30 Kasım 2010 Salı

5


El Clasico'yu dışarıda izledim. Dolayısıyla eve de geç geldim. Bugün de iş, güç nedeniyle yazamadık yazıyı. Kısaca değinmek gerekirse; Barcelona'nın gücünü anlamak zor. Sene başından beri oynadığı takımlar ile arasında en iyisi zaten onlardı. Real Madrid'i ne hale sokabileceklerini ispatladılar. Öyle ki bu Real Madrid geçen senekinden çok daha iyi oynayan bir takım. Katalanların muhteşem pasları bir yana, saha içinde çok iyi yer değiştirerek kayıyor ve hedef santrafor olmadan nasıl rakibin delineceğinin dersini veriyor.

Fotoya gelince; 2016 yaz olimpiyatlarına aday ülkelerden biriydi Madrid. Son 4'e kadar girmiş ama bildiğiniz gibi Rio almıştı organizasyonu. Yukarıdaki foto da organizasyonun logosuydu. Pique ile selam çakmış Barcelonalılar. İspanyollar buna "manita" diyor. Biz de bir nevi türk argosuyla bugün de biz elinize verdik anlamını çıkartabiliriz.

27 Kasım 2010 Cumartesi

El Clásico Party


Sezon başında liglerin fikstürleri çekilirken gözlerin ilk aradığı haftadır Real Madrid-Barcelona haftası. Aylar öncesinden ajandalarda bu maçın günü işaretlenir, başka bir programla çakışmasın diye. Pazartesi sendromunu şölene çevirecek bu geceyi de en güzel şekliyle yaşamak gerekiyor tabi.

Çoğu kişi kendince irili ufaklı programlar yapmıştır maçı izlemek için. Eğer hala yapmayanlar varsa kendilerine bir öneri niteliğindedir bu yazı. Her ne kadar İspanya'da 81 sinema salonu El Clásico'ya hizmet etse de, bizim ülkemizde de bir kaç yerde açılacak perdeler vardır elbet. Pazartesi akşamı, malum saattin 1 saat öncesinden itibaren Taxim Live'da bir El Clásico Gecesi düzenleniyor. Taraftarlar otobüs mü kaldırır, münferit mi gider bilmem ama her iki taraf da burada bulunacak. İçeri giriş 10 TL, bir içki ücretsiz, biletler de biletix'de

25 Kasım 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Notları #5. Hafta


- Real Madrid'den başlayalım. Şüphesiz bu haftaya damga vuran olaylardan biri Xabi Alonso ve Sergio Ramos'un bilinçli kart görmeleriydi. Futbol tarihi buna benzer bir çok kart görmüştür, kaçını yazmıştır bilinmez. Ama bu kadar da altı deşilmememiştir. Bu olayın bu kadar konuşulmasının başlıca sebebi elbetteki Mourinho. Nam-ı diğer "special one"ın anlattığı yalanı yemedik tabi ki. Ben Mourinho'yu severim de bazen zıvanadan çıkıyor. Hele ki kartı gören iki arkadaş nasıl böyle amatörce görmeyi becerdiler hayret. İnsan bi faul falan yapar yahu.

- Bazen ne kadar zorlarsan zorla olmuyor. Hapoel'in Benfica'yı 3-0 yenmesi aklıma birkaç yıl önceki Arsenal - CSKA Moskova maçını getirdi. Orada durum biraz daha farklıydı. Arsenal'li futbolcular kulübü kuranlara nazire yaparcasına rakibi top atışına tutmuş ama maç 0-0 bitmişti. Benfica da bu maçta sayısız gol fırsatı yakalamış. Tam 21 kez köşe vuruşu kullanmışlar. Maç da şaka gibi 3-0 bitmiş. Olayın vahameti büyük. Benfica elenmiş oldu Şampiyonlar Ligi'nden.

- Roma Olimpiyat Stadında son yılların en güzel geri dönüşlerinden biri yaşandı. Son haftaların formda golcüsü Gomez'in golleriyle 2-0 öne geçen Bayern, ikinci yarıyla birlikte Roma'nın gladyatörlerine karşı koyamadı. Roma puanını 9 a çıkardı. Basel 6 puanda. İkili averaj Basel'den yana. Son maçlarda Roma, Romanya deplasmanına, Basel Almanya deplasmanına çıkacak. Kısacası bu galibiyet Roma'ya 2. tur kapılarını sonuna kadar açtı. Grupta iddiası kalmayan Cluj'dan 1 puan alsa kafi.

- Rooney Şampiyonlar Ligi'nde en son ilk maç olan Rangers maçında oynamıştı. Wigan karşılaşmasında da sonradan girerek açtığı yeni sayfada girişe başlamıştı. Bugün penaltıdan da olsa attığı gol ile girişi tamamladı. Sonucu yıllar sonra görmek dileğiyle gelişmeleri bekliyoruz.

- Şampiyonlar Ligi'nde ev sahibiyseniz rakip kim olursa olsun ibre size terslenmez. Maç öncesi seramoninin getirdiği gazdan mıdır bilmem ama bu böyledir. Braga evinde Arsenal'i 2-0 ile geçti ve puanını 9'a yükseltti. Fakat bu gruptan çıkması için kendisine mucize gerekiyor. Bu gruptaki diğer takım Shakhtar ise Partizan'ı deplasmanda yenmeyi başararak gruptan çıkmayı büyük olasılıklar garantiledi.

- İkinci tura çıkmayı garantileyen takımlar şöyle; A grubu; Tottenham-İnter, B grubu Schalke-Lyon, C grubu; Man.Uni.-Valencia, D grubu; Barcelona, E grubu; Bayern Münih, F grubu; Chelsea-Marsilya, G grubu; Real Madrid-Milan...

Bu kadarını beklemiyorduk

Bursaspor 5. Şampiyonlar Ligi maçında fark yerken, bu kez gol atmayı başardı, 6-1. Skoru geçen haftalarda yaşanan Bursaspor TV sunucusu hanım ile Trabzonspor arasında ilintiliyebilirsiniz ama ben pek bu konu üzerinde durmak istemiyorum. Hem Bursaspor yönetimi de bu saçma hadiseden dolayı özür de diledi.

Bursaspor'un Şampiyonlar Liginde oynadığı maçlardan sonra üstüne basarak söylediğim şey takımın tecrübesizliğinden çok hocanın tecrübesizliğiydi. Ertuğrul Sağlam hakkında ben hala emin değilim. 27 yıl aradan sonra bir Anadolu takımını şampiyon yaptı ama evet, hala emin değilim. Bursaspor ciddi ataklar yiyerek başladığı maça ısındı ve pozisyonlar buldu. Hele Sercan'ın o aşırtma vuruşu. O pozisyon öncesinde de süratini ve inatçılığını gösterebildiği bir pozisyonu da vardı. Eğer golü atabilseydi Bursaspor'dan çok kendine fayda sağlayacaktı. Peki Bursaspor'un penaltı golünden sonraki düşüşüne ne demeli.

Schuster 60'ların futbolu oynanıyor bu ligde dedi. Ben 90 dan sonrasını biliyorum, gerisini bilmem ama Fenerbahçe'nin 2008'de cl'de çeyrek final oynayan yavaş, ayağa pas yapan, sabırlı futbolu hangi yıla ait olursa olsun şu futbola tercih ederim. Günümüz futbolunda futbolcudan çok hocada bitiyor iş. 2 yıldır takımın başında bulunan kenardaki adam ne yapıyorsa, takım da aşağı yukarı o kadar oynar. Ertuğrul Sağlam bir ara UEFA'nın gelecek vaadeden hocalar listesinin başlarındaydı. O liste hala duruyor mu bilmem ama hocanın bir hayli yavaş geliştiğini belirteyim ben. Elinin altında her yönüyle diğer Anadolu takımlarından üstünlüğü olan bir takım varken ve bu noktalara kadar da ilerlemişken kaçırmasın bu fırsatı. Umarım ileride Şenol Güneş gibi futbol dersi verir bize. 

24 Kasım 2010 Çarşamba

Oynatmaya az kaldı doktorum nerde



Video dün oynanan Cluj-Basel maçından. Kulübenin camını parçalayan adam Cluj'un hocası Sorin Castu. Bıraksalar tüm kulübeyi parçalamaya da niyetliymiş aslında.

Edit : Cluj yönetimi Castu'nun bu davranışından ötürü görevine son verdi.

23 Kasım 2010 Salı

Fenerbahçe 5 - 2 Bucaspor


Fenerbahçe'nin hızlı başlamış gözüktüğü ama aslında Bucaspor'un amatör defansının yediği gollerle farkın bir anda 3'e çıktığını söyleyebiliriz. İlk 23 dakika'da Fenerbahçe'nin 4 pozisyonu, 3 golü var. Atılan 3 gol de Gökhan Gönül'ün taşıdı toplarla sağ kanattan geldi. Atılan ilk golde defansif orta saha kademeye girip Alex'i kapatmıyor. Kaldı ki vuruş anında ceza sahası içinde 6 Fenerbahçe'li futbolcu var. Bu pozisyonda Cristian'ın hakkını da verelim. Golde yaptığı ceza sahası içine koşuyu daha çok yapması gerektiğini sık sık yazıyoruz. İkinci golde kaleci topu gerektirdiği gibi uzaklaştıramadı, yumrukladığı top Niang'ın önünde kaldı. Burada da Niang'ın hakkını verelim. Alex'e oldukça basit gözüken ama güzel bir pas attı. Alex de basit gözüken ama bir çok futbolcuya göre zor olan bir topu kontrol edip golü attı. 3. gol bu ligin bile standardının çok altında. Üç Bucaspor'lu defans oyuncusu yapılan ortaya yalandan da olsa zıplamıyor bile. Onu da geçtim bari Alex'i bozun. Böyle bir hava topunda Alex rahat rahat kafayı vuruyorsa bunun suçlusu futbolcudan başkası değildir.

Bucaspor gol atana kadar Fenerbahçe'nin kayda değer başka pozisyonu yok. Aykut Kocaman da iyi oyunu dengeli bir biçimde 90 dakika sahaya yansıtılamadığını sık sık belirtiyor. Yani bundan sadece bizler rahatsız değiliz. Golden sonra biraz hareketlendi takım, pozisyon buldu ama rakibe de durumu 3-2 ye getirtebilecek pozisyonları verdi.

Takımın en çok aksayan bölgesi şüphesiz sol kanat. Andre Santos haftalardır yedek soyunmasına rağmen sanki hiç rahatsız değil. Bir pozisyonda Andre Santos rakibe 3 kez vurma imkanı tanıdı. Bunun da hiç bir açıklaması yok benim gözümde. Genel düşüncenin aksine Andre Santos'u severim, takımda kalmasını isterim ama en büyük Andre Santos hayranı bile şu halini kimseye izah edemez. Bunun yanında Stoch'un da defansa olan yardımı Topuz kadar olmadığını da belirtelim.

Alex hakkında fikirlerim sabittir. Yıllardır da sabit. Alex çok çok iyi bir oyuncu fakat bu sezon sonunda kendisiyle vedalaşmamız gerekiyor. Bu düşüncem Alex'in yaşından çok, takımın kabuk değiştirmeye ihtiyacı olması. Alex Brezilya liginde en az 4 yıl, belki daha fazla forma giyebilir. Fenerbahçe'de de sakatlık geçirmez ise en az 1 sene daha rahat oynar. Ama dediğim gibi bu takım artık kılık değiştiriyor. Temelleri daha uzun süre bu takıma hizmet edebilecek futbolcular üzerine inşaa etmemiz gerekli.

Semih'in en iyi yaptığı şey 2'ye 1 oynamak. Alex de zaten zamanında Semih'e bu yüzden çok arka çıkıyordu. Yıllar içinde Semih'in geliştirdiği çok fazla özelliği olduğu kadar, geliştiremediği de bir çok özelliği var. Hiç bir zaman içerde veya dışarıda Fenerbahçe'nin as golcüsü olacak kıvama gelemedi. Güçlü takımlara karşı çok zorlanıyor lakin güçsüz takımlara karşı da çok rahat bir futbol sergiliyor. Aslında tam takımın sıkıntıya girdiği anlarda oyuna sürülecek, santraforu 2'leyecek bir oyuncu. Malesef daha fazlası değil.

Her hafta maç yazısı yazmamıza gerek olmadığından ara ara maç yazısı yazıyoruz. Takımın devalılık ve defans zaafiyet var. Sene başından beri var. Bugün deplasmanda zorlu bir rakiple oynasaydık Niang faktörü ile galip gelebilirdik ama kolay kazanamazdık. Elbette ilerleme var ama bu ilerleme ilkokulda maç önceleri adam alırken yaptığımız adımlaşma mesefesi kadar kısa. Kim ne derse desin bu ülkede futbolla ilgilenenlerin çok büyük bir kısmı teknik direktöre en fazla 5-6 ay inanıyor. Aykut Kocaman'ın eksikleri olabilir, şu an belki çok kötü de bir teknik direktör olabilir ama hocaya inanmak, gerçekten destek vermek şarttır. Futbolcu da safını buna göre alır ve davranışları farkındalık gösterir. Hiçbir zaman Galatasaraylı futbolcuların Rijkaard'ı sabote ettiğini düşünmedim ama hocaya inanmadıkları bir gerçekti. Eğer futbolcuların inancına rağmen takım başarısızsa gerçekten de başarısızsınızdır.

Bu arada 3000. gol en çok Alex'e yakışırdı. Tebrikler kaptan.

20 Kasım 2010 Cumartesi

MLS Finali



Kazanan takımın ilk defa MLS şampiyonu olacağı FC Dallas-Colorado Rapids maçı bu pazar Toronto'da oynanacak. Final maçı için de eski şampiyonların gösterildiği ve kupanın imalatınden kesitler sunulduğu izlenesi bir video hazırlamışlar.

17 Kasım 2010 Çarşamba

River Plate 1 - 0 Boca Juniors

Malaesef ülkemizde Arjantin Ligini yayınlayan kanal olmadığından gözlerden ırak, gönülden de ırak şekilde takip ediyoruz. Lakin söz konusu El Superclasico olunca kıpır kıpır olmamak elde değil. Hem Boca Juniors, hem River Plate bu sezon ligde pek iç açıcı bir performans sergilemiyor. Öyle ki River Plate yıllardır süregelen başarısızlığı nedeniyle küme düşme hattına bile yaklaşmış durumda (Arjantin'de küme düşme son 3 sezonun puan ortalaması ile belirleniyor). Bu rağmen derbi derbidir dedik ekranın karşısına kurulduk.

El Monumental'de henüz 3. dakika oynanırken River Plate Pavone ile ciddi bir şekilde gole yaklaştı. Buna rağmen maç temposuzdu. Riquelme 10. dakikada değiştirilmesini istedi ama sanırım dayanacağını düşünerek ilk yarı sonuna kadar sahada kaldı. Hemen ardından da ilk sürtüşme yaşandı. Jesus Almeyda ile Mendez arasındaki sürtüşmeyi hakem sarı kart ile sakinleştirince maçın genelinde pek elektirklenme olmadı. River Plate yavaş yavaş temposunu artırırken, pozisyonlar da ardı ardına gelmeye başladı. 15 ile 30. dakikalar arası River Plate bir çok kez gole yaklaştı. Hele ki 30. dakikada Ortega'nın klas bir vücut çalımı ile içeriye süzülüşü izleyenleri mest etti. İlk yarının sonlarına doğru Boca dengeyi kursa da Martin Palermo'nun mucizevi bir şekilde orta sahadan kafa golü atmadığı takdirde golün geleceği de yoktu.


İkinci yarıda Riquelme de çıkınca tatsız derbi devam etti. 54. dakikada River'in tüm duran toplarını kullanan Erik Lamela kornerden Maidana'yı gördü ve River öne geçti. Maidana Boca'nın parlatıp Matalist Kharkiv'e sattığı bir isim. Bu yaz River'e transfer oldu. Golden sonra tempo artsa da fazla sürmedi. 71. dakikada Ortega çıkıp Buonanotte girince tempo biraz artar diye heyecanlandım açıkçası ama ne fayda. Arjantin'in sıradan 2 takımı görüntüsü veren maç klasik mücadeleci ama temposuz bir şekilde sona erdi. Derbi heyecanını bize en iyi hissettiren fotoğraf makinelerinden çıkan karelerdi.



Derbi Nedir?


Aşağıdakilerden hangisi derbi değildir?

Bursaspor – Kocaelispor

Galatasaray – Trabzonspor

Fenerbahçe – Kasımpaşa

* * *

Show TV'de yayınlanan 'Bir Milyon Canlı Para' adlı yarışmanın sorusuydu bu akşam… Soru sonrası çevreyle girilen diyaloglardan farklı fikirler çıktı. Sorunun hatasız olduğunu düşünen de vardı tüm şıkların hatalı olduğunu düşünen de. Ben de hazır burdan konu açılmışken “derbi nedir/ne değildir?” konusuna fikir yürütmeye çalışacağım. Şunu da belirtmek isterim ki bu yazının amacı bahsi geçen programı eleştirmek değil, açılan derbi muhabbetine yorum getirmektir.

Öncelikle soruya sözlük tanımıyla ya da ülkede kabul gören anlamıyla yaklaşıldığında net sonuç çıkmıyor. Sözlüklere gore aynı şehirlerin takımları arasında oynanan karşılaşmalar derbi olarak kabul ediliyor. Buna gore Galatasaray–Trabzonspor ve Bursaspor–Kocaelispor derbi olmaktan çıkıyor. Ülkede kabul gören anlamına bakıldığında ise Galatasaray–Trabzonspor şıkkı derbiye yaklaşıyor ama diğerleri yanından geçmiyor.

Yarışmayı seyrederken ev ortamında fikir yürüttük haliyle ve bana gore doğru cevap, yani derbi olmayan seçenek Fenerbahçe–Kasımpaşa maçıydı. Bu tamamen soruyu hatasız olarak ele almaya çalışarak yürütülmüş bir mantıktı. Benim ele aldığım kriter denklik ve rekabetti bu noktada. Sorunun cevabı açıklandı; soruyu hazırlayanlara göre Galatasaray–Trabzonspor ve Fenerbahçe–Kasımpaşa derbi olarak kabul edilmişti. Ama ben bir Fenerbahçeli olarak bugüne kadar seyrettiğim hiçbir Kasımpaşa maçında bu hisse kapılmamıştım.

‘Derbi’nin aynı şehir takımlarının maçına verilen ad olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça yüksek. Ama bu konuda dikkate alınmayan bir ayrıntı var. Derbiler çoğunlukla aynı şehrin takımları arasında olur ama aynı şehrin takımları arasındaki bütün karşılaşmalar derbi değildir. Zira derbinin bir evveliyatı, bir mazisi ve bir hikayesi olur. Tarihlerinde sadece 5-6 kez karşılaşmış 2 takımın maçı aynı şehirden oldukları için derbi kategorisine girmez. Örneği geliştirecek olursak daha once karşı karşıya gelmemiş 2 takım bir kupa mücadelesinde denk düştüyse, sırf aynı şehrin takımları oynuyor diye derbi diyemeyiz bu karşılaşmaya.

Benim için derbinin bir başka kaidesi ise tarafların birbirini umursamasıdır. En basitinden derbi tarafları birbirinin başarısızlığını kovalar. Bir Fenerbahçe taraftarı, Galatasaray ligde başka bir takıma yenildiğinde mutlu olur. Ama Kasımpaşa veya İstanbul BŞB için aynı şeyi hissetmez, umursamaz çünkü. Tabi rakibi küçümsediğinden değil, mazileri olmadığından…

Aynı şehrin takımı olmayan derbiler de mevcuttur bilindiği üzere, dünyanın her yerinde. İki büyük takımın mücadeleleridir bunlar çoğunlukla. Birbirine denk, mücadele içindeki 2 takım da olabilir tabi. Burada yaklaşım devreye girebilir. Bir Juventus – Milan maçını derbi kabul etmeyeni de anlarım, derbi diyeni de... Bence derbidir. Ama bir önceki tanımdan yola çıkıp “Fenerbahçe – Libadiyespor derbidir” demesin kimse bana… ya da desin...

Neticede derbi güzel maçtır, heyecan yaratır ve izlenir. Evveliyatı, hikayesi veya rekabeti olmalıdır. Bir maç derbi olarak nitelendirilirken altına “Aynı şehrin takımları” tanımı yerine 2 satır hikaye iliştirilsin.

12 Kasım 2010 Cuma

Şakacı Pique



Pique 2 gün önce Barcelona'nın Kral Kupasında Ceuta ile oynadığı maçta tribündeydi ve yediği yemişin çöplerini alt kattaki bir adama atıyordu. TV lere yansıyan bu görüntü sonrası Pique, şımarık ve terbiyesiz olarak nitelendirilmişti. Oysa kabukları attığı kişi fizyoterapist Juanjo Brau imiş. Bugün de twitter'a aşağıdaki pozu yollamışlar.


Pique tribünlerde rahat duran bir adam değil. Geçen yıl da Barcelona alt yapısındayken beraber oynadığı arkadaşı Fabregas'a aynı tacizde bulunmuştu :)


10 Kasım 2010 Çarşamba

Solskjaer 1. Adamlığa Adım Attı


Ole Gunnar Solskjaer 1996 yılında Molde'den 1,5 milyon paund karşılığında transfer edilerek Manchester United'ın kapısından girmişti ve o tarihten bu yana da evi terketmemişti. 2008 yılında futbolu bıraktıktan sonra da Manchester United'ın reserve takımını çalıştırmaya başlamıştı. Bugün itibariyle artık kendisine Manchester United'ın kapısını açan Molde'nin yeni teknik direktörü oldu. 1994-1996 yılları arasında Molde formasını 42 kez giydi ve 31 gole imza attı. Man. Utd. ile de 215 maçta 91 gol atmayı başardı. Man. Utd. formasıyla genellikle oyuna sonradan girerek maç çeviren bir isimdi. Alex Ferguson onun bu halinden çok memnundu ve Ole de ilk başlarda rahatsız olsa da sonradan bu duruma alıştı. Hatta onun saha kenarında oyunu iyi okuduğu için sonradan girip gol atmayı başardığı bile söylenmişti. Solskajer yeni görevine Ocak'ta, Norveç'te ise yeni sezon Mart'ta başlayacak. Umarım Molde kulübesinde kendisi gibi birini arama ihtiyacı duymaz ve başarılı olur.

Not; Bu arada Solskjaer'in Man. Utd. reserve takımında boşalttığı koltuğa Gary Neville'ın geçeceği söyletileri var.

7 Kasım 2010 Pazar

Lazio 0 - 2 Roma

''MI HAI REGALATO UN SOGNO ALEKSANDAR TI AMO'' - Bana bir rüya hediye ettin Aleksandar, seni seviyorum -
Vucinic de golü geçen haftalarda doğan oğluna hediye etti.
İlk yarıda ne olduysa hep zaman zaman oldu. Roma baskı kurdu ama zaman zaman, Lazio baskı kurdu ama zaman zaman, gol pozisyonları oldu ama zaman zaman. Oyun 1 kere maçın başında elektriklendi, ona da hakem hemen önlem aldı. Maçın başında Roma baskın başladı ama pozisyonu yoktu, sonrasında Lazio baskısını arttırdı ve önemli gol pozisyonları buldu. İlk yarının son 10 dakikasında da Roma etkili oldu. Açıkçası kötü bir ilk yarıydı.

İkinci yarı penaltı golüyle başladı. Net penaltıydı. Simplicio'nun sert şutu Lichtsteiner'in eline çarptı. Hatta o kadar sert bir şuttu ki Lichtsteiner elinden sakatlandı. Borriello penatıyı kötü kullandı, Muslera'nın kurtarması muhtemeldi ama inançsız bir şekilde atladı topa. Bu dakikadan sonra Lazio'nun kurduğu baskı ile maç derbi temposuna ulaştı diyebiliriz. İlerleyen dakikalarda Simplicio'nun ve Foggia'nın şutları direkte patladı. Derby della capitale maçlarının baş aktörü Rocchi bugün çok kötü günündeydi. Hiçbir katkı veremedi takımına. Yerine giren Zarate de etkisizdi. Hernanes 2 net pozisyonu harcadı. Değerlendirse bugün maçın yıldızı olacaktı. Floccari ise çabalamasına rağmen etkili olamadı. Roma'da ise defans hattı bir hayli başarılıydı. Menez'in çıkmasından sonra Simplicio hücum ile olan bağlantıyı kurmaya çalıştı. Harkulade değildi ama iyi oynadı. Maçın yıldızı şüphesiz Vucinic oldu. Attığı golü de geçen haftalarda doğan oğluna ithaf etti.

Totti maçtan önce ''Lazio kazanır, golü de penaltıdan Floccari atar'' demişti. Totti'nin totemi tuttu. Roma 2 penaltı golüyle maçtan galip ayrıldı. Ranieri'yi hiç sevmem. Geçen yıl bu blogda kendisinden özür dilemiştim. Geçtiğimiz haftalarda da o özrümü geri aldım. Şimdi ne diyeceğimi bilemiyorum ama bence kötü hoca.

52. dk Borriello (pen) 0-1
87. dk Vucinic (pen) 0-2

4 Kasım 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Notları #4. Hafta


- Bursaspor 4. maçından da 0 puan ve 0 gol ile ayrıldı. Bursaspor ilk 45 dakikada oynadığı en iyi Şampiyonlar Ligi maçını çıkardı. Manchester United'ın defanstan oyun kurmasını engellemek adına önde 4 kişiyle baskı kurdu, sık sık hataya zorladı. Yakaladığı pozisyonlar organize gelişen ataklar olmasa da yaptığı baskı sonucu kaptığı toplardan gelişti. İkinci yarının hemen başında yapılan hata ve yenilen gol ile her olur olmaz yerde dile getirilen tecrübesizlik bu sefer ortaya çıktı. Sercan Şampiyonlar Liginde kendini göstermek adına aşırı motive oluyor. Daha önceki maçlarda Volkan Şen de bunun izlenimlerini vermişti. Bursaspor zaman zaman oyun disiplininden koparak, takım oyunu oynamakta zorlanıyor. Ertuğrul Sağlam'ın bence kalan 2 maçta çözmesi gereken problem bu. Önce disiplin, sonra kolay gol yememek, en sonra da gol. 1996 da Fenerbahçe'nin 3 gol atarak 7 puan topladığını tekrardan belirtmekte fayda var.

- Bale herkesin dilinde. Geçen hafta yazıklarımızın aksini yazacak durumda değiliz. Adam mükemmel. Piyasasını arttırıyor. Muhtemel transferinde -İngiltere dışında- gideceği kulüpte bek oynacak olması ve yüksek maliyeti transferi zora sokabilir mi diye düşünüyordum ama piyasasını da arttırıyor bu haliyle. Geçen yıl Avrupa'nın en iyi sağ beki görülen Maicon'a nal toplattı desek yeridir. Barcelona Dani Alves'e 41,5 m euro vermişti. Daha yüksek bedelde bir bek transferi gerçekleşmedi sanırım. Buradan referans alınabilir.

- Werder Bremen'in pozisyonu mutlu ediyor beni. 2-3 takım dışında Alman takımlarına ısınamıyorum. Sampdoria'yı da tecrübeleri sayesinde geçmişlerdi. Beter olsunlar. Ne güzel Sampdoria, Cassano, Pazzini izleyecektik.


- Haftanın maçı Milan ile Real Madrid arasındaydı. Milan kötü oynadı ama İnzaghi gibi bir golcü olunca 2-1 öne geçti, az daha da kazanıyordu. Forvet ayrıdır, santrafor ayrıdır, doğru. Ben buna santrafor ayrıdır, golcü ayrıdırı da eklemek istiyorum. İnzaghi anasının karnından futbolcu olmak için değil, sadece gol atmak için doğmuş biri. İzlediğim futbolculardan ayırdığım nadir futbolculardan biridir. Tek işi var, o da gol atmak. Pippo dün attığı 2 golle Avrupa Kupalarındaki 70. golünü atmış. Raul'la beraber en çok gol atan futbolcu şu anda.

- Kobenhavn - Barcelona maçına da teknik direktörler Solbakken ve Guardiola'nın tartışması damga vurdu. Pinto'nun geçen maçta ıslık çalarak rakibi şaşırtmasını Solbakken eleştirmişti. Bu maçta da Kobenhavn'ın sert oyunu yüzünden Guardiola çılgına döndü. Maçın tamamını izleyemediğimiz için pek yorum yapamıyorum. Şu sıralar ligimizde de sertlik tartışmaları yaşanıyor. Aslında tartışmayı başlatan da, bitirecek olan da hakemler.

- Zilina kendi evinde 7 gol yedi Marsiya'dan. Platini sistemi ligi kalitesizleştirdi, Zilina gibi takımlara yer yok sesleri daha çok çıkmaya başladı. Ben Platini sistemi için biraz kararsızım. Şampiyonlar Ligi'nin daha çok uluslu olması önceden beri istediğim birşeydi. 3-4 yıl sonra güçsüz ülkelerin güçsüz şampiyonları hem tecrübe olarak, hem de maddi olarak daha iyi yerlere geleceğini ve rekabeti arttıracağını düşünüyordum. Lakin Platini sisteminin kötü yanı, artan gelirlerin iyi takımlara daha çok para gitmesini de sağlıyor. Bu nedenle sistem ters tepebilir. Sadece Avrupa Ligi'nin kalitesini yükseltmiş olur.

- Shakhtar - Arsenal maçı pol pozisyonlu bir maçtı. Eduardo Emirates Stadyumu'ndan sonra Donbass Arena'da da golünü attı ve sevinmedi. Bu sevinmeme mevzusu yapmacık mıdır, yoksa içten gelen birşey midir bilemiyorum. Empati kurmayı amaçlıyorum ama sonuçta Arsenal'de oynamamışım, orada birşeyler paylaşmamışım. Shakhtar formasıyla Fenerbahçe'ye gola ttığımı düşünüyorum da sanırım sevinmezdim.

Real Madrid'in 700. Golü


Real Madrid Milan maçı öncesi Avrupa kupalarında 699 gol atmış durumdaydı. 2-2 lik skorla Avrupa kupalarında 701 gole ulaştı. 700. gol ise Higuain'den geldi. Fatih Tekke Milli Takımın 500. golünü attığında bunun ne önemi var, ileride kimse hatırlamayacak tarzında konuşanlar, yazanlar vardı ama bu tarz istatistikleri demek ki sadece biz önemsemiyormuşuz. Marca çetelesini tutmuş. 100. golü Di Stefano, 200. golü Puskas, 300. golü Jensen, 400. golü Losado, 500. golü Guti ve 600. golü de Beckham atmış.

Real Madrid aynı zamanda Avrupa kupalarında en çok gol atan takım. Real Madrid'i takip edenler ise bayağı geriden geliyor. Öyle ki 500 gole ulaşan yok. Real'i 453 golle Bayern Münih, 416 golle Manchester United ve 403 golle Barcelona takip ediyor.