olmuş, zaman zaman İbrahimovic'in de önüne geçmiştir. Şu an 37 yaşında ve UEFA Kupası'nda yoluna devam eden ve ligde de iddiasını koruyan Marsilya istiyor kendisini. Yakın zamanda da Premier Lig'den teklif aldığı haberleri dolanıyordu. Marsilya'ya transferi de gerçekleşirse son transferini yaptı sanılırken Avrupa'da büyük takımları teker teker dolaşmaya devam ediyor olacak Larsson. Marsilya'dan veya Gerets'ten henüz bir yalanlama gelmemiş. Kendisiyle ilgili şahsi fikrim şudur ki, yaşı ne olursa olsun klasına hayranım. Özellikle kupalarda devam eden iddialı takımlar için çok ideal bir kadro takviyesi olur.

1 Ocak 2009 Perşembe

Hayırdır İnşallah

Keyifli Yıllar

Hepinize sağlıklı, huzurlu, futbol -dolayısıyla keyif- dolu bir yıl diliyorum.
Tadımız kaçmasın...