30 Nisan 2010 Cuma

Futbol Tutkusu, Avrupa Yolcusu


İnsanların hayalleri vardır. Hayallerini gerçekleştirmek için de umutları vardır. Umudunu yitiren insan yaşayamaz. Yaşayan da vardır ama farkında değildir başka umutları olduğunun. Benim de hayallerim vardı. Birileri önce umutlandırdı sonra da başka birileri tüm o umutları kırdı. İşte o adam bugün önüme dünyayı serse gerçekleştiremem hayalimi. Çünkü onu bir çiçek gibi büyütmüştüm, hergün sulamıştım, üzerine titremiştim. O gün kökünden kopardılar. O umutlandıran insanlar elime bir tohum daha verdiler. Hiç ekmedim o tohumu, çöpe attım. Çünkü yine eksem, yine büyütsem o adam yine kökünden koparabilirdi. Gittim çakma çiçek aldım. Vazoya koydum ve 1 sene boyunca hergün akşam eve gelince ona baktım. Gerçeği gibi değildi elbette. Gerçek muz ile plastik muz bir mi? Aç karnına plastik muza bakınca karnım doymuyor işte. En kötüsü de bir yerlerde gerçeğinin varolduğunu bilip, soyup yiyememek.

PcLion blog var malumunuz. Yazarı Uğur Karakullukçu arkadaşımızın bir hayali var. Burada yazmış o hayalini. Destek çıkılsın isterim. Hayalleri kırılmasın arkadaşın. Birilerini bekliyor umuduna umut katacak. Dünya Kupası sırasında yapacağı Avrupa turu için sponsor arıyorlar. Sponsorların yöntemleri nedir, ne şekilde işler bilmiyorum. Belki biri tişörtünü giydirir, belki biri 1 sene blogunda reklamını yaptırır, belki bir havayolu ücretsiz taşır. Kırılmasın o arkadaşın umudu, destek çıkılsın birileri tarafından.

Liverpool'dan Atletico Madrid Geçti


Maçın tamamını izleyemedim malesef. Uzatma dakikalarından itibaren izledim. İzlediğim 30 dakikalı bölüm bile bana yetti. Güzel maç olmuş. Atletico Madrid'in bariz bir kupa balı var bu sene. Diego Forlan Kırmızı Şeytanlar'da oynarken pek sevindiremediği Manchester United taraftarını bu maçta sevindirdi. Gönül Hamburg-Liverpool finali isterdi ama tam tersi oldu.

Şampiyonlar Liginde Alman-İtalyan finalinden sonra Avrupa Liginde İngiliz-İspanyol finali oldu. Seneye 90'lara dönüp Avrupa Liginde bir İtalyan izlesek fena olmaz.

Atletico Madrid taraftarı maç öncesinde totemini yapmış. Espirili bir yaklaşım olmuş. Rahmetli John Lennon'un futbolla arası pek yoktu. Şu görüntüyü görse sanırım tebessüm eder geçerdi.

29 Nisan 2010 Perşembe

Barcelona 1 - 0 İnter


Barcelona'yı bu yıl durdurmaya en çok yaklaşan takımlar orta sahada tatlı-sert futbolu oynayanlardı. Bu maçta da Mourinho'nun bunu yapacağını bekliyordum ama böyle oynatmadı takımını. Aksine ''gel, ne kadar üzerime gelebiliyorsan gel'' dedi Guardiola'ya. İnter'in kaleye 30m mesafede kurduğu duvar sadece 2 kez delindi. Birinde Pique golü atarken, diğerinde Bojan'ın kafa vuruşu dışarı çıktı.

Barcelona'yı durdurmak bu kadar basit midir? Değildir elbette. Eminim Mourinho da 90 dakika boyunca bu şekilde defansa gömülmeyi planlamamıştır maçtan önce. Lakin Motta'nın kırmızı kartı elini kolunu bağlamış da olabilir. Farketmez, sonuçta İnter 90 dk boyunca gömülmek zorunda kaldı. Peki dünyada bu kilidi kaç kişi açabilirdi? Akıllara ilk gelen takım Barcelona elbette. Guardiola fazla derin kadroyu sevmiyor. Devamlı alttan oyuncu sokma derdinde. Bunu takdir etsek de bu tarz maçlarda sıkıntısını yaşıyor Barcelona. Mesela bugün İniesta olsaydı Barça turu geçebilirdi. Extradan 1-2 tane tecrübeli ve yetenekli futbolcu barındırsa kadroda fena mı olur? Ha olayın bir başka boyutu Barcelona yine kazanmayı başardı. Fakat 10 kişi kalmış rakibine karşı 40 metrelik bir alanda oynuyorsun, kalecin Valdes libero olmayı geçtim, zaman zaman ön libero olmuş vaziyetteydi ve gol 83. dakikada geliyor. Barcelona'yı uyuttu bugün İnter. Ne zaman golü attı Barcelona o zaman Camp Nou'da tüm Barça'lılar uyandı. Önce Xavi, sonra Messi kaleyi uzaktan yokladı. Daha erken ve daha çok denenebilirdi.

Artık bir jenerasyon yakalayıp 3-4 yıl tüm dünyaya amborga koymak kalkmış demek. Mourinho bozdu bu sefer. Finalde İnter ile Bayern Münih'i izleyeceğiz. Bayern'in bulunması beni mutlu etti açıkçası. Mourinho'nun seveni kadar sevmeyeni de çok. Ben sevenlerdenim. Barcelona çıksaydı Finale üzülürmüydüm, hayır. Ama şu an şunu biliyorum ki bu final bize eskiden hocaların taktik savaşlarına çevirdiği bir final olacak. Oturup dünyanın en iyi taktisyenlerinden ikisini izleyeceğim.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bulgaristan 1994

1-Borislav Mikhailov(K), 2-Emil Kremenliev, 3-Trifon İvanov, 4-Tzanko Tzvetanov, 5-Petar Houbchev, 6-Zlatko Yankov, 7-Emil Kostadinov, 8-Hristo Stoitchkov, 9-Yordan Letchkov, 10-Nasko Sirakov, 11-Daniel Borimirov, 12-Plamen Nikolov, 13-İvailo Yordanov, 14-Bontcho Guenchev, 15-Nikolai Iliev, 16-Ilian Kiriakov, 17-Petar Mitharski, 18-Petar Alexandrov, 19-Georgi Georgiev, 20-Krassimir Balakov, 21-Velko Jotov, 22-Ivailo Andonov... Teknik Direktör; Dimitar Penev.

Bir çok oyuncusu yurt dışında koşturan bu cengaver takımın özellikle hücum gücü dikkat çekiyordu. Teknik direktör Dimitar Penev'in Kostadinov, Stoichkov ve Luboslav Penev ile kurduğu forvet hattı çok tehlikeliydi. Bu 3 ismi de CSKA alt yapısından çıkarıp işleyen hoca Penev'dir. Kostadinov sağ açıkta, Stoichkov sol açıkta, Luboslav Penev'de santrafor mevkiğinde oynuyordu. Hepsi de yeteneklerine oranla çok iyi yerlere geldiler. Stoichkov Barcelona'da, Kostadinov Porto'da, Luboslav Penev'de Valencia'da oynuyordu. Luboslav Penev aynı zamanda Dimitar Penev'in yeğenidir. Yeğen Penev elemelerde forma giymişti ama kupada öncesi büyük bir tradeji yaşadı. Kendisine kanser teşhisi konulmuştu ve Dünya Kupasında forma giyemeyecekti. İlk 11 de yerine 1986 Dünya Kupasında da oynayan Sirakov monte edildi. Orta sahada da önemli isimler vardı. Letchkov Hamburg'da, Balakov ve Yordonov Sporting Lizbon'da, Borimirov Levski Sofya'da oynuyordu. Takımın defansı da önemli isimlerden kuruluydu. 1986 Dünya Kupasında oynamış bir diğer isim kaptan kaleci Mikhailov'du. Mikhailov'un babası da milli takımın kalesini korumuş biridir. Defansın en önemli ve dikkat çeken isimlerinden biri de İvanov. Sakalı ve saçları ile daimi ilgi odağı olmayı başarmış bir oyuncuydu. Onu da alt yapıdan işleyen hoca Penev'dir. Avrupa'da işleri pek yolunda gitmese de milli takımın en önemli oyuncularından biriydi. Çabuk, temiz top kapan ve hücuma da destek veren bir yapısı vardı. Uzaktan attığı sağlam şutları vardır. Yine defansın önemli isimlerinden biri defansif orta saha Yankov'du. Letchkov ve Balakov'u geçen topları o toplar, defansa da önemli katkılar yapardı. Bulgar geri 4'lüsünün performansını arttıran bir oyuncuydu.

Bulgaristan'ın kupaya katılması bir mucizeydi. Dünya Kupası eleme gruplarında Fransa, İsveç, Avusturya, İsrail ve Finlandiya ile eşleşmişti. Son maçlara gelindiğinde Bulgaristan'ın 17, Fransa'nın 19 puanı vardı ve bu 2 takım Parc Des Princes'de karşılaşacaktı. Beraberlik Fransa'yı Dünya Kupasına götürüyordu. Fransa, Cantona'nın golüyle 1-0 öne geçmiş ve devreyi önde kapatmıştı. 2. yarı Kostadinov önce beraberliği getiren golü atmış ve ardından 90. dakikada mükemmel bir gol daha atarak takımını 1-2 öne geçirmiş, Fransa'yı saf dışı bırakmıştı. Fransa bu maçtan sonra yapılanmaya gitti ve teknik direktör Platini ile yolları ayırdı. Takımın başına Aime Jacquet getirilerek 4 yıl sonra Dünya Kupasını avuçladı.

Bulgaristan Dünya Kupasında ilk maçına Nijerya karşısında çıktı. Nijerya dönemin atılım yapan takımlarından biriydi. 1994 Afrika Kupasını kazanmış ve Fifa Sıramasında 5. sıraya kadar çıkmışlardı. Uche, Amokachi, Oliseh, Finidi George, Yekini, Amunike (Okocha bu takımın yedeğiydi) gibi kaliteli isimlere sahipti. Maça Nijerya iyi ve atak başlamıştı. 21. dk da Yekini'nin attığı golle 1-0 öne geçtiler. Bundan sonraki dakikalarda Bulgarlar toparlanmak istedilerse de Nijerya'nın çevik ve savaşçı forvetlerinin kontra ataklarında zorlanıyorlardı. Stoitchkov'un frikikten attığı muhteşem gol çift vuruş gerekçesiyle sayılmadı. İlk yarının sonlarında yaptığı müthiş presle Burgar defansından topu kapan Nijerja, Amokachi'nin golü ile skoru 2-0 a getirip ilk yarıyı sonlandırdı. İkinci yarıda ilk yarıya benzer bir şekilde geçti ve Amunike 55. dk attığı gol ile skoru 3-0'a getirerek Bulgarların bu maçtaki tüm iştahlarını kaçırdı. Maçtan sonra medyamızda Uche konuşuluyor, Stoitchkov'a adım attırmadığı ballandıra ballandıra yazılıyordu. Bulgaristan teknik direktörü Penev'de sigara içme yasağı olmasına rağmen bunu takmamış, kederden üst üste patlattığı sigaralar neticesinde 200 dolar ceza yemişti. Bulgaristan 2. maçına Yunanistan karşısına çıktı. Bu Bulgarlar için bir şanstı. Yunanistan o kadar kötü bir takımdı ve o kadar kötü bir defansı vardı ki evlerine hiç gol atamayıp 10 gol yiyerek dönmüşlerdi. Zaten turnuvaya futbol oynamaya değil siyaset yapmaya gelmiş gibilerdi. Maç sırasında bir uçak ''Yunan gücü, Kıbrıs ve Makedonya'ya Enosis'i getirecektir'' pankartıyla uçmuştu. Bulgaristan bu takımı 4'leyip hem moral buluyor hem de averajını düzeltiyordu. Son maçlara gelindiğinde gruptan çıkmayı garantilemiş Arjantin ile karşılaşacaktı Bulgaristan. 1 puan alması durumunda bile büyük ihtimalle en iyi üçüncüler arasına girip gruptan çıkacaktı. Maç günü Maradona'nın doping kullandığına ilişkin haberler gelmişti ve Arjantin delegasyonu ceza alamamak için Maradona'yı kadro dışı bırakmıştı. Mutlak puana ihtiyacı olan Bulgaristan, moral bozukluğu içerisindeki Arjantin'e karşı başarılı bir performans gösterdi. İkinci yarının başında Kostadinov'un mükemmel ara pası ile defansın arkasına sarkan Stoitchkov skoru 1-0 'a getiren golü attı. Bu tarz goller 1994 Bulgaristan'ının becerebildiği en iyi işlerden biriydi. Kostadinov'un Fransa'ya atığı golde buna benzer bir pozisyondu. Hem Kostadinov, hem Stoitchkov hızlı ve teknik oyunculardı. Stoitchkov'un son vuruşları da mükemmel düzeydeydi. Kostadinov'un mükemmel olmasa da harika son vuruşları vardır. Grup maçlarında güçsüz Yunanistan ve moralsiz, Maradona'sız Arjantin'i yenmesi olağan görülüyordu ve Bulgaristan'a olan ilgiyi arttırmamıştı.

Bulgaristan ikinci turda Meksika ile eşleşmişti. Bulgaristan yine o defansın arkasına atılan toplardan birinde Stoitchkov ile golü erken buldu. Ardından Meksika herkesi şaşırtan bir penaltı kararı ile golü buluyordu.. Bu zevksiz ve temposuz maçın ardından sadece 2 olaydan bahsedilir. 1- Kale direği kırılmıştı ve yenisi getirilene kadar maça ara verilmişti. 2- Suriyeli hakem rezalet bir maç yönetiyordu. Sertliğin yaşanmadığı maçta 2 kırmızı 6 sarı kart çıkmıştı. Bundan dolayı Bulgarlar ve Meksikalılar aralarında hakemin maçın sonucunu tayin etmemesini, penaltılar ile sonucun belirlenmesi konusunda anlaştığı söyleniyor. Penaltı atışları sonrası kaleci Mikhailov kurtardığı 2 penaltı ile bu maçın yıldızı oluyor, Bulgaristan çeyrek finalde Almanya ile eşleşiyordu. Bu maçta Bulgarlar hiç kimse şans vermiyordu. Bulgaristan kontrollü bir oyun oynuyordu. Amaçları yaptıkları en iyi iş olan yetenekli orta saha oyuncuları ile Stoitchkov'u kaçırmaktı. Alman defansı Stoitchkov'u ve Kostadinov'u sıkı markaj ile durdurmuştu. Bulgaristan'da da İvanov defansta çok iyi işler yapıyordu ve Almanlara gol şansı vermiyordu. 48. dk da Matthaus penaltıdan takımını öne geçirdi. Bulgaristan bu sefer oyuna daha fazla ağırlığını koymak ve sete dönüşen oyunda hücum yapmak zorundaydı. 75.dk da Stoitchkov'un düşürülmesiyle kazanılan serbet vuruşu kullanana Stoitchkov harika bir gol attı. Stoitchkov bu gol için ''bir çok güzel gol attım ama bu gol anlamı dolayısıyla attığım en güzel goldü'' diyor. Almanlar henüz bu golün şokunu atlatamamışken 75. dk da Yankov'un sağ kanattan ortasına Letchkov muhteşem bir uçan kafa vurdu ve Bulgaristan destanı yazılmaya başlandı, 2-1. Maç sonrası kaleci Illgner ve Völler milli takımı bıraktı. Möller ise oyunu nedeniyle ağır eleştirilere maruz kaldı. Bir çok kişi Berti Vogts'un yanlış kadro seçiminde bulunduğunu ve istifa etmesini istiyordu (2 yıl sonra Berti Vogts'lu Almanya Euro 96'yı kazandı). Matthaus ise ''Tanrı bugün Bulgar'dı'' diyerek şanssız olduklarını düşünüyordu. Bulgaristan'da ise tam bir eğlence ortamı vardı. Almanya'yı eleyeceklerine inanmayan Bulgarlar İtalya'yı eleyip finale çıkacaklarına inanıyorlardı. Ama öyle olmadı. İtalya maça çok iyi başladı. Geride hiç bşluk bırakmıyorlardı hücumda da etkili olmayı başarıyorlardı. Bu baskının sonucunda R.Baggio enfes bir gol atarak takımını öne geçirdi. 5. dk sonra sahneye yine R.Baggio çıktı ve yine harika güzel bir gol atarak skoru 2-0 a getirdi. Bu dakikadan sonra Bulgaristan daha fazla ayağa pas yapıp, daha hücumcu bir görüntü sergiledi. Sirakov'u seri çalımlarla girdiği ceza sahasında ancak faul ile durdurabildiler ve Stoitchkov attığı penaltı ile ilk yarının sonlarında durumu 2-1 yaptı. Lakin İtalya çok iyi bir defans kurgusuna sahipti ve Bulgarlara gol şansı vermediler. Maç sonunda eleştirilerin odağında fransız hakem vardı. Hakem Joel Quiniou Bulgaristan'ın en az 2 penaltısını vermemiş ve elenmesine etki etmişti. Maç sonu Stoitchkov'a Matthaus'un ''Tanrı bugün Bulgar'dı'' sözünü hatırlattıklarında, ''Tanrı bugün Bulgar'dı ama hakem Fransız'dı'' diyerek elemelerdeki Fransa-Bulgaristan maçına da gönderme yapıyordu. 3.'lük maçları dostluk havasında geçer. Hele ki bu 2 takım turnuvanın süpriz isimleri İsveç ve Bulgaristan olunca daha bir dostane biçimde geçti. Terazinin bir tarafı Bulgarlar'ın Stoitchkov'u gol kralı yapma çabaları, diğer tarafı da İsveç'in harika oyunu olunca güzel futbol ağır bastı. İsveç ilk yarıda 4 gol atarak işi bitirdi ve 3. oldu. ''Deli'' mi, ''Kedi'' mi olduğu hala anlaşılamayan Ravelli mükkemmel bir maç çıkarmıştı. Bulgaristan 4. lükle yetindi. Brezilya-İtalya finalinde de R.Baggio ve Romario gol atamayınca Stoitchkov 6 golle gol krallığını Salenko ile paylaştı ve altın ayakkabı ödülünü aldı. Stoitchkov ve Balakov turnuvanın en iyi 11'ine seçildiler.


Turnuva sonunda bazı oyuncular daha iyi noktalara gelirken bazıları istedikleri noktalara gelemedi. Defansın en iyisi Ivankov başarısız geçen Avrupa turundan CSKA'ya geri dönmüş, 1 sene sonra da Rapid Wien'e transfer olarak başarı çizgisini ilerletmiştir. Kostadinov'da Porto'dan Bayern Münih'e transfer oldu. Başarısız geçen yılların sonunda 96/97 sezonunda Fenerbahçe'ye geldi ama bizde de şutlarının taça gittiği alay konusu edilmişti. Stoitchkov da düşüş gösteren bir oyuncu oldu. Barça'da kötü geçen sezonun ardından Parma'ya transfer oldu. Parma'da da istediği oyunu oynayamadı. Ertesi yıl tekrar Barça'ya döndüyse de düşüşü devam etti. Euro 96'da ise başarılı sayılabilcek bir performans sergilemişti. Balakov 95/96 yılında Stutgart'a transfer oldu ve uzun yıllar bu kulüpte başarısını devam ettirerek sembol oyunculardan biri haline geldi. Borimirov'da 95/96 da 1860 Münih'e transfer oldu ve O da uzun yıllar Bundesliga'da başarılı bir performans gösterdi. Yordanov Sporting Lizbon'daki kariyerine 2001 yılına kadar başarılı bir şekilde devam etti. Letchkov zaten Bundesliga'da başarıyla devam eden bir oyuncuydu. Euro 96'dan sonra Marseille'ya transfer oldu ama başarısızdı. Ertesi sezon Beşiktaş'a transfer oldu. Burada da Toshack ile sorunlar yaşadı ve sezon bitmeden futbolu bıraktığını açıklayıp Beşiktaş'tan ayrıldı. Bu jenerasyondan Beşiktaş'a gelen bir diğer isim de Yankov'du. Yankov, 95/96 yılında Uerdingen'e transfer oldu. 1 sene sonra Beşiktaş'a geldi. 2 sene oynadığı Beşiktaş kariyerinde bence başarılı bir performans sergilemişti. 98 yılında Adanaspor'a satıldı. Sonrasında Bulgaristan'a dönmüş olsa da memleketimizi benimsemiş bir isimdi ve daha sonra Vanspor ile Gençlerbirliği'nde de forma giydi. Turnuvada forma giyemeyen Luboslav Penev kanseri yenip sağlığına kavuştu ve 95/96 yılında Atletico Madrid'e transfer oldu. Euro 96'da Bulgaristan başarısız olmuştu ve teknik direktör Dimitar Penev kovulmuştu. Kovulanlar arasında yeğen Penev'de vardı. Stoitchkov federasyonun bu tutmunu eleştirerek milli takımı bıraktığını açıkladı. Kupadan 2 yıl sonra Bulgaristan efsanesinden eser kalmamıştı.

27 Nisan 2010 Salı

Blog 2 Yaşında


2 yıldır düzenli olarak birşeyler yazmak, bunları yazdığımız için tanımadığımız kişilerden eleştiri almak, bazılarıyla dostluklar kurmak, bilmediklerimizi öğrenmek, unuttuklarımızı hatırlamak, araştırmak, okumak... Ümit'in beni gazlamasıyla kafama yatan ama düzenli yazamayacağımı bildiğimden benim de Sencer'i(talento) gazlamamla başlayan blog 2 yıldır devam ediyor. 2 yılda 3 iş değiştirip, 3 farklı sektörde çalıştım, 2 yıl önce öğrenciydim şimdi değilim, 2 yıllık süreye 5 aylık askerliği sıkıştırdım, 2 yıl önce ne izliyordum şimdi ne izliyorum, 2 yıl önce ne düşünüyordum şimdi ne düşünüyorum, 2 yıl önce nelerden hoşlanıyordum şimdi nelerden hoşlanıyorum, 2 yıl önce vs, vs, vs... Kişisel olarak 2 yılda hayatımın en çalkantılı dönemini yaşarken blogu devam ettirebilmişiz. Dolayısıyla blog da çok çalkantılı ilerledi.

Blogun müdavimi olan, bi bakıp çıkan, yorum yapan, küfür eden, google'dan yanlışlıkla gelen, kendi bloglarına ismimizi ekleyen, ekledikten sonra silen, hiç eklemeyen, blog idman yurdunu kuran, futblogları kuran, fenerblogu kuran, blogu gazeteye yazan, dergiye yazan, tv de ismini anons eden, vs, vs, vs... herkese teşekkür ederiz. Bugün 2 yılı beraber doldurduk.

Keşke Sencer (şafak 20) burada olsaydı da kafasında yumurta kırıp, una bulasaydım...

26 Nisan 2010 Pazartesi

Serie A'da Son Durum


Serie A'nın 35. maçları dün gece tamamlandı ve bitime 3 hafta kaldı. ''Vay anasını Roma şampiyon oluyor'' derken Sampdoria Roma'ya çelmeyi taktı. Bir önceki postda bahsettik Roma'nın durumundan. Sampdoria ise 2-1'lik galibiyetle ilk 4 iddiasına devam etti böylece. Onu kovalayan Palermo ise şampiyonluktan kopan, moralsiz Milan'ı 3-1 ile geçerek ilk 4'ü zorlamaya devam ediyor. Juventus'da haftayı bari galibiyeti ile kapatırken ilk 4 iddiasını devam ettirdi. Yine ilk 4 hedefleyen takımlardan biri olan Napoli ise Cagliari ile berabere kalarak 7. sıraya düştü. Avrupa Kupalarına gidecek ilk 7 aşağı yukarı belli zaten (Kupa finalini ligin ilk 2 takım oynayacağı için ligde 7. sırada bulunan takım da Avrupa kupalarına gidecek). Matematiksel olarak kesin olmasa da Milan ilk 4 içinde bitirecektir ligi.

Küme düşme hattında ise ilk bilet belli oldu, Livorno. İkinci bilet de Siena'nın elinde. Onlarda tehlike hattında bulunan Udinese karşısına çıktılar ve Udinese evinde 4-1 kazanarak hem kendini kutardı hem de Siena'yı dar ağacına yerleştirdi. Haftaya düştükleri teyit edilecektir. Önümüzdeki hafta 3. biletin sahibini de kesinleştirebiliriz. Ard arda sıralan Atalanta ve Bologna arasındaki maçta Atalanta kaybederse küme düşüyor. Bu kritik maçta Atalanta ev sahibi. Lazio ise Genoa'yı deplasmanda yenerek rahat bir nefes aldı. Gollerden birini Genoa'dan kiralanan Floccari attı. Puan durumuna ve önümüzdeki hafta oynanacak kritik maçlara bir göz atalım;

1-İnter 73
2-Roma 71
3-Milan 64
4-Sampdoria 60
5-Palermo 58
6-Juventus 54
7-Napoli 53
-----------------
15-Catania 40
16-Lazio 40
17-Bologna 39
18-Atalanta 34
19-Siena 30
20-Livorno 29

36.hafta
Milan - Fiorentina
Atalanta - Bologna
Catania - Juventus
Parma - Roma
Sampdoria - Livorno
Siena - Palermo
Lazio - İnter


Roma'nın Gözyaşları


Maçın 2. yarısına yetişebildim. Roma, Cassano-Pazzini işbirliği ile Pazzini den golü yedikten sonra baskısını iyice arttırdı ama Sampdoria'nın etkili kontra ataklarına karşı koymakta da zorlandı. Pazzini 85. dakikada 2. golü nü attığında ise Roma'nın başından kaynar sular döküldü desek yeridir. Mexes saha kenarında göz yaşlarını tutamazken, maç bitimindede saha içindeki Romalılar yerlere yığıldı. Kaptan Totti'yi teselli eden eski Romalı, Sampdoria kaptanı Cassano oldu. Bu görüntüler sanki son maçta yaşanıyordu. Anlaşılan o ki Roma takımı çok safla şarj olmuş ve mağlubiyetle tamamen bunu dışarıya vurmuşlar. 3 hafta kaldığını düşünürsek bu kadar umutsuz da olmamak lazım.

23 Nisan 2010 Cuma

23 Nisan


Mücadele olsun ama oyun çirkinleşmesin. Kavgasız, dövüşsüz geçsin kalan haftalar. Çocuklar sıkılmasın oyundan.

Mutlu bayramlar tüm dünya çocuklarına...

22 Nisan 2010 Perşembe

Haldun Boysan'a Gider


Normalde pek bu tarz konulara değinmiyorum. Sonuçta pek eğlenceli bir konu değil. Haldun Boysan Fenerbahçe-Beşiktaş maçının ardından sıcağı sıcağına bağladığı Beşiktaş'ın 1903radyo isimli taraftar radyosunda hakemlere, futbol federasyonuna, Emre Belözoğlu'na agresif bir tutum sergileyip, küfürler etmiş. İlk önce Haldun Boysan kimdir diye bir özet geçelim. Haldun Boysan tiyatro eğitimi almış, bir çok filmde, dizide ve tiyatro oyununda oynamış, zaman zaman da dublaj yapan bir isimdir. Bir cümlelik tanımı bu diyebiliriz. Sanatçılığın sınırları var mıdır bilemem. Haldun Boysan kendisini sanatçı olarak tanımlıyorsa neden diye de sormam. Bakıyorum Beşiktaş yönetiminde daha önce görev almamış. Kendisine yönetici olur musun diye sormuşlar ''hayır'' demiş. Adam kendisini ''Ben Beşiktaş taraftarıyım'' diye de özetlemiş. Beşiktaş'ı değerlendiren fanzinlerde yazmışlığı, çizmişliği, yorumlamışlığı vardır mıdır(1903 radyo dışında) bilmiyorum ama ulusal bir yayın organında futbol yorumları yapan biri değil. Yani futbol çevresinde de sözü geçen bir adam değil.

Fenerbahçe resmi sitesi altında Haldun Boysan'a hitaben bir yazı yazılmış. Sebebi malum. Peki gerekli miydi? İşte benim kafama takılan ve bu kadar yazıyı yazdıran neden bu. Neden Fenerbahçe camiası Haldun Boysan'a cevap veriyor. Haldun Boysan bu memleketin futbol gündemini değiştirecek bir isim değil. Kaldı ki Haldun Boysan radyoda sadece ''Hakem hatalar yaptı, penaltımızı vermedi, haksız kırmızı kart çıkardı'' dese yine milyonlarca insan Haldun Boysan'ın futbol hakkında yorum yapıp yapmadığını bilmeyecekti. Haldun Boysan sinema dergisinde veya bir tv röportajında çıkıp ''Türkiye'de ki aktrisler filmlerde yeterince şehvetli öpüşemiyor'' dese elbette karşısına birileri çıkıp Haldun Boysan'a cevap verirdi. Çünkü adam aktör ve mesleğiyle ilgili bir tespit yapıyor, birileri mutlaka kaale almalı. Ama aynı Haldun Boysan çıkıp ''Türkiye'de sanayi batmış durumda, işçileri çok çalıştırıp az para veriyorlar, patronlar emek hırsızlığı yapıyor'' dese sanayi odaları yönetimleri çıkıp cevap vermez. Çünkü adam aktör yahu. Peki Fenerbahçe yönetimi niye açıklama yapıyor. Aslında cevabını biliyoruz da yazmak, söylemek pek işimize gelmiyor. Bana Haldun Boysan'dan bahsetme arkadaş. Sırf kalan 4 haftada Emre'nin, Bilica'nın üzerine gidilmesin, konsantrasyon kaybı yaşanmasın diye gündemi meşgul etme. Çünkü binlerce futbol sever(milyonlarca değil malesef) Haldun Boysan'ı umursamıyor bile. Haldun Boysan kim ki? Futbol üzerine yorum yapan milyonlarca gereksiz kalabalıktan sadece biri.

20 Nisan 2010 Salı

Dünya Kupası Şampiyonu Kadrolar #2

Uruguay 1950;


Roque Maspoli, Matias Gonzales, Eusebio Tejera, Schubert Gambetta, Obdulio Varela (K), Victor Andrade, Alcides Ghiggia, Julio Perez, Omar Miguez, Juan Schiaffino, Ruben Moran. TD: Juan Lopez

Miguez 4 gol, Ghiggia 4 gol, Schiaffino 3 gol

Grup maçı; Bolivya 8-0/ Final grubu; İspanya 2-2, İsveç 3-2, Brezilya 2-1

Federal Almanya 1954;

Toni Turek, Werner Kohlmeyer, Horst Eckel, Jupp Posipal, Karl Mai, Werner Liebrich, Helmut Rahn, Max Morlock, Ottmar Walter, Fritz Walter, Hans Schaefer

Morlock 8 gol

Grup maçları; Türkiye 4-1, Macaristan 3-8/ Eleme maçı; Türkiye 7-2/ Çeyrek final; Yugoslavya 2-0/ Yarı final; Avusturya 6-1/ Final; Macaristan 3-2(uzatmalarda)

Brezilya 1958;

Gilmar, Bellini, Djalma Santos, Didi, Zagallo, Pele, Garrincha, Nilton Santos, Orlando, Zito, Vava. TD: Vicente Feola

Pele 6 gol, Vava 5 gol

Grup maçları; Avusturya 3-0, İngiltere 0-0, Sovyetler Birliği 2-0/ Çeyrek final; Galler 1-0/ Yarı final; Fransa 5-2/ Final; İsveç 5-2


19 Nisan 2010 Pazartesi

Lazio vs Roma






Yerel derbimiz yüzünden Roma derbisini es geçtik. Maç saati aynı denk gelince izleyemedim. Fotoğlarlarla ve özetle yetiniyoruz şimdilik. Youtube'a girebilenler buradan özeti izleyebilir. Özetlerden izlenebilir bir maç hissiyatına vardım. Mühim değil başka bahara izleriz diyeceğim ama Lazio'nun düşme ihtimali var. Bu da en az 2 bahar Roma derbisi kaçırabileceğimiz anlamına geliyor. Tribün kavgası var, futbolcu kavgası var, kırmızı kart var, atılan penaltı var, kaçan penaltı var, kan var.. yok yok derbi olmuş anlayacağınız. Lazio'da derbinin baş aktörü Rocchi boş geçmemiş. Roma'da baş aktörlerden Totti ve De Rossi erken havlu atanlardan. Sahnede Vucinic var. Harika bir free-kick golü atmış. Etrafta sallayanı çoktu bir dönem ama her zaman stilini beğenmişimdir. Şimdi göklerde. Ranieri'ye sallayanlardan biri de bendim ki adam resmen utandırıyor bizi. Spaletti'nin takımını şampiyon yapıyor da diyebilirim ama bir takımı güzel oynatmak ayrı bir şeydir, şampiyon yapabilmek ayrı bir şeydir. Corriere dello sport'un scudetto yu kim kazanır anketinde Roma %49,7 , İnter %42,3 , Milan %8...


görseller; corrieredellosport.it

Fenerbahçe 1 - 0 Beşiktaş


Fenerbahçe'nin topu rakip kaleye yakın yerde taça atarak başlamayı tercih ediyor. Bunun nedeni rakip alanda baskı kurup, kazanılan topla pozisyon bulmak. Peki niye tık tık tık paslaşarak çıkmıyor? Çünkü daha önceki yazılarda da belirttiğimiz gibi Fenerbahçe saha içi koordinasyonunu ayarlayamadı bu sene. Hücum hattı çok dağınık. Aralarında hiç bir uyum yok. Sene başında değiliz artık. Bugüne kadar verdiklerin neyse onun üzerine gidip maçları kazanmak zorundasın. Fenerbahçe bunu yapıyor ve bu maçta da golünü attı. Ondan sonraki dakikalar Fenerbahçe için çok daha kolay. Tam istediği kıvamda bir maç vardı ilk yarı. Güiza 12. dakikada 2. golü atsa bugün ne hakem ne de Bilica konuşacaktık.

Bir teknik direktör için futbolun en talihsiz anı erken gelen goldür. Bütün bir hafta hesap-kitap yaparsın, oyunun gidişatını düşünürsün, rakibin hamlelerine nasıl karşılık vereceğini düşünürsün, golü attıktan sonra ne yapacağını düşünürsün, golü yedikten sonra ne yapacağını düşünürsün vs, vs, vs... Maçın başında gelen gol tüm hesaplarını yerlebir eder işte. Mustafa Denizli kadrosunu tabiki 0-0'a göre kuruyor. Peki gemileri yakıp da devre arasında yaptığı değişikliği 10. dakika da yapabilir miydi? Teorik olarak mümkün elbette ama bunu yapmak da cesaret ister biraz. Bunu yapan hocaya da tüm dünyada deli derler.

90 dakikalık futbol hakkında konuşulacak pek de bir şey yoktu maçta. Bildiğimiz Fenerbahçe ve futbolu vardı sahada. İkinci yarıda Daum değişiklikleri daha erken yapmalıydı diyebilirim ama Daum'un da böyle bir huyu var nedense. Ne zaman değişiklik yapılması gerektiğini düşünsek 10 dakika sonra yapılıyor o değişiklik. Nitekim Semih oyuna girince büyük bir ferahlık sağladı Fenerbahçe futboluna. Yetenekli oyuncu, şu bu diyoruz da futbolun büyük bir kısmı kafada bitiyor. Semih alıyor topu ve ne pas verecek arkadaşı var yanında ne de topla ilerleyeceği alan. Ama işte o futbolu pastan, şuttan, ortadan ibaret sanan yetenekli çocuk İsmail Köybaşı yaptığı faulle Fenerbahçe'ye rahat 2 dk ekstra zaman ve oyunu soğutma imkanı sağlıyor. Mustafa Denizli de bunu öğretecek bir hoca değil. Bu vesileyle BJK yönetimine de burdan selam ederim 1 yıllık Denizli sözleşmesi için. Durmayın devam edin böyle. Daha iyisini bulamayacaklarını düşünen arkadaşlar da var ama farkında değiller ne güzel hocalar uğradı zamanında Beşiktaş'a.

Hakem çok konuşuluyor ya şu sıralar, ben de blogda bir istisna yapıp kısa bir hakem genellemesi yapayım. Hakemlerimiz bariz kötü ve ben daha iyi olacaklarına da ihtimal vermiyorum. Çünkü adamların esas mesleği hakemlik değil. Hepsinin bir mesleği var. Biri öğretmen, biri doktor, biri subay. Hani dışarda görseniz hepsi ağabey çekeceğiniz adamlar. Hüseyin Göçek de inşaat mühendisiymiş. Mühendislik sorun çözme sanatıdır ama mesleğinde. Bu adamın hafta içinde birsürü çözülmesi gereken sorunu vardır masasında. Bu koşullarda hazırlanıyor maça adam. Hele ki bahsettiğimiz ülkede işler Almanya'da ki gibi düzenli değilse varın gerisini siz düşünün.

Maçın dışına çok çıktık yazıda kusura bakmayın. Her iki takım için de ligin gidişatında neler olabilirden bahsedip, son cümlelerimizi yazalım. Fenerbahçe'nin takibi sürüyor ve şampiyonluk şansı çok yüksek. Olamazsa Bursa daha iyi olduğu için olamayacak. Bundan da gocunmam açıkçası. Nasıl ki Fenerbahçe Galatasaray'ı deplasmanda yendi, Bursa da yensin olsun şampiyon. Beşiktaş ise ilk 2 şansını bitirdi. Galatasaray-Bursaspor maçının sonucu onların kaderlerini de doğrudan etkileyecektir. 4.lük makul gözüküyor.

18 Nisan 2010 Pazar

Kazı çalışması !


Alex'in golünü anlatmak varken Bilica'nın kazı çalışmasını anlatmak zorunda kalıyoruz. Bilica futbolun ırzına geçerken sessiz kalmamalıyız. Yoksa güzel oyunu kaybederiz. Bilica fizikinin el verdiği derecede sert oyuncu, anti-teknik oyuncu olabilir. Bu tarz bir sürü futbolcu var. Bir futbolcuyu kısıtlı yetenekleri dolayısıyla yetenekleri ölçüsünde değerlendiririm ama şu sondaj çalışması nasıl değerlendirilir ki. Bu hareketi yapan futbolcunun yeşil çimlerde yeri yoktur.

Blogda futbolu yorumlarken güzel oyuna vurgu yapmaya çalışıyorum ve 2 senelik blog geçmişinde hakem üzerine çok ama çok az yazı var (3-4 maç değindik sanırım). Bu maçta da hakem hakkında kelimeler dolusu yorum yapmayacağım. Mutlaka maça dair birşeyler yazacağız ama Bilica tüm keyfimi kaçırdı malesef. Gecenin ilerleyen saatlerinde maç yazısı olacaktır blogda.

17 Nisan 2010 Cumartesi

İnter 2 - 0 Juventus


Bazen neden İtalya ligini izlediğimi anlayamıyorum. Futbolculara bakıyorsun çok fazla albenisi yok. Sahadaki oyuna bakıyorsun tempo düşük. Yalnız mücadele çok üst düzeyde, gerginlik hat safhada. Bu maçta da öyleydi. Belki de beni cezbeden bu. Hakem Damato Erman Toroğlu deyimiyle tak tak tak sarı kartları sıralarken ortalık durgunlaştı. Ortalık durgunlaştı ama mücadeleden taviz yoktu. Sissoko bir anlık konsantrasyon kaybı rakibe sağlam geçirdi ve ikinci sarı kartını görerek 37. dk da Juventus 10 kişi kaldı. Zaccheroni mücadeleden eksik kalmamak için Del Piero'yu oyundan çkarıp Poulsen'i sürdü. Bu değişiklikle maçın seyri de az çok belli oldu.

İlk yarı başında her iki takımın da uzaktan kaleyi yokladığını söyleyebiliriz. Topa hakim olan İnter'di ama ne İnter cephesinden organize bir atak ne de Juventus'tan etkili kontra atak izleyebildik. Oyunun sık sık durması tempoyu etkiledi. İkinci yarı 10 kişi kalan rakibine karşı İnter daha aktifti. Az da olsa pozisyon buldular. Juventus defansif olarak elinden geleni yaptı ama hücumsal anlamda yetersizdi. Marchisio çok etkisizdi. Daha erken Camorenesi ile değiştirilip hücumsal anlamda daha etkin bir Juve izleyebilirdik. Mourinho'nun hamleleri ise gole dönüktü. İkinci yarının başında Stankoviç, 56.dk da Balotelli oyuna girerek hareket getirdiler İnter'e. Maç tam böyle bitecek diye düşünürken Maicon muhteşem bir gol attı. Bu gol bana Trabzonspor'un efsane sağ beki Lemi'yi hatırlattı. Bir maçta Lemi mükemmel bir şekilde sağdan hareketlenerek kaleci ile karşı karşıya kalmış ve çok kötü vurarak topu dışarıya atmış. Kendisine tepki gösteren taraftara sırtındaki 2 numarasını göstererek ''ha bu numara gol atar mı daa'' diye çıkışmış. Şimdi Maicona bakıyoruz topu kontrol ediyor, çalımını atıyor, şuta hazırlıyor kendisini ve ayak üstüyle harika bir gol atıyor ve bunlar olurken top yere değmiyor. Brezilya'nın 2 numarası da böyle oluyor işte.

Lig de son duruma bakarsak; İnter maç fazlasıyla 70 puanda. Arkasında Lazio ile Roma derbisine çıkacak 68 puanlı Roma var. Bu maçta seyirci avantajı Lazio. 3. sırada 64 puanlı Milan var ve onları da Sampdoria deplasmanına çıkacaklar.



16 Nisan 2010 Cuma

Fenerbahçe - Beşiktaş Derbisinin Golcüleri


Genelden başlayıp faale doğru gidelim. Fenerbahçe adına Beşiktaş ağlarına en çok gol bırakan isim Cemil Turan. Cemil'in 19 golü var. Beşiktaş'ta ise bu isim Hakkı Yeten (21 yıl önce tam bugün vefat etmiş. Bu vesiyleyle saygıyla analım kendisini). Baba Hakkı tam 32 gol bırakmış Fenerbahçe ağlarına. 2 takımda oynayan Faal futbolcular arasında ise Alex 8 golle lider. Bobo'nun ise 6 golü var. Bu ikiliyi 3 golle Güiza takip ediyor. Fenerbahçe'den Semih ve Deivid'in, Beşiktaş'tan da Holosko ve Nobre'nin 2 şer golü var. Aslında Nobre'yi 3 gollü de sayabiliriz. Fenerbahçe formasıyla da Beşiktaş'a 1 gol atmayı başardı. Aynı şekilde Yusuf da hem Fenerbahçe formasıyla hem Beşiktaş formasıyla 1'er gol attı.

Alex'in attığı gollerden en önemlisi 2008 Mart'ında İnönü'de attığı 2 goldür. O maçta Alex hem mükemmel oynamıştır, hem de Fenerbahçe kazanıp Beşiktaş'tan liderliği almıştı ve Beşiktaş sonraki haftalarda toparlanamayarak şampiyonluk yarışının dışında kalmıştı. Lakin o sene futbolunu çok beğendiğim Fenerbahçem Ali Sami Yen'de kaybederek şampiyonluğu Galatasaray'a bırakmıştır. Bobo'nun attığı gollerin en önemlileri geçen sezon kupa finalinde attığı gollerdi. İkinci yarıda 1-1 seyretmekte olan maçta önce takımını 2-1 öne geçirmiş, ardından 2. golünü de atarak Beşiktaş'ı 3-1 öne geçirerek Fenerbahçe'nin kupa umutlarını yıkmıştı.

15 Nisan 2010 Perşembe

Şükrü Saraçoğlu'nda son 10 Fenerbahçe-Beşiktaş Maçı


29 Kasım 2008 - Fenerbahçe 2 - 1 Beşiktaş (Süper Lig)
3 Kasım 2007 - Fenerbahçe 2 - 1 Beşiktaş (Süper Lig)
26 Nisan 2007 - Fenerbahçe 1 - 1 Beşiktaş (Türkiye Kupası Yarı Final Rövanş)
19 Kasım 2006 - Fenerbahçe 0 - 0 Beşiktaş (Süper Lig)
26 Şubat 2006 - Fenerbahçe 2 - 2 Beşiktaş (Süper Lig)
17 Nisan 2005 - Fenerbahçe 3 - 4 Beşiktaş (Süper Lig)
30 Kasım 2003 - Fenerbahçe 2 - 2 Beşiktaş (Süper Lig)
2 Şubat 2003 - Fenerbahçe 0 - 1 Beşiktaş (Süper Lig)
2 Kasım 2001 - Fenerbahçe 1 - 2 Beşiktaş (Süper Lig)
24 Şubat 2001 - Fenerbahçe 3 - 1 Beşiktaş (1. Lig)

2000'li yılların 2. yarısından beri Beşiktaş'ın Şükrü Saraçoğlunda galibiyeti yok. Öncesinde oynanan 5 maçta da 3 Beşiktaş galibiyeti var. O öncesinin toplumun yüzeysel futbol yorumu yapan arkadaşlara oluşturduğu genel kanı ''Fenerbahçe Galatasaray'ı yeniyor, Beşiktaş'ta Fenerbahçe'yi''. Ortaokul yıllarımda (ki bu 13-14 sene öncesi) Beşiktaş'ın 101 e 99 gibi bir önceliği vardı. O günlerden bugünlere hep dengede seyreder bir vaziyette gitti bu derbi. Onun da öncesi, 1993'de Uche'nin 90. dk da 90'a taktığı maç öncesi, Fenerbahçe 1987-1993 yılları arasında oynanan 27 maçta sadece 3 galibiyet almıştır ki dediğimiz gibi o da yıllar öncesinde kendini amorti etmiştir. Son 10 maça bakarsak Fenerbahçe'nin 7 galibiyeti ve 1 beraberliği bulunuyor Beşiktaş'a karşı. Bunun da 4 tanesi İnönü'de, 3'ü Şaraçoğlu'ndadır . Her iki takım açısından da derbiden extra bir psikolojik etken yoktur bence. Beşiktaş'lılar Galatasaray maçlarına göre daha fazla ön planda tutar bu derbiyi o kadar.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Dünya Kupaları Efsane Golleri #1 Tardelli


1982 İspanya Dünya Kupasının Final maçında İtalya ile Almanya karşı karşıya geldi. 1-0 İtalya üstünlüğü ile devam eden maçta, Tardelli 69. dakikada attığı golle İtalya'yı kupaya bir adım daha yaklaştırıyordu. Dikkat çekilmesi gereken nokta Tardelli'nin yaşadığı gol sevinci. Gol ile kupa heyecanının muhteşem birleşimi olan bu gol sevinci bir çok TV programının jeneriklerini süsleyecekti. Golü ayakta kutlayan 86 yaşındaki amca da İtalya Cumhurbaşkanı Alessandro Pertini.

13 Nisan 2010 Salı

Süper Lige Hoşgeldin Kardemir Karabükspor


Son 20 yılda Batı Karadeniz'in 1.ligde 2 takımı oldu, Boluspor ve Kardemir Karabükspor... Boluspor düştüğü 91/92 sezonundan beri bir daha Türkiye'nin en üst futbol ligine çıkmayı başaramadı. Son 2 yıldır finallerde elenip gelemedi Süper Lige. Bu sezon ilk 6 şansı devam ediyor. Fakat geçtiğimiz senelere göre heyecanını kaybetmiş görünüyorlar. Karabükspor bu sene işini şansa bırakmadı ve şampiyon olarak, 98/99 da elveda dediği lige tekrar merhaba dedi.

Kardemir Karabükspor ligimizin marjinal bir rengi değildi belki ama yine de bana unutamayacağım bir an bıraktı. Bir Galatasaray maçında Hagi'nin soldan süzülerek gelip sağ ayakla çektiği şut yavaş yavaş kaleci Şevki'nin üstünden ağlarla buluşmuştu. Şevki'nin tribünden maçı izleyen bir çocuk gibi anlamsız bakışları hala aklımda. Kaleci Şevki Şenol Karagöl'den önceki Türk futbolunun marjinal kalecisiydi. Karabükspor'dan sonra gittiği takımlarda da liste başı olmayı başarmış. Şu an Şanlıurfaspor'un kaleci antrenörlüğünü yapıyor. Bir diğer göze çarpan isim de Erdoğan Yılmaz'dı. Fena da golcü değildi hani. Takım küme düşünce o da ayrılıp Çaykur Rizespor'a transfer oldu ve ardından yine 1. ligde Rizespor formasıyla mücadele etti. Futbolu bıraktıktan sonra Karabükspor dahil bir kaç takımda teknik direktörlük ve antrenörlük yaptı. Şu an Kasımpaşa'da antrenörlük yapıyor. Bir isim daha var ki onu hepimiz tanıyoruz. İbrahim Üzülmez de Karabükspor'un son 1. lig yılında genç oyuncu olarak kadrodaydı.

Özetle Kardemir Karabükspor'un Süper Lige çıkmasına sevindim. Aslında yıllar önce yediğim kıymalı pidenin hatırı da var. Bugün gitsem o muhteşem pidecinin yerini bulurum ama yol tarifini yapmam biraz zor. Yolu deplasmana düşenler mutlaka sorup soruşturup o pideciyi bulsunlar. 2 büyük porsiyonu da mideye indirmeden gelmesinler.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Van Gaal'in Önerileri Üzerinden


Geçenlerde Goal.com'da bir haber vardı. Van Gaal futbolda seri penaltı atışlarının kalkmasını ve 90 dakika sonunda yapılacak olan uzatmalarda her 5 dk bir her iki takımdan da 1 er oyuncu eksilmesini buyurmuş. Yani 95. dakikada takımlar 10 kişi, 100. dakikada 9 kişi ve 115. dakikadan sonra da 6 ya 6 oynansın. 120 dk sonra da altın gol kuralı uygulansın diyor. Diğer önerileri de çipli top kullanılması, bir tv hakeminin saha kenarında bulunması ve taçların da ayakla kullanılması. Detayları burdan okuyabilirsiniz. Kişisel fikrime gelirsek;

Yıllar önce seri penaltı atışları yerine denenen bir sistem vardı. Kaleye 30-35 metre uzaklıktan topu alıyordunuz ve kaleye doğru sürerek gol atmayı amaçlıyordunuz. Penaltı değilde, karşı karşıya pozisyon işte. Böylelikle hem anlık bir konsantrasyon sorunu yaşamıyorsunuz, hem de yeteneğinizi daha iyi bir şekilde değerlendirme şansı buluyorsunuz. Aynı şey kaleciler için de geçerli bir durum. Bu sistemi Güney Amerika'da denediler ama akıbeti ne oldu tam olarak bilmiyorum. İsmini de hatırlayamadım şu an. Aranızda hatırlayan vardır mutlaka. Yorum bölümünde aydınlatırsa bizi mutlu olurum.

Çipli top konusuna ben de katılanlardanım. Futbol hakkında amatör ruh, futbolun zevki falan ne dersek diyelim su götürmez bir gereçek var ki o da büyük yatırımların yapılması. Hiç bir futbolcunun alın terini futbolun zevkiyle değişemem. Çizgiyi geçen bir topunuz olacak ve hakem golü vermeyecek. Belki finali kaybedeceğiniz bu maçtan sonra birileri futbolun güzelliği diyecek. Ben bunu kabul edemem. Karşı takımın kalecisi mükemmel oynasın, 20 tane mutlak gol pozisyonun engellesin, rakip takım kalemize 1 kere gelip golü atsın eyvallah ama hakem hatasına toleransım yoktur. Kaldı ki -somut bir veri olmasa da- futbolun kendi içinde bir adaleti olduğuna inanırım ve iyiler mutlaka kazanır. Aynı şekilde ofsayt kuralı da bu şekilde değerlendirilmeli. Günümüzde futbol çok hızlı oynanıyor ve ofsaytı çözmek gerçekten çok sıkıntılı bir hal almaya başladı.

11 Nisan 2010 Pazar

Real Madrid vs Barcelona


Pellegrini ilk maçta bir nebze olsun rakibini durdurmayı başarmıştı. Bu maçtada gereken defansif önlemleri alıp hücumda da daha aktif olacak bir Real Madrid bekliyordum. Bu sezon ki Barcelona'ya karşı alan daraltmak çok zor. Barcelona'nın yoğun pas trafiğini çok koşarak durdurmanız da zordur. Oyunun rölantide seyretmesine de izin verirseniz, Xavi'nin insan üstü paslarına ve aralardan kaçan hücumculara mağlup olursunuz. Bu sezon Barcelona'yı en iyi durdurmanın yolu faule kaçan tatlı-sert müdaheleler. Arsenal Barcelona'ya karşı böyle başladı. Böylelikle maçın başındaki baskıyı kırmayı da başardılar. Golü de bu sayede bulmuşlardı. Pellegrini'de aynı şekilde hazırlamış takımını. Real Madrid maça tatlı-sert faullerle başladı. kazandıkları topları ise iyi kullanamadılar. Barça oyunu rölantiye almışken Xavi'nin o insan üstü pası Messi ile buluştu. Sanmıyorum ki dünyada faal futbolcular içinden birisi ceza yayı üzerindeki defansın arkasına yüksek top atılabilsin. Bunu ancak Xavi yapar. Aynı zamanda o topu da ne İbrahimoviç, ne de Henry Messi çabukluğunda içeriye girip değerlendirebilir. Messi pası verip hareketlenmeye başladığında da rakibiyle arasında minimum 5 metre mesafe var ve Xavi topu kestiğinde Messi bırakın ofsaytta kalmayı, ofsayt çizgisinde bile değil. Rakibiyle arasında 1 metre mesafe var. Tüm dünya Messi'yi konuşuyor ama aslan payı Xavi'de. Tüm dünya hocaları herhangi birine adam markajı verse eleştiririm ama Xavi'ye bire bir adam markajı uygulatsa neden uygulattın demem.

Yazının başında bahsettiğim gibi Real Madrid'in tatlı sert oynama çabası, dakikalar ilerledikçe kontrolsüz bir hal almaya başladı. Mesela Sergio Ramos bugün maçta değildi. Aşırı konsantrasyondan kaynaklandığını düşünüyorum. Karşınızda gelmiş geçmiş en iyi Barcelona olduğu yetmiyormuş gibi hem şampiyonluktaki tek rakibiniz, hem de evinize oynanacak Şampiyonlar Ligi finalinin en büyük adayı var. Bunca yatırıma rağmen önüne set çekemiyorsunuz. Real Madrid cephesinde temel sıkıntı buydu bence. Psikolojik olarak maça hazır değillerdi. Ayrıca yaptığı 3-4 transferle Los Galacticos II'yi kurduklarını zannediyorlar ama burada da bir yanılgı var. Yaptıkları Kaka ve Ronaldo transferi ile Sneijder ve Robben'in yerini doldurdular sadece. Ne Van der Vaart bu takımın futbolcusu olacak düzeyde, ne Marcelo (ki maçın başında bir nebze iyiydi), ne kaçak güreşçi Gago. Tabi Real Madrid'in gerginliğine Barcelona'da ortaktı maçın başında. İlk yarı çok sık durdu. Doğal olarak futbol kalitesi oldukça düştü maçta. Van der Vaart 2-0 da sonra yakaladığı karşı karşıya pozisyonda golü bulsa en azından Real Madrid'in 2. gol arayışları içerisinde seyir zevki artabilirdi.

Öncesi çok konuşulan bir maç olarak beklenenden uzak bir seyir zevkiyle bitti. Barcelona'yı yenmenin ne kadar zor olduğunu bir kez daha gördük. Tüm dikkatler Mourinho'da artık. Zaten devamlı gitmek istediğini ima edip, zırlıyor. Finale kalırlarsa bol sıfırlı Madrid kapıları sonuna kadar açıktır kendisine.

9 Nisan 2010 Cuma

Avrupa Ligi Çeyrek Final Değerlendirilmesi


Son 16 maçları çok keyifli mücadelelere sahne olmuştu. Çeyrek final maçlarının da aynı zevki vereceğini düşünüyordum. Pek umduğumu bulamadım diyebilirim. Dün Wolfsburg-Fulham, Liverpool-Benfica, S.Liege-Hamburg ve Atletico Madrid-Valencia maçları oynandı.

Evinde 2-1 kazanan Fulham, maçın başında 1-0 öne geçerek rahatladı ve bu rahatlıkla futbolunu oynayıp, adını yarı finale yazdırdı. Fulham'ın bu galibiyetini süpriz olarak değerlendirmiyorum ama Shakhtar'ı ve Juventus'u elemesi tebrik edilesi. Bu noktaya gelmesi süprizdir tabi ki.

Liverpool maçın başında 2-0 üstünlüğü yakaladı. İkinci yarı da 3'ü atıp iyice rahatladı ama Cardozo farkı Benfica'yı ümitlendirdi. Cardozo belki üst düzey bir oyuncu değil ama Avrupa'nın 2. sınıf takımlarında rahatlıkla oynayabilecek bir santrafor. Ligimize gelse 20 golün altına düşeceğini sanmıyorum. Golü attığı free-kick vuruşunu yerden, sert, ayak üstü ve fasolu vurdu. Hemen hemen aynı noktadan yine bir free-kick kazanıldı ve bunu da ayak içi baraj üstünden vurdu. Az farkla kaçtı gol. Her şekilde topa vurabiliyor. Yazanı da söyleyeni de çoktur ama bir kez de ben yazayım, Fenerbahçe şu adamı getirsin takıma. Transfermarkt.de 12,5 m euro fiyat biçmiş kendisine. O kadar düşük miktara transfer satacaklarını sanmıyorum ama Güiza'ya 14m euro veren yönetim isterse Cardozo'yu alır. Liverpool'dan bahsedersek, adım adım finale gidiyorlar. Çok iyi bir futbol oynamadılar ama turun getirecek futbolu sergilediler bugün. Hakem engel olmazsa Atletico Madrid'i eleyeceklerini düşünüyorum. Neden mi hakem dedim? Okumaya devam ediniz lütfen...

Atletico Madrid ittir kaktır devam ediyor. Sporting Lizbon'u 2 beraberlikle eledikten sonra Valencia'ı da 2 beraberlikle elediler. Yine bir kale arkası hakemi damga vurdu maça. Duran top sırasında Zigiç'in forması çekilmekten yırtıldı. Hadi diyelim ceza sahasıdır itiş kakış dedin vermedin ama İtalyan malı, orjinal kappa Valencia formasını yırtık halde görünce neler düşündün ey hakem... Maçları dolanırken bir kısmına bakma şansım oldu. İlk yarıdan izlediğim bölüm çok da hareketli değildi açıkçası. İkinci yarısı daha pozisyonlu geçmiş gibi. Özeti burada.

S.Liege-Hamburg maçınında ikinci yarısının başını izledim. 2-1 biten ilk yarının ardından, ikinci yarının başında baskı kuracaklarını düşünüyordum ama Hamburg pek fırsat vermedi. Mbokani'nin 60. dakikada kaçırdığı mutlak bir pozisyon vardı. Onu atsalardı belki daha keyifli bir maç izleyebilirdik. Oyuna sonradan giren Guerrero'nun golüyle Hamburg 3-1 galip ayrıldı maçtan. Petric'in rövaşata ile attığı 2. gol görülmeye değer. Maçın özeti burada. Evinde oynayacakları final için müthiş umutlular artık. Fulham ile oynayacakları maç harika geçecektir kanımca.

Şimdi hesap kitap yapalım biraz. bakalım Platini'nin planı tutmuş mu? Yarı finale 1 Alman, 1 İspanyol, 2 İngiliz kalmış. Önceki senelere bir bakalım;

08/09 Shakhtar-D.Kiev, W.Bremen-Hamburg
07/08 B.Münih-Zenit, Rangers-Fiorentina
06/07 Espanyol-W.Bremen, Sevilla-Osasuna
05/06 Schalke-Sevilla, S.Bükreş-Middlesbrough

Şampiyonlar Liginden gelen Liverpool ve Atletico Madrid var. Son senelere göre sanki biraz daha çekişmeli olmuş bence. Açıkçası ben Platini'nin bu kararını destekliyorum. Avrupa Liginin grup maçları pek iyi değildi ama son 32 takım iyi takımlardı. Son 16 da da müthiş keyif aldığım bir maç haftası yaşandı. Grupları 12 den 8'e düşürürlerse daha keyifli bir grup mücadelesi izleriz ama ne kadar çok takım o kadar para demek olduğundan buna yanaşmayacaklardır. Mühim olan Şampiyonlar Ligi'ne katılan küçük takımların ekonomilerini düzeltmesi. 3-4 yıl sonra çok daha net geri-dönüşler alacağız.


8 Nisan 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Maçları

Şampiyonlar Ligi kulüpler düzeyinde futbolun en iyi oynandığı organizasyondur. Hatta ben bunu oturur ciddi ciddi Avrupa Şampiyonasıyla, Dünya Kupasıyla kıyaslarım. Milli düzeyde oynanan turnuvalara göre artıları da vardır bence. Bu daha kapsamlı tartışılabilecek bir konudur. Sadece nazarımdaki önemine dikkat çekmek istedim. Her yıl bu mevsimde muhteşem maçlar izliyoruz. Yine çok güzel 4 maç izledik. Ekran karşısına oturduğunuza pişman olmuyorsunuz.

İngilizlerden başlayalım. Yakın geçmişte yarı finalde 3 İngiliz takımı varken şimdi hiç yok. 2002/03 sezonundan beri ilk defa İngilizler Şampiyonlar Liginde yarı final göremeyecekler. Bunların uzun uzun detaylandırılmasına gerek var mıdır? Bence yoktur. Liverpool tek olarak ele alınabilir belki ama Manchester United bildiğimiz Manchester United, Arsenal bildiğimiz Arsenal'di bu sene. Arsenal'in şansızlığı Barcelona ile eşleşmesiydi. Manchester'ın şansızlığı ise Rafael'in gördüğü kırmızı karttı. 2-1 yenildiğin maçın rövanşına çıkıyorsun ve ilk 7 dakikada 2-0 öne geçiyorsun. Dakikalar 41'i gösterdiğinde 3-0 öndesin. Başka ne istersin ki... Daha da önemlisi 42. dakikada kaç kişi United 2 gol yer ve elenir diye düşünür ki... Oliç çıktı sahneye ve 43. dakikada umutları yeşertti. 50. dakikada Rafael kırmızı kartı görünce bir takıma hayal kırıklığı, diğer takıma moral geldi. Budur zaten futbolun güzelliği. Tüm emekleriniz 1 hata ile heba olabiliyor. Arsenal'e gelirsek; Barcelona önünde her iki maçta da yapabileceklerini yapmaya çalıştı. Elinden geldiğince, gücü yettiğince mücadelesini sürdürdü. Barcelona ve Man. Utd. dışında eşleşebileceği her takıma karşı benim favorimdi zaten. Aslında politikasını pek tavsip etmem ama dünya gözüyle böyle bir takım görmenin mutluluğunu da yaşıyorum.

Bayern'i ise yarı finalde görmek güzel şey. Gerçekten özlediğim bir takımdı. Elber'i, Effenberg'i, Kahn'ı, Bassler'i, Ze Roberto'yu, Salihamidzic'i, Lucio'yu, Hitzfeld'i,.. vb hiç unutamam. Şampiyonlar Ligi deniyorsa Bayern'in adı geçmelidir. Man. Utd.'yi inançları ile yendiler. Her iki maçta da geride gelip skoru kendi lehlerine çevirmeyi başardılar. Bu sene şansları da yaver gidiyor. Muhtemelen finale kadar uzanacaklar.

Mourinho'ya ise bu sefer ekmek çıkmadı. Karşısında atışacağı, ver-kaç yapacağı, orta keseceği isim yoktu. Molada saydım ben onu. En sessiz çeyrek final mücadelesine imza attılar. Bu sessizlikte hazırlanmıştır mutlaka Barcelona'ya. Porto döneminde Real Madrid ile oynayacakları maç için asistanları ile nasıl hazırlandıkları yazılmıştı kitabına. Allem edip kallem etmişler ve Real Madrid'i durdurmanın taktiğini bulmuşlar ama kadroyu saydıklarında 12 kişi çıkmış karşılarına. Doğal olarak yenilmişler. Şimdi karşılarında Barcelona var. İlginç bir maç olacak.

Barcelona ise kupanın mutlak favorisi. Seneye de favorisi olacaktır. Belki uzun yıllar en büyük favori kalacaktır. Belki de dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımına tanıklık ediyoruz. Bir takım daha iyi oynayabilir mi acaba bilmiyorum. Tüm oyuncuları Messi alçakgönüllüğünde olursa olur ancak. Bir futbolcu bu kadar iyi olacak ve bu kadar da alçak gönüllü olacak, takdir edilesi bir davranış.

Fransızlar ise yarı finali garantilemişti. Gönlümden geçen Bordeaux idi. Lyon bugün 1-0 yenilmesine rağmen geçti turu. Man. Utd.-Bayern maçı 2-0 olunca açtım Bordeaux-Lyon maçını. İlk yarının son 30-35 dakikasını izledim. Sağlam baskı kurdular. Golü atacakları belliydi. Nitekim ilk yarıyı da 1-0 önde kapatmayı başardılar. İkinci yarıda da baskılı oynamışlar ama kaleciye takılmışlar (bknz). Gönlüm sene başından beri Bordeaux'daydı. Kanımca hakettiler de yarı finali. Lyon'un çok daha iyi kadrolar gördüğü ve çok daha iyi futbol oynadığı günler oldu. Onlar da daha önce haketmişti. Sanırım adalet bu yönden işledi.

Tahminim Bayern ile Barça'nın final oynayacağı yönünde.

6 Nisan 2010 Salı

Dünya Kupası Şampiyonu Kadrolar #1

Uruguay 1930;

Ballesteros, Nasazzi, Mascheroni, Andrade, Fernandez, Gestido, Dorado, Scarone, Castro, Cea, Iriarte. TD; Alberto Suppici.

Grup maçları; Peru 1-0, Romanya 4-0/ Yarı Final; Yugoslavya 6-1/ Final; Arjantin 4-2


İtalya 1934;

Combi, Monzeglio, Allemandi, Ferraris IV, Monti, Bertolini, Guaita, Meazza, Schiavio, Ferrari, Orsi. TD; Vittorio Pozzo.

İlk Tur; ABD 7-1/ Çeyrek Final; İspanya 1-1 & (ikinci maç 1-0)/ Yarı Final; Avusturya 1-0/ Final; Çekoslovakya 2-1(uzatmalarda)

İtalya 1938;

Olivieri, Foni, Rava, Serantoni, Andreolo, Locatelli, Biavati, Meazza, Piola, Ferrari, Colaussi. TD; Vittorio Pozzo.

İlk tur; Norveç 2-1(uzatmalarda)/ Çeyrek Final; Fransa 3-1/ Yarı Final; Brezilya 2-1/ Final; Macaristan 4-2


5 Nisan 2010 Pazartesi

Çikolata Messi

İspanya'da yapılmış ve tam 115 kg mış. Messi den daha ağır anlayacağınız. Ben pek benzetemedim Messi'ye. Temiz kalpli, şirin Lleida usta yerine, sponsor parmağı değmiş gibi duruyor.

foto: afp

4 Nisan 2010 Pazar

Güzel Bir Gün


Bugün Fenerbahçe taraftarının kalbi 2 yerde attı. İlk önce bayan voleybol takımından bahsedelim. Blog tarihinde Fenerbahçe voleybol takımı ile alakalı tek post yok. Bunun sebebi bu spora yeterince vakıf olmayışımız. Özellikle sağlam, iddialı, atmosferi olan bayan voleybol maçlarından çok keyif alırım. Son turlardaki maçları da izledim ve keyif aldım diyebilirim ama dediğim gibi pek vakıf değilim. Kazanılan zaferlerden sonra 5-6 yüzeysel cümle ile bahsetmek ne bana, ne de okuyuculara bir şey kazandırır. Bunun için açılmış blog var, oradan okumak daha sağlıklı(fenervoleybol.blogspot.com). Bugünkü maçı da dönüşümlü olarak izledik. 2-0 dan sonra gözler TRT 1'e daha çok kaydı. Sonuçta bize çok saf ve güzel bir heyecan yaşattılar. Bayan voleybolcularımıza da tebriklerimizi sunup, teşekkür ediyorum buradan.


Futbol takımına gelince; Bugün mücadele üst düzeydi. Fenerbahçe'nin bugün oynadığı maçın daha iyisi olamaz ve daha iyisini de beklememek lazım. Çünkü Fenerbahçe'nin sene başından beri ciddi bir koordinasyon sorunu var. Fenerbahçe'nin aldığı iyi sonuçların ortak noktası üstün mücadele. Kontra atağa yatkın bir çok oyuncusu olmasına rağmen sonuca gitmekte büyük sıkıntı yaşıyoruz. O yüzden bu takımın ilk golü yememesi çok önemli. Mücadele açısından bugün Mehmet Topuz'u çok beğendim. Defansif olarak da daha tedbirliyiz ve geride daha çabuk çoğalıyoruz. Bu da mücadelesi ile ön plana çıkan defans elemanlarını yıldız yapıyor. 2 ay önceki gibi defansta kalabalığı kaybedersek yine Bilica'dan şikayetçi olacağız.

14 gün aramız var şimdi. Aralar iyi değerlendirilmedi zaman takımın ritmini bozar ama takımın bu arayı sağlam konsantrasyon ile geçireceğini düşünüyorum. Özetle güzel ve mutlu bir gündü bugün. 1,5 ay sonra daha mutlu olacağımızı umuyorum.

2 Nisan 2010 Cuma

96 Model Manchester

Fotoğraf 5 Mayıs 1996 tarihinde Middlesbrough maçında Giggs'in attığı golden sonra çekilmiş. Kimler yok ki; Nicky Butt, Erik Cantona, David Beckham, Ryan Giggs, Andy Cole, Roy Keane, Denis Irwin.

1 Nisan 2010 Perşembe

Barcelona Üzerinden Keyif Almak


Açıkçası bazen üzülüyorum eski takımları, yıldız futbolcuları izleyemediğime. Bugün şunu anlıyorum ki her devrin bir güzelliği var. Hani diyoruz ya futbol artık daha hızlı, daha fazla mücadele gerektiriyor, futboldaki keyif azaldı diye. Bir bakıma öyle gerçekten. Mesela Süper Ligde çok nadir yakalıyoruz zevkli maçları.

Beklentilerimizi karşılayacak maçlardan biri Arsenal-Barcelona maçı için tv karşısına geçtik. Öyle bir ilk 15-20 dk yaşandı ki hani dersiniz ya ''karnım acıktı, mutfağa gidecek vakit bulamadım''. Bu maçta değil mutfağa, küllükteki sigaraya bakıp almaya vakit bulamadım. İnanılmaz bir ilk yarı oldu. Michael Laudrup bu takım için bizim zamanımızdan daha iyi diyor ama sanırım Barça tarihinin en iyi takımı olma yolunda bu takım. Son yıllarda izlediğimiz en keyifli mücadeleler Barcelona'ya kafa tutma amacında olan takımlarla oldu. Maksimum keyif almak için her yıl bu mevsimi, Şampiyonlar Liginin çeyrek finallerini bekliyor olacağız gibi. Barcelona'da La Masia, Arsenal'de Wenger, Real Madrid'de para olduğu sürece biz zevki bu şekilde yaşamaya devam ederiz.