24 Kasım 2011 Perşembe

Spor İletişimi & Spor Hukuku Sertifika Programları

Kadir Has Üniversitesi bünyesinde bu yıl üçüncü kez düzenlenecek olan Spor Hukuku & Yönetimi Sertifika Programı ve bu yıl beşinci kez düzenlenecek olan Spor İletişimi Sertifika Programı kapılarını yeni dönem öğrencilerine açıyor.

26 Kasım Cumartesi günü Kadir Has Üniversitesi, Cibali Kampüsü’nde yapılacak burs sınavlarının ardından, 10 Aralık günü yapılacak ilk ders ile programlar başlayacak ve 2012 Nisan sonuna kadar devam edecektir. Burs sınavları sonucunda ilk 20 arasına giren öğrencilere de çeşitli burs imkanları tanınacak. Sınava giriş ücreti ise 25 TL. Sınav için online kayıt programın web sitesinden sınav gününe kadar yaptırılabiliyor.

Spor İletişimi Sertifika Programı’nın kontenjanı 50 kişiyle sınırlı. Eğitim bedeli ise 2.750 TL olup, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine 1.750 TL’dir. Yüksek sayıda katılım ve kısıtlı kontenjan sebebiyle, Spor İletişimi Sertifika Programı’na katılmak isteyenlerin Burs Sınavı’na mutlaka girmeleri gerekiyor.

Spor Hukuku ve Yönetimi Sertifika Programı kontenjanı ise 80 kişiyle sınırlı. Eğitim bedeli 2.750 TL olup, lisans, yüksek lisans, doktora öğrencileri, stajyer avukatlar, Spor Genel Müdürlüğü ve spor federasyonları çalışanları, öğretim üyeleri ve lisanslı sporculara %20 indirim imkanı vardır. Spor Hukuku ve Yönetimi Sertifika Programı için Burs Sınavı’na katılmak mecburi değil. Ama yine de programın kapsamı hakkında bilgi sahibi olmak için sınava girmekte fayda var.

Spor Hukuku & Yönetimi ve Spor İletişimi olarak iki ayrı programı bünyesinde barındıran Spor Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi, bu programlar kapsamında FIFA ve UEFA gibi seçkin uluslararası kuruluşlardan konuşmacıları üniversitemize davet etmektedir. Program süresince Levent Bıçakcı, Şenes Erzik, Atilla Gökçe, Adnan Türkkan, Kemal Kapulluoğlu, Tanıl Bora, Fuat Akdağ, Yiğiter Uluğ, Caner Eler, Mehmet Demirkol, Okay Karacan, İbrahim Altınsay, Ali Murat Hamarat, Mert Aydın gibi spor dünyasının birçok önemli ismi derslerde yer alacak.

Derslerin Cumartesi ve Pazar günleri saat 10:00 ile 14:00 arasında yapılacağı program 15 hafta (120 saat) devam edecek. Programların ders içerikleri ve katılımcı listelerinin tamamına aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz.


Spor İletişimi Sertifika Programı;

http://shaum.khas.edu.tr/spor-iletisimi-sertifika-programi.html

Spor Hukuku ve Yönetimi Sertifika Programı;

http://shaum.khas.edu.tr/spor-hukuku-ve-yoenetimi-sertifika-programi-2.html

17 Kasım 2011 Perşembe

Hayatım Futbol Android marketlerde


Bildiğiniz gibi bir süredir hayatım Futbol adında bir dergi çıkarıyoruz. Daha önce IPad ve web'de yayınlanan derginin 7. sayısı Android marketlerde de ücretsiz olarak indirilmeyi bekliyor. Android'e ne zaman geçeceğimiz hakkında çok soru soruluyordu ve olabildiğince hızlı olarak bu imkanı da sağlamayı başardık. IPhone ne zaman çıkar gibi sorular da geliyor. Onun için de çalışmalar sürüyor, en yakın zamanda o da çıkacaktır.

Keyifli okumalar


Android tabletlere okumak için Hayatım Futbol: İNDİR

IPad'e indirmek için Hayatım Futbol: İNDİR
Web'den okumak için Hayatım Futbol: www.hayatimfutbol.com/
Blogdan okumak için Hayatım Futbol: www.hayatimfutbol.com/blog/
Facebook adresi: facebook.com/hayatimfutboldergi
Twitter adresi: twitter.com/HayatimFutbol

12 Kasım 2011 Cumartesi

Islıktan ötesi

Futbolcu ıslıklamak bence kötü birşeydir. Bence diyorum çünkü bu tartışılabilir. "Ben tepkimi nasıl göstereceğim" diyen adamlar var. Tabi neye tepki gösteriyorsun, niye tepki gösteriyorsun gibi uzayan giden bir sürü soru silsilesi ardından gelir ama bunu şu an tartışmanın pek de önemi yok. Çünkü bugün ıslıklanan Volkan Demirel'in suçu sadece ama sadece formasını giydiği kulübün renklerinin sarı-lacivert olmasıyla alakalıydı. Bu kadar mı düşmanız birbirimize. 80'li yıllarda el ele kol kola tribüne girme muhabbetine girmeyelim de (ki zaten ben o yılları hatırlamıyorum) nedir yani bu düşmanlığın kaynağı. "Milli forma altındaki futbolcu" edebiyatının ötesinde birşey bu. Türkiye'de çok açık ve net kulüp ırkçılığı yapılıyor. Bu sözü sadece Galatasaraylılar üzerine alınmasın sakın.

Aslında buyazının daha uzun bir devamı vardı lakin sevgili Ali Ece'nin blogunda gördüğüm şu pankart tüylerimi diken diken etti: http://aliece.blogspot.com/2011/11/insan-degilsiniz-ki-turk-olasiniz.html

Bunun üzerine söylenecek laf yok. Tepki vermeyenin insanlığından şüphe ederim.

Gazlı mı, sistemli mi?

Maç öncesi tahminim 1-0 alırız, deplasmanda da berabere kalır tur atlarız yönündeydi. Hiç de beklediğim gibi olmadı ve Türkiye Milli Takımı Hiddink yönetimindeki en kötü futbolunu sergileyerek Hırvatistan'a TT Arena'da 3-0 mağlup oldu.

Hiçbir milli takım hocası size sezon öncesi kondisyon yüklemesi yapmaz, alttan genç oyuncu da yetiştirmez. Rekabetin arttığı, kaybedilecek bir şampiyonanın çok şeyler götürdüğü bir ortamda "ben genç oyuncularla sahaya çıkayım, bir takım oluşturayım, iki sene kaybetsek de sonrasında bomba gibi döneriz" mantığı da işlemez. Hiddink gelir, takımın mental sorununu tespit eder, bunun üzerine gidip düzeltmeye çalışır.

Biz gazla çalışan milli takımdan bıkmıştık ve aklıyla oynayan, disiplinli bir takım görmek istiyorduk. Bunu başaracak yegane hoca Hiddink'tir. Hollandalı teknik adam geldiği günden beri devamlı aynı şeyleri söylüyor; "duygularımızla hareket ediyoruz", "futbolcular kendilerine verilen görevleri saha içinde unutabiliyorlar", "taktik disiplini elden bırakmamamız lazım" gibi. Bu minvalde ilerliyor hep röportajlar. İşte bu demeçler bizim hâlâ aklımızla futbol oynamamızın eleştirisi. Oynayabilir miyiz, muallak. Muallak çünkü bazı maçlarda oynadık. Ha artık oynayamayız, zira TFF Hiddink'i büyük ihtimal postalar.

Grupta oynanan ilk dört maçı bir kenara koyarsak, Azerbaycan maçından sonra taktik disipline sadık maçlar izledik. TT Arena'daki Almanya maçı dahil zaman zaman çok iyi futbol oynadık. Lakin yaratıcılığımız eksik, Arda dışında bireysel yeteneğini ortaya koyan çok az, gurbetçilerden hiç verim alınamıyor. Kısır maçlar izledik, turnavanın en az gol atan ekiplerinden biri olduk.

Bizim temel sorunlarımızdan bir tanesi belli bir sistematiğimiz olmadığı için gurbetçilerden verim alamamamız. İki yıldır ortalığı inleten Nuri Şahin kaç maç oynadı, oynadığı maçlarda ne kadar verimli oldu. Tek istisna Hamit Altıntop. Keza onun kadroda oluş zamanına bakın uzun yıllar geçti. U-21'de beraber oynadığı çok arkadaşı var şu an kadroda. Sadece bu sorun bile birçok şeyi anlatıyor.

Görünen o ki gemi karaya oturdu. Artık bunu Hiddink çıkaramaz. O güven kayboldu çünkü. Ben güvensem de birşey değişmez, genel kanı bu yönde. Almanya maçı sonrasında Sportivi'de maç yorumu yaparken Hiddink'i savunuyordum, rejiden soru geldi. Yani Hollandalı'ya karşı bu denli bir sevgisizlik ortamı oluşmuş durumda. Muhtemelen de hoca değişecektir. Lakin en büyük sorun kimin geleceğidir. yabancı hoca getireceklerse o da Hiddink'in yaptıklarına benzer şeyler yapacaktır ve muhtemelen iki sene sonra o da tefe konup yollanacaktır. Yapılması gereken önümüzdeki Almanya gerçeğini görmemiz. Onlar ne yaptı da bu denli bir çıkış yakladılar iyice irdelemek lazım. Kolay değil ama zor da değil. Belli bir sistematiği oturtamadığımız taktirde Kulüp takımlarının yakaladığı jenerasyonla yetineceğiz. Yani kimi getirirsen getir işin Aykut Kocaman'a, Şenol Güneş'e, Fatih Terim'e, Carlos Carvalhal'e kalmış olur.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Jag Ar Zlatan Ibrahimovic

Otobiyografinin en kötüsünün bile bir şekilde gideri oluyor. Ne de olsa hakkında bahsedilen kişi hayatı merak edilen kişiler oluyor. Dolayısıyla edebi bir değer taşıması pek gerekmiyor.
Ibrahimovic milli maçlar arasında Stockholm'de o davet senin bu davet benim geziyor. Bunlar biri geçenlerde ödül töreniydi ve dördüncü kez İsveç'te yılın oyuncusu seçildi. Bu sefer de kendi otobiyogafisinin tanıtımına katılmış. 30 yaşında otobiyografi, buna da şükür! Hatırlarsınız Weyne Ronney 21 yaşında çıkarmıştı bu mereti.
Kitabın ismi "Jag Ar Zlatan Ibrahimovic", yani "Ben Zlatan Ibrahimovic".
Tabi her otobiyografi haberi verdikten sonra "keşke bizim topçular da çıkarsa" demeden etmiyoruz. Açıkçası hepsinden çok bir Süleyman Seba ve bir Ali Şen otobiyografisi okumak isterim.

6 Kasım 2011 Pazar

Maradona'nın bereketi

Diego Armando Maradona'nın kuzeni Diego Hernan Maradona (solda), İspanya 3. lig kulüplerinden Alzira ile sözleşme imzaladı. Gerçek Maradona'ya benzeyen kişi, yani sağdaki şahıs Lola. Maradona'nın öz kardeşi. Ortadaki ise Alzira başkanı Jose Bosch.
Hernan 22 yaşında ve daha önce Kanada'da (3. lig sayılabilecek) North York Astros kulübündde top koşturuyordu.
Medya bu transfere oldukça ilgi göstermiş. Anlaşılan Diego Maradona'nın ismi bile bereket getirebiliyor.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Happy Halloween

Geçen hafta ecnebilerin cadılar bayramı vardı. Her ne kadar geçmiş olsak da Juventus.com'un hazırladığı görselleri bloga eklemeden edemedim ;









2 Kasım 2011 Çarşamba

Bulgaristan Luboslav Penev'e emanet

Bulgaristan'ın en parlak dönemi dönemi hangisidir desek hepiniz aynı cevabı verirsiniz: 1994 Dünya Kupası... Lakin maçlara baktığınızda onun adını göremezsiniz ama Luboslav Penev o kadronun en önemli parçalarından biriydi aslında. Onun Dünya Kupası kadrosunda olmamasının nedeni testis kanseri ile mücadele etmesiydi. Valencia'da harikalar yaratan 1,88'lik forvet, hastalığı çabuk atlattı, 1995'te de Atletico Madrid'e transfer olarak La Liga şampiyonluğunu tattı.

Tekrar milli takıma dönelim. Çünkü Luboslav pek hocalığa yabancı değil. Stoichkov, Letchkov, Ivanov, Kostadinov gibi isimlerle Bulgaristan'a en mutlu günlerini yaşatan teknik direktör olan Dimitar Penev, Luboslav'ın amcası oluyor.Yeğenine illaki birşeyler aktarmıştır, çünkü bu ikili 2008-2009 sezonunda CSKA Sofia'nın başındaydı. Ertesi yıl amca Penev bayrağı yeğenine bıraktı. Luboslav da bir seneyi CSKA'da geçirdikten sonra Litex Lovech'in başına geçti ve geçtiğimiz sezonu şampiyon olarak tamamladı.

45 yaşındaki teknik adam şimdi Bulgaristan'ın teknik direktörü. Gönül ister ki benzer bir peri masalı daha yaşasınlar.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Bir galibiyetten daha fazlası

Fenerbahçe'nin Karabükspor'u tek golle geçerek dört puanlık farkını sürdürmesi bir yana bugün oynadığı futbol ekstra alkışı hak ediyor. Henüz 6. dakikada Alex'in kırmızı kart görmesi uzatma dakikalarını da dahil ettiğimiz zaman koca bir 90 dakika sarı-lacivertlilerin 10 kişi oynayacağı anlamına geliyordu. Pek tabi ki tüm futbolcular fazladan koşarak eksik arkadaşının yerini doldurmak zorundaydı ve öyle de oldu. İkinci yarıda ise yorgunluk baş gösterdi. Lakin Karabükspor o kadar kötüydü ki Fenerbahçe'yi zorlayamadı. Her şeye rağmen hâlâ kaybetmemiş bir Fenerbahçe, daha da ötesi kaybetmeye tahammülü olmayan bir Fenerbahçe.

Caner'in formu
Sezon başından beri sürdürdüğü form ile göze batan Caner Erkin, bugün tam anlamıyla sahanın yıldızıydı. Sonu belli CSKA macerasının ardından ülkeye geri dönen Caner, önce Galatasaray'da sonra da Fenerbahçe'de pek ümit vermedi. Ne var ki her iki sezonda da sol bek olarak oynatılmıştı. Eleştirilerin başında iki yıldır sol bek oynamasına rağmen kendini geliştirememesi geliyordu. Son derece haklı bir eleştiri olmasına rağmen bazı oyuncuların çok da üzerine gidilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Her büyük takımda oynayan oyuncunun yıldız olması gerekmediği gibi öyle davranılması da gerekmez. Bazı şeyleri zorlamaya da gerek yok, herkesin kapasitesi belli. Caner takımın önemli bir rotasyonudur ve onu öyle görmek gerek.

Bienvenu'nün yeterliliği 
Alex olmayınca bazı oyunculara muhtaçlık da arttı tabi ki. Bunların başında Bienvenu geliyordu. Kamerunlu oyuncu bugün çok koşmasına rağmen eksik yönlerini iyiden iyiye fark ettirdi. Hücumda tek başına kaldığı zaman topu ayağında tutamaması, arkadaşlarıyla pas alış-verişlerine girememesi ve son vuruşlardaki eksikliği ileride başına çok büyük işler açabilir. Çubuklu forma altında oynayan santraforun kesinlikle kalifiye olması esas. Kaçırılan goller, yapılan bazı sakarlıklar baskıyı arttırıyor ve bir daha toparlanamayacak reddeye getirebiliyor. Bienvenu bugün çok rahat atabileceği bir golü adımlarını doğru atmadığı için kaçırdı. Hemen ardından gelen ve maçı kazandıran aşırtma vuruşu gol olmasa ilerleyen dakikalarda herkesin canını fazlasıyla sıkabilirdi. Mücadelesi takdir edilesi ama kendini geliştirmesi şart.

Ne dediler
@1VolkanDEMIREL: "10 kişi kaldıktan sonra mücadeleci, onurlu ve şerefli oyunumuz için takım arkadaşlarımı kutluyorum. Bu maç bize 3 puandan fazlasını kazandırdı"

Emre Belözoğlu: "Beşiktaş’tan da iyi oynadık. İyi oynadığımız dakikalarda gol yedik. Hemen hemen stres yapmayan Türkiye’deki tek takımız. 2-0 geriye düşsek bile maçı çevirebiliyoruz"

Aykut Kocaman: "Söyleyecek çok şey var, belki de hiçbir şey yok. Söylenecek şeyleri en güzel şekilde futbolcular sahada söylediler. Çok zor bir maçtan, başarıyla ayrıldılar"

28 Ekim 2011 Cuma

Neden Balotelli




Mario Balotelli bu ara çok trend. Tüm yaptıklarına rağmen derbide golünü çakmayı bildi ve herkese seslendi "why always me"...Cevap olarak yapılan animasyon çok güzel, eklemeden geçemedim.

Ayrıca ufak bir bilgi de vereyim Bu hafta Noat Samisa Salih de Hayatım Futbol'un 5. sayısında "Neden Balotelli" diyor.

Beşiktaş 2 - 2 Fenerbahçe

İnönü'de muhteşem bir derbi izledik. Genelde ilk yarıdaki derbiler pek keyif vermez ama Beşiktaş'ın kötü bir oyun sonrası kaybedecek çok şeyi olması maça çok iyi hazırlanmasını sağlamış. Fenerbahçe ise çok iyi oynamadı ama standardını ortaya koydu diyebiliriz.

Klasik dizilişi ile takımını sahaya süren Aykut Kocaman, "Bienvenü mü, Semih mi?" tercihinde Kamerunlu'yu kullandı. Eleştirilecek bir tercih değil lakin Simao'nun müthiş golü dezavantajları da beraberinde getirdi. Bienvenu hareketli, fizikili ve mücadeleci olmasına karşın Alex ile çok uyumsuz. Golden sonra oyunu sete çeken Fenerbahçe bu uyumsuzluk nedeniyle net pozisyonlar bulmakta zorlandı. Set oyunu oynamakta pek problem yok, sorun daha çok efektif olmakta. Kanattaki Caner Erkin'in harika oyunu takımın en etkili yönüydü. Bulunan pozisyonlar ve atılan golde de hep baş roldeydi solak oyuncu.

Sarı-lacivertliler için gerekli olan goldü ve 60'ta eşitlik yakalandıktan sonra kontra ataklarla Bienvenu'nün daha faydalı olacağını tahmin ediyordum. Hele ki Carvalhal, günün iyilerinden Mustafa Pektemek'i çıkarıp Almedia'yı alınca galibiyetten emindim. Aykut Kocaman ne yaptı? 64'te Caner'i kenara alarak herkesi şaşırttı. Kocaman, belki de çok yorulduğunu düşündü ama değişiklik erken geldi.

Fenerbahçe'nin yediği ikinci golde ise Simao'ya bir alkış daha gitti. NŞA geri gelmesine pek alışkın olmadığımız Simao bugün oldukça iyi hazırlanmış maça. Kazandığı top da bir an evvel Quaresma'ya ulaştı ve dengesiz yakalanan sarı-lacivertliler Almedia'nın kafa golüne engel olamadı. Oysa Pektemek çıkınca sevinmiştim değil mi? İşte yıldız farkı burada ortaya çıkıyor.

Cristian'ın son dakikada gelen golü, taraftarın maç bitmeden atkıları sahaya atması ve maçın başında müzeden tribüne olan çıkarma tarihe yazılır... Hikâyesi bol ve zevkli bir mücadeleydi. Hakem de son derece iyi yönetti. Her iki takımı da alkışlamak gerek.


Ne dediler
Aykut Kocaman: "Oyun anlayışı olarak beklediğimiz takım çıktı. Son maçlarda daha savunma gücü yüksek hareketli oyuncuları kullandılar. Böyle takım karşısında yapacağımız merkezden kaçıp kenarlara yönelmekti. Söylemeden yapamayacağım, Simao mükemmel bir gol attı"


"Oyuncu değişikliğindeki genel durumlardan birisi şuydu; Maç içindeki stratejimiz anlayışımız, oyunu daha fazla kenarlarda oynamaktı. Kenardaki oyuncuları tercih etmemin temel nedeni buydu. Stoch ile ivmeleneceğimizi hesaplamıştım. Oyuna bütünüyle bakıldığı zaman değişikliklerde çok istediğim gibi olmadı"


Carlos Carvalhal: "Bizim baskı kurup, pozisyon bulduğumuz zamanlar da vardı. Bazı periyotlarda da Fenerbahçe bize karşı baskı kurdu ve pozisyon buldu. İki büyük takım arasında eşit bir şekilde geçen bir maç oldu"


"88. dakikaya galip girip, sonrasında da konsantrasyon hatasından 1 gol yemek bizi çok üzdü"

26 Ekim 2011 Çarşamba

Hayatım Futbol

 Biraz geç olacak ama Hayatım Futbol adında bir dergi çıkardık. 3 ay önce bir muhabbet esnasında ortaya atılan fikir dallandı, budaklandı, üzerine çokça çalışıldı ve nihayetinde dördüncü sayısına kadar geldi. İşleri çekip çevirme konusunda da takım kaptanı ilan edilim ve bu 3 ay içerisinde acayip sıkı bir çalışma temposuna girdim dolayısıyla. Blogu da boşlamış olduk, kusura bakmayın. Blog pek tabi ki devam ediyor ama güncellenme sıklığı için net birşey söyleyemem. Elimden geldiğince öncekinden daha fazla kasacağımı söyleyebilirim.

Derginin çıkma nedeninden bahsedeyim biraz. Ülkede haftalık okumak için kaliteli bir futbol yayını yok. Temel olarak her hafta çıkması için uğraşıyoruz. Ardından kaliteyi yavaş yavaş yukarı çekme derdindeyiz. Her geçen sayı daha güzel işler yaptığımızı görüyorum. İlerleyen sayılarda daha da güzel olacağına eminim. Sizler dergiyi okuyup bize yorumlarınızla yol çizebilirsin.

Bazı sorular var. Bunların başında dergi neden sadece IPad'de ve internette çıktığı geliyor. Fikrin çıkış noktası tabletlerdi. Çünkü tablet bilgisayarlar okumaya yönelik çok güzel bir icat. Üstelik bu versiyonlar için çıkan dergiler sınırsız özgürlük sağlıyor. Kısaca "basılı dergi + internet sayfası" rahatlığı sunuyor bizlere. IPad olmasının nedeni çalıştığımız firma ile alakalı. Tablet yayın için ayrı bir tasarım da gerekiyor. Yani bir tane yapıp her platformda görüntülemek gibi bir şansımız yok. Bu yüzden de internet sitesi özel olarak yapılıyor, IPad'de özel olarak yapılıyor. Çıkarsa tablet versiyonu da, iphone versiyonu da özel olarak yapılacak. Bunlar için zaman lazım.

Yukarıdaki fotoya gelince. Bu hafta çıkan dergideki Feyyaz Uçar röportajının kapağı bu. Feyyaz abi, çok eğlenceli ve bilgili bir adam. Başka bir yerde okumadığınız güzel cevaplar da var. Çok keyif aldığım bir röportaj oldu. Bolca ve kayda değer çok mesele olduğu için hem sizi sıkmamak adına, hem de bazı cevapların kaynamaması adına 2'ye bölmeyi uygun gördük. Dinlemenizi, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Web'den okumak için Hayatım Futbol: www.hayatimfutbol.com/
IPad'den okumak için Hayatım Futbol: itunes.apple.com/us/app/id467337195?mt=8
Blogdan okumak için Hayatım Futbol: www.hayatimfutbol.com/blog/
Facebook adresi: facebook.com/hayatimfutboldergi
Twitter adresi: twitter.com/HayatimFutbol

15 Ekim 2011 Cumartesi

Beckham'ın PSG flörtü


David Beckham futbolcuların birer moda ikonuna dönüşmesinde en büyü adımı atan isimdi. Bayanları fazlasıyla sevindirirken, erkekleri de rahatsız etti. Sorun bu dönüşümün futbolun önüne geçmesiydi. Lakin şöyle de birşey var ki; Beckham'ın futbolu artık geriye gidemezdi. Asıl mesleği olan futbolculuğunda yıldızı söndüğü takdirde o ışıltılı moda dünyasında da var olması çok zor olurdu. Futbolu geriye gitmedi ama o Amerika'ya gitti. Muhterem eşinin sözünü çok dinlediği dillendiredursun o her fırsatını bulduğunda Avrupa futboluna tekrar girmek için elinden geleni yaptı.
Yaklaşık 1,5 sene önce sakatlandığında blogda değinmiştik Beckham'a. O günden farklı şeyler düşünmüyorum. Dünya Kupası'na katılma azmi yeter de artar bile. Şimdi de Lugano ve Pastore ile sempatimizi kazanan PSG istiyormuş. Şu ara nasıl oynadığı hakkında gram fikrim yok ama gelsin tabi Beckham. Bilhassa tecrübeli yıldızların arkadaşlarını yönlendirdiği takımlar çok daha özel oluyor.

14 Ekim 2011 Cuma

Serie A artık yayınlasın!


Beşinci haftası geride İtalya Ligi Serie A'nın hâlâ Türkiye'de bir yayıncısı yok. Şike skandalı nedeniyle 2007'den itibaren Inter'in tekeline giren ve keyifsiz bir hale bürünen lig, son 2 yıldır çok leziz maçlara sahne oluyor. Udinese, Napoli, Palermo gibi kulüplerin üst sıraları zorlaması, Inter ile Milan'ın kötü başlaması, geçen yıl dökülen Juve'nin tekrar sahne alması gibi etkenler heyecanı artırıyor. Buna rağmen herhangi bir televizyon kuruluşunun bu lige ilgi göstermemesi düşündürücü. Umarım ortadaki sorun neyse bir an evvel çözülür de geçen hafta kaçırdığımız Juventus-Milan ve bu hafta kaçıracağımız Lazio-Roma gibi maçlara daha fazla hasret kalmayız.

7 Ekim 2011 Cuma

O gün


17 haziran 1951, Türk futbol tarihinde 60 yıldır anlatılan Almanya ile Türkiye arasında oynanan unutulmaz maçın tarihi. Sıradan kazanılan 2-1 lik bir maç değil bu maç. Değişik bir şeyler yapalım ve maçın öyküsünü yazmaktansa, maçı oynayanlara sözü bırakalım. O maçın panteri Turgay Şeren'i, o maçtan sonra Fiorentina'ya transfer olan Lefter'i, o maçta golü atan Recep Adanır'ı okuyalım.

Turgay Şeren;
1951-1952'de milli takımımızın kuzey ülkelerine bir seyehati olmuştu. Hem İsveç, hem de Almanya'da iki maç oynayacaktık. İsveç'teki ilk maçımızda çok iyi oynadık. Fakat hakemin verdiği iki penaltı sonucu maçı 3-1 kaybettik. Sonra pırpırlı uçakla Almanya'ya geçtik. İkinci dünya savaşından sonra ilk kez Berlin'de bir maç yapılıyordu. Berlin'e indiğimiz zaman şehrin dörtte üçü harebe halindeydi. Bir otele gittik ki, otelin yarısı yoktu.

Recep Adanır
Recep Adanır; Bir gün evvel Berlin Belediye Başkanı kokteyl vermişti. Almanya'da çok sevilen birisiydi. Türkiye'de üniversitelerde hocalık yapmış, Türkçe'yi adam gibi konuşan ender insanlardandı. Tabi kokteyl konukları bize tepeden bakıyorlar. Bizim gol manyağı olacağımızı iddia ediyorlar falan. Ertesi gün sahaya çıktık. Heyecanlıyız. İlk defa 100 bin kişilik sahada oynuyoruz.

Turgay Şeren; Yalnız stadyum mükemmeldi. 110 bin kişilik Berlin Olimpiyat Stadı'nı Hitler o dönemin en lüks şartlarında inşa ettirmişti. Maça çıktığımız anda statta yer kalmadığını, ayakta binlerce seyirci olduğunu gördük.

Recep Adanır; 25. dakikada attığım golü unutamıyorum. Bir ara Gündüz abi aradan bir pas attı. Ben kaleci Turek'le karşı karşıya kaldım. O zaman bir efsane vardı. Turek'in gözüne bakan şaşırır ve topa bakamaz diye... Ben de modaya uydum bakmadım. İlginçtir ters köşeye yatırdım ve gol oldu. 100 bin kişide ses yok. Öyle ki ben topun dışarı çıktığını zannettim.

Lefter Küçükandonyadis; Bir atağımızda top kaleci Turek'te kalmıştı. Ben de kalecinin arkasındaydım ve Turek beni farketmemişti. Topu oyuna sokmak isterken ben arkasından gizlice yaklaşıp topu kaptım. Hemen vurdum... Kaleci mükemmel uzandı ama topu çelemedi. Top bir o direğe, bir bu direğe çarptı, herkes gol diye beklerken çizginin üzerinde durdu. Ben hemen koştum. Ancak yerdeki kaleci can havliyle öyle bir sıçradı ki topu benim ayaklarıma kapanarak aldı. O pozisyona bugün bile yanıyorum. Gol olsaydı o maç 3-1 biterdi.

Turgay Şeren
Turgay Şeren; Muazzam tezahüratlar altında maçtan 2-1 galip ayrıldık. O gün diğer arkadaşlarla birlikte çok iyi oynamıştım. Yalnız oyunun bitişi tam bir komediydi. İtalyan hakem Carpanti maçın bitiş düdüğünü çalmış ama kimse duymamış. Biz hala devam ediyoruz. en sonunda koşup gelerek topu eline aldı ve beni tebrik etti.

Lefter Küçükandonyadis; Alman seyirciler bize yapmadıklarını bırakmadılar. Binlerce kişi koro halinde bize sövüyor. Hırsını alamayanlar hem Türk hem de Alman bayraklarını yırtıp kafalarına geçiriyorlar. Hatta maçın bitiminde soyunma odasına giderken koltuk değnekli bir sakat, değneği bizim kaleci Turgay'ın kafasına vurmuştu.

Turgay Şeren; Sahanın kenarında savaş malülleri var. Kiminin ayağı sakat, kiminin kafası yarılmış, kiminin kolu kopmuş... Biz tam dışarı çıkıyoruk ki içlerinden biri koltuk değneği ile kafama vurdu. Adamcağız ne yapsın? Zaten savaşta yenilmiş. Bir de biz yenince kızmış.

Lefter Küçükandonyadis; Maçı gündüz oynamıştık. Akşam yemeğine davet ettiler gittik. Ancak hiç biri bizimle konuşmuyorlar. Suratlarından düşen bin parça... O gün almanları yakından tanımış olduk. Yenilgiye tahammülleri yokmuş.

Turgay Şeren; Berlin'in amblemi panterdir. Bana berlin panteri ismini onlar taktılar. Bir alman dergisine de kapak olduk. Bir gazete sürmanşet ''Turgay, Turgay, Turgay'' diye yazmıştı.

Ali İhsan Karayiğit; Turgay elbette iyi bir maç çıkardı ama biz ot mu topladık. Gol yemeyeceğiz diye takım olarak anamız ağladı ama sadece Turgay panter oldu.

(röportajlar zehra yücebulut'un ''onların hikayesi'' adlı kitabından alıntıdır. foto: milliyet arşivi)

not: bu yazı ilk olarak 19 Haziran 2009 tarihinde yazılmıştır. Güncellenerek yeniden yayınlanmaktadır

2 Ekim 2011 Pazar

Biraz şans, biraz gerçek

İki ayrı devrede, iki ayrı Fenerbahçe izledik. İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un bu sezon yaptığı çıkış muazzam. Zor maç olacağı bekleniyordu ama tahminlerin çok ötesinde bir 90 dakika izledik.
Fenerbahçe klasiğinden farklı bir anlayış ile çıktı sahaya. Geri dörtlü Orhan-Bekir-Yobo-Ziegler ile kurulurken orta sahanın sağında Gökhan Gönül, solunda Stoch, göbeğinde de Mehmet Topuz-Cristian ile dizildi. İleride ise Alex ve Semih vardı.
Önceki maç yazılarımızda Emre'nin olmaması sebebiyle orta sahada yaratıcılıktan uzak kaldığımızı vurgulamıştık. Bu nedenle Mehmet Topuz'un göbeğe çekilmesinde hiç bir sorun yok ama Gökhan Gönül'ün sağ açıkta olması işleri ters yüz etti. Öncelikle Mehmet Topuz ile Gökhan Gönül'ün farklı iki kenar oyuncusu olduğunu vurgulamak lazım. Topuz, sürekli içeri kat eden tipte bir oyuncu. Hücum varyasyonlarında arkasından gelen sağ bekin önünü açar, verkaç organizasyonlarında bulunur, zaman zaman da Alex'in arkasını toplar. Gökhan Gönül ise klasik çizgi oyuncusu. Tüm sağ koridoru kullanmayı sever, önündeki sağ açığın yardımıyla çizgiye kadar iner. Bugünkü sağ kanatta ne Gökhan, Mehmet Topuz'un yaptıklarını yapabildi ne de Orhan Şam, Gökhan Gönül'ün yaptıklarını. İki bek orjinli oyuncu oynamasına rağmen koordinasyon sağlanamadığı için sağ kanattan çok pozisyon verdik, tümüyle randımansız bir 45 dakika izledik. Günah keçisi olarak Orhan Şam'ı göstermek yersiz çünkü önündeki isim de kendine düşen vazifeyi yapamayacak türde bir oyuncuydu. Aykut Kocaman maç sonunda sağ kanadı şöyle açıkladı: "5 Ağustos'ta başlayacak olan lig 9 Eylül'de başladı. Beş haftalık maç trafiği ortadan kalktı. Bununla beraber 34 maç oynayacaktık 40 maça çıktı. Dolayısıyla daraltılmış bir süre ve fazlalaştırılmış maç sayısı... Ben dahil bütün teknik adamlar çeşitli yerlerde kullanabileceğimiz oyuncu sayısını arttırmaya çalışıyoruz". Üzerine söylenecek laf yok lakin ilk yarı gol yemediğimiz için şanslıyız.


Doğru hamle skoru getirdi
İkinci yarıda değişiklik geldi. Sezer-Orhan değişikliği ile Topuz sağ kanada atıldı, Gönül de beke çekildi. Bir diğer değişiklik de Semih-Bienvenu arasında oldu. Semih sezona kötü başladı. Çok ağır ve isteksiz. Bir an evvel toparlanması gerek. Bu iki değişiklik ile silkinen Fenerbahçe anında fark ettirdi ve 47'de Stoch'un geçen yıl yine İBB'ye attığı golün bir benzeri atarak çubukluyu öne geçirdi. 13 dakika sonra Cristian, Bienvenu ve Alex'in tiki-takaları ile ikinci gol, 70'te de Stoch'un sol kanatta yerden kestiği topla Gökhan'ın golü geldi. Sezer'in de orta sahadaki yeterli oyunu sayesinde ikinci yarıda sarı-lacivertliler hem pozisyon vermiyordu, hem de çok rahat rakip kalede tehlike yaratıyordu. 80'de kaybolan konsantrasyon iki gole mâl olurken Cristian, skoru teyit etti.
Gerçek şu ki Fenerbahçe ligin en oturmuş takımı. Önemli eksiklerine rağmen 5 maçta 13 puanı hanesine yazdırmayı başardı. Sahada başa çıkmak gerçekten zor. Özellikle İBB gibi sezona çok flaş başlamış, aynı sarı-lacivertliler gibi istikrarlı bir takımdan daha fazlasını da beklerdim ben. Burada da Fenerbahçe'nin gerçekleri giriyor devreye. Klasik Stoch şutu ve çabukluğu, bir an orta alanda rahat bırakılınca yapılan verkaçlar...  
Maçın yıldızını seçmek zor. İlla birini söylemek gerekirse Stoch diyelim. Bu sezon ilk kez sahada yer aldı. Hatta yeni forma numarasını görünce "Aa evet bu sezon 9 giyecek" bile dedik. Hataları vardı ama elinden geleni yapmaya çalıştı. Maç sonunda 1 gol, 1 asist yazdırdı hanesine. Cristian'ın giderek artan performansı da dikkate değerdi. 

18 Eylül 2011 Pazar

Suçsuz taraftarı memnun edebilir misiniz?

"Bugünden itibaren, seyircisiz maç oynama cezası alan takımların karşılaşmalarını; kadın izleyiciler ile yanlarında anneleri olmak şartıyla on iki yaş ve altı çocuklar ücretsiz olarak izleyebilecek. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesindeki veya denetiminde olan sosyal amaçlı çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarında kalan, korunmaya muhtaç 12 yaş ve altı çocuklarımız da resmi refakatçileriyle birlikte bu maçları tribünden takip edebilecek" (haberin tamamı)


Yıllardır seyircisiz maç uygulaması var ve bu uygulamanın çok sağlıklı sonuçlar verdiğini söyleyemeyiz. Evet eskisi kadar sıkıntılı maçlar olmuyor, taraftarlar artık daha bilinçli ama bir kitle var ki cezayı takmasının mümkünatı yok. Maçlarda yaşanan tribün olaylarının sosyolojik bir vak'a olduğunu ve mevcut eğitim sisteminin hastalıklı vatandaşlar yetiştirdiğini umarım kabul ediyoruzdur. Eğitim sistemini dünyanın en klas sınıfına taşısanız yine de yeni bir nesli beklemek zorundasınız. Dolayısıyla "ver cezayı, akıllansınlar" mantığı pek işlemiyor.
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyum'u 50.000 kişilik. Hani "3-5 kendini bilmez" diyoruz ya arttıralım biraz rakamı ve "300-500 kendini bilmez" yapalım. Bu rakam kapasitenin 100'de 1'ine denk geliyor. 500 kişi olmuyor da hadi oldu diyelim 500 kişi tribünde sorun çıkarsa ceza alıyorsunuz.
Bu mantıkla kulüp, taraftarları olmadığı için tribün gelirinden oluyor eyvallah. "Kendini bilmez 500 kişi" de maça gelemiyor ona da eyvallah. İyi de ben ve benim gibi 49500 kişi niye maçı izleyemiyor? Parasını peşinen ödemiş ve kombine almış olan 20 küsür bin kişi niye maçı izleyemiyor?
Kadınların ve çocukların maçları izlemesine kesinlikle lafım yok. Hatta artı bir yasa çıkartın, kapasitenin yüzde 5'ini anne ve çocuklarına ayırın. Çekilişle gelecek olanları belirleyin ve bunlardan da para almayın. Eminim salı günü TV'de tribünleri görürken çok keyif alacağız. Benim anlatmak değindiğim nokta tamamen farklı. Kararı "dünyada bir ilk" diye satmanın bir mantığı yok. Ben peşinen para verdiğim ve tribünde kurallara uygun şekilde takımı desteklediğim halde bir sonraki maçımı statta izleyemiyorsam adalet yerini yine bulmamıştır hakim bey. Maalesef bu da gol değil!

17 Eylül 2011 Cumartesi

İşler tıkırında


Çok özlediğimiz çubukluya geçen hafta Orduspor karşılaşmasında kavuşmuştuk. Kadıköy'deki sessiz maçta kazanılan 3 puan mutlu etse de ortaya koyulan oyun pek tatmin etmemişti. Gaziantepspor maçı ise Fenerbahçe'nin gücünü görme açısından önemli deplasmandı ve sonucu fazlasıyla merak ediliyordu. Sarı-lacivertliler geriye düştü, güzel oyun ortaya koydu, üç gol attı, bir penaltı kaçırdı ve maçı da kazandı.
Fenerbahçe'yi geçen yılla karşılaştırırsak en büyük artının sistemin artık daha iyi işlediğini söyleyebiliriz. As kadrodan Serdar Kesimal, Gökhan Gönül ve Emre yoktu. Bunların yanında sağ bek yedeği Orham Şam da eksikler arasındaydı. Buna rağmen sistemin işlemesi için asgari gayret ve futbol ortaya kondu.
Emre'nin vazifesini üstlenen Cristian iki maçtır iyi sinyaller veriyor. Pek tabi ki Emre'nin performansını vermesi imkansız. Zaten geçen iki yılda Brezilyalı'daki şikayet toplu oyuna fazla katılmaması, sadece defansif anlamda takıma destek olmasıydı.
Caner Erkin maç boyu çok top kaybetti ama çalışkanlığı ile hatalarını örtmeye başardı. İkinci yarıda golün de gelmesiyle bu sefer orta sahada göbeğe çekildi. Fena değildi ama daha iyisi olmak zorunda.
Mehmet Topuz'un sakatlanmasıyla oyuna giren Uğur Boral, sağ kanatta görev yaptı. Hazırlık kampını çok iyi değerlendirdiğini biliyoruz. Bugün çok etkili olamadı. Gerek mevkisini yadırgaması, gerek de arkasındaki bekin hücumcu olmayışı onu zora soktu. Bekir'in daha çok ileriye çıkıp çizgiye inmesi gerekiyor ki ancak o zaman Uğur'un içe katetmesini bekleyelim. Yine de asgari hücum performansını sergiledi. Devamlı burada düşünülecekse ileride mutlaka daha iyi olacaktır.
'Küçük Uche' Yobo'dan sonra Bienvenu için de 'Küçük Niang' yakıştırması yapabiliriz. Sol kanattan defansın arkasına sarkması bir yana zaman zaman dar alanda bileklerine olan hakimiyeti oldukça umut verici. Bienvenu hırsı ve gelişime açık olmasıyla Senegalli'yi bu sezon aratacak gibi durmuyor.
Lugano ve Serdar Kesimal'ın eksikliğinde formayı kapan Bilica için de bir parantez açmak gerek. Geçen yıla oranla bir hayli toparlanan Bilica, ilk sezonundaki perfonsını sergiliyor. Mücadelesi, fiziğini kullanması ve çabukluğu ile alkışı hak edenlerdendi.
Tüm bunların yanında kilit isim Alex. Kaptanın olmaması bu takımdan çok şeyler götürür. Saha içinde tam bir liderlik görevi yapan Brezilyalı, arkadaşlarını yönlendiriyor, bir bakıma girdiği pozisyonları da kendisi hazırlıyor.
Fenerbahçe ikinci yarıda, geçen sezon da öne geçtiği bazı maçlarda denediği 4-3-3 sistemine döndü. Burada Selçuk-Cristian-Caner üçlü orta sahayı oluştururken Bienvenu-Alex-Uğur da forvet hattını oluşturdu. Defansif anlamda kesinlikle Fenerbahçe çok iyi. Yenilen gol duran top. Onun dışında da 2-3 pozisyon dışında tehlikeli olamadı Gaziantepspor. Sarı-lacivertliler genel anlamda eksik oyuncularından dolayı hücumda yaratıcılığını ortaya koyamıyor. İkinci golden sonra 4-3-3'e geçilmesi ataklarda daha da akıcılık sağladı da diyebiliriz.
Fenerbahçe malumunuz soruşturma yüzünden çok yara aldı. Ama bir o kadar da kenetlendi, hırslandı. Asla ligin peşini sene sonuna kadar bırakmayacaktır. Görünen o ki ligin de en büyük favorisi.

Gaziantepspor :1 - 3: Fenerbahçe (Olcan / Alex(2), Bienvenu)

(Bundan sonra maç yazılarının sonunda futbolcuların tweetlerini de ekleyelim. Kesinlikle kulak verilmesi gereken ilginç yorumlar çıkıyor)
Gökay İravul: Seriye devam :)
Alex: Mutluyum! 2 hafta, 2 galibiyet, 2 gol ve bugün 300. maç. FB taraftar çok teşekkürler
Bekir İrtegün: İşte budur! İki senedir galibiyetim yoktu Antep'te. Teşekkürler arkadaşlar, ayağınıza sağlık :) (diğer tweet): bu arada adamlık zor bir zanaat olsa gerek! Kimseye hak ettiğinden fazla değeri görtermemeli!
Volkan Demirel: Yürek insanın iç organı olarak bilinse de, aslında yürek uzatılan eli mağlubiyetten sonra da sıkmaktır.
Selçuk Şahin: Seri katil en son Antep'te görülmüş. Salı günü kadıköy civarlarında olacağı söyleniyor, herkesin dikkatine :)
Uğur Boral: Fenerbahçe takımının şampiyon olmak için dış etkenlere bugüne kadar ihtiyacı olmamıştır. Bunu bu sene herkese göstericez!
Fabio Luciano: Fener galip. Çok iyi gün!

15 Eylül 2011 Perşembe

Diretta Stadio

Tiziano Crudeli'yi bilirsiniz. Bilmiyorsanız da rastlamışsınızdır illaki. Milan'ın maçlarında gol olunca anasından yeni doğmuş veletin ışığı ilk gördüğü andaki tepkiyi verir. Bir Inzaghi'nin gol sevinçlerine bir de Tiziano amcanın nidalarına hastayım. Barcelona maçında stüdyoyu yıkmış kendisi. Maç da öyle bir maçtı ki hem ilk dakikada, hem de son dakika da gol olunca sevinç nidalarının en yükseğini hak ediyor gerçekten. 
Video'daki program ise bizim Ümit Aktan'ın haftasonu programı gibi. Reyting için ölüp bitiyor ya bizim tv'ler, Rasim Ozan Kütahyalı'yı bir kenara koyup bir de 7 Gold'daki Diretta Stadio programı gibisini desesinler isterim. İtalya'da 1999 yılından beri bütün önemli maçlar sırasında yapılıyor program. Reyting getirmese devam etmezdi herhalde.

1 Eylül 2011 Perşembe

Baggio-Appiah-Guardiola

Birkaç gün önce Kezman, "para mühim değil, Fenerbahçe'nin bu zor günlerinde isterlerse dönerim" diyordu. Daha sonra da Appiah'tan haber geldi, o da aynı şeyleri söylemiş. Kezman BATE ile resmi sözleşme imzaladı, bu sene Şampiyonlar Ligi'nde oynayacak. Appiah ise talihsiz sakatlığının ardından sahalara bomba gibi dönemedi maalesef. Geçen yıl Cesena ile 14 karşılaşmaya çıktı. Şu an bonservisi elinde ve PAOK ile görüşüyor. Bazı futbolcular ne olursa olsun iz bırakıyor ve özleniyor. Bu yüzden şu sahadaki rekabeti fazla sevmiyorum. Keşke çubuklu içinde tekrar görebilseydik ama rekabet göz önüne alınınca imkansız.
Fotoğraftan bahsedelim biraz da. Appiah, Brescia formasını 1 sezon terletiyor, o da 2002-03 sezonunda. Yanında Guardiola, önünde Roberto Baggio oynuyor. Daha büyük hayal ne olabilir ki... Ganalı o yıl kariyerinin en yüksek performanslarından birini sergiliyor zaten. Yedi gol atıyor ve ertesi sezon da Juventus'un formasını sırtına geçiriyor. Sonraki hikayeyi hepiniz biliyorsunuz.
Fotoğrafta olmayan ama kadroda o yıl bulunan bir başka tanıdık isim daha var. Kim dersiniz? Bilica... :) O da Baggio ve Guardiola ile oynama şansına nail olanlardan. O zamanlar henüz 23 yaşında. Ligin son haftalarında mücadeleyi kazanıyor ve 11 kez forma şansı buluyor. Futbol enteresan, zaten hayat da enteresan...

30 Ağustos 2011 Salı

Barcelona'nın 3-4-3'ü

Pazartesi Villarreal'i beşleyen Barcelona, maça 3-4-3 dizilişiyle çıkmıştı. Aşağıdaki videoda yeni oyuna dair kesitler var. Hali hazırda en iyi futbolu oynayan bir takımın hâlâ daha iyisini araması takdir edilesi.
Katalanlar'ın kadrosu ise şöyleydi; Valdes - Mascherano, Busquest, Abidal - Keita, Thiago, Fabregas(J. Dos Santos), Iniesta(Xavi) - A.Sanchez, Messi, Pedro(D.Villa).

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Açıklama bekleyen yaprak dökümü

Yaprak dökümü başladı. Lugano'nun PSG'ye transferinden sonra Andre Santos da Arsenal'in yolunu tuttu. Sırada Katar'dan teklif alan Niang var. Sonrasında da belki Stoch, belki Dia ve -maalesef- belki Gökhan Gönül...
Ali Koç'un açıklamalarına göre maddi açıdan büyük sıkıntı yaşıyoruz. Borsadaki hisselerimiz düşüyor, Avrupa Kupaları'na katılamadığımız için ek gelirler gelmiyor, vs... Olayın pek para boyutundan anlamam. Hadi diyelim ki geçen yılki gelirlerimiz yüzde 50 düştü. Peki bunu çıkarmak için takımın en iyi 4-5 oyuncusunu satmak mı gerekir? Kaldı ki birçok oyuncu yaşanan bu süreçte fedakarlık yapmaya hazır. Sarı-Lacivert renklere gönül verenler bu ülkede kulübüne en çok gelir sağlan taraftar grubu. Süreçle birlikte bu gelirler daha da artıyor. Bir bakıma taraftar da fedakarlık da bulunuyor.
kafamda bazı sorular var ve cevabını çok merak ediyorum. Daha fazla para edecek futbolcular varken, 3 milyon euro'ya Lugano satılıyorsa şu soruyu da sormak zorundayım; Fenerbahçe küme düştü de haberimiz mi yok? Futbolcular daha da ucuza gitmesin diye tasfiye şimdiden mi yapılıyor?
Juventus küme düştüğünde Pavel Nedved, "Eğer bir takım küme düşerse futbolcular gider, adamlar kalır" demiş ya, ben o kadar acımasız değilim. Endüstriyel futbolda futbolcular babalarının hayrına Fenerbahçe'de oynamıyor. Andre Santos'un da, Lugano'nun da, Stoch'un da, Dia'nın da, Niang'ın da, vs, vs, bu kulübe bir geliş sebepleri var. Niang daha fazla para kazanacağı için gelmiştir, artık veremeyiz, isterse gider. Stoch burada bir çıkış yakalayıp daha büyük bir kulübe gitmek için gelmiştir, bu dakikadan sonra minimum iki sezonu heba olacaktır, o da gidebilir. Sebepler sayılır durur, her futbolcu için de mantıklı bir sebep bulunur. Kala kala sadece Fenerbahçe aşkıyla oynayan futbolcular kalır. O da bizlere yeter. Biz zaten Fenerbahçe aşkı ile izlemiyormuyuz maçları. Bu futbolcuları izlemekten daha büyük bir zevk var mı?
Artık çok sıkıldık. Bir an evvel sahada çubukluyu görmek istiyoruz. Belki Spor Toto Süper Lig'de, belki de Bank Asya 1. Lig'de, farketmez. Tek dileğim birilerinin açıklama yapması ve kamuoyunu bilgilendirmesi.
Unutmadan ekleyeyim, bu sezon komplekslerden arınmış, salt başarılı olmak için kurulmamış bir takımı uzun yıllar sonra izleyeceğim için de heyecanlanıyorum.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Adaletin olmadığı yerde heyecan aramak

Son günlerde futbolumuzda yaşanan süreçle birlikte Kulüpler Birliği ve Türkiye Futbol Federasyonu'nun ne kadar çok yayıncı kuruluşun etkisi altında kaldığı resmileşmiştir. Normal ligi ilk dört sırada bitiren takımların bir de play-off oynayarak bir şampiyonun belirlenmesi yayıncı kuruluşun istediğini yaptırmasının en basit açıklamasıdır.
İşin garip tarafı bu sistem biraz da farklı olarak Bank Asya 1. Lig'de yıllarca uygulanmaktadır. Sadece bir alt lige dönüp baktığınızda ne kadar saçma ve adaletsiz olduğunu görmek mümkün. Zaten bu yüzden her sene farklı farklı uygulamalarla 1. Lig'deki play-off sistemi değiştirilmiyor mu?
2009-2010 sezonunda Bank Asya 1. Lig'i Adanaspor 64 puanla üçüncü bitirdi. İkinci Bucaspor da 64 puana sahipti. Yani sarı-lacivertli ekip averajla Süper Lig'e çıktı. Dördüncü Altay'ın 59, beşinci Karşıyaka'nın 56 ve altıncı Konyaspor'un 55 puanı vardı. Federasyon lig usulü play-off'a karar verdi ve ligi altıncı bitiren 55 puanlı Konyaspor Süper Lig'e çıktı. Yani averajla Süper Lig'i kaçıran Adana değil de 9 puan geride olan Konya terfi etti. O seneki sistemin en acınası durumu ise maçlardan birinin amaçsızca oynanmasıydı. TFF tabi ki saçma birşey yaptığını anladı ve eski sisteme döndü. Geçen sezon üçüncü ile altıncı, dördüncü ile beşinci karşılaştı. Sonuç; ikinci ile arasında dört puan olan Orduspor Süper Lig'de, ikinciliği 1 puan farkla kaçıran Gaziantep BB aynı kümede.
Neresinden tutarsanız tutun, ne heyecanı katmak isterseniz katın ama sahadaki alın terini unutmayın. Büyük paraların döndüğü futbol üzerinde adalet bence birinci kural olmalı. Maçlar gazozuna oynanmıyorsa adaleti gözardı edemezsiniz. Evet, heyecan da gerekli ama hangi emeği heyecanla kıyaslayabilirsiniz ki. Kaldı ki adaletin olmadığı yerde heyecanı nasıl arayabilirsiniz.
Süper Lig'deki uygulama biraz Belçika Ligi'nden örnek alınmış olacak. Puanlar yarıya düşecek ve lig oynanacak. Peki puanların yarıya düşmesindeki mantık nedir? Heyecan arıyorsanız, gidin bumbie-jumping yapın. En azından onda halatın kendi iradenizle bağlanmasına izin verip aşağıya atlıyorsunuz.

12 Ağustos 2011 Cuma

Marka değeri

Çarşamba günü Euroasiasport'un düzenlediği "Global Şike Gerçekleri" konferansındaydık. Genel itibariyle keyifli ve bilgilendirici geçtiğini söyleyebiliriz. Zaman zaman İtalyan konuşmacıların sayesinde uykumuz gelse de bazı bilinmeyenleri değerlendirme fırsatı yarattılar. Buradan teşekkür edelim konuklara ve organizatörlere.
Küme düşmeler olursa ligin marka değerinin ne derece etkileneceğine dair bir soru gelince konferansta ilginç bir hâl yaşandı. "Şike; Organize Suçlar ve Futbol" kitabının yazarı Dr. Declan Hill, sessizliğin ortasında belki de istemsiz ama ayarı kaçık bir kahkaha ile salonu inletti. Sebebini ise şöyle açıkladı (özet geçiyorum); "Bu soru bana gittiğim birçok yerde soruluyor. İnsanlar futbolun kirlendiğini düşünüyorsa ve siz bu kirliliği temizleyemiyorsanız asıl o zaman marka değeri düşer"...
Futbolumuzun marka değeri üzerine konuşmak gerçekten Declan Hill'in kahkası kadar komik olmasa da tebessüm ettiriyor artık. Digitürk'ün toplamı 410 milyon doları bulan ve kasasından çıkarıp Türk futboluna akıttığı meblağ ortaya çıktığından beri varsa yoksa marka değerini tartışıyoruz. Marka değeri öyle yüksek bir ligimiz var ki geçen yıl takımların yarısında forma reklamı yoktu! Üstelik ligin sponsoru da devlet kurumu olan Spor Toto! Yine klasikleşen bir soru var, cevabı orada gizli; "bizim ligimiz ve dünya derbimiz kaç ülkede yayınlanıyor"...
Fenerbahçe şike yapmıştır veya yapmamıştır tartışmasına girmiyorum. Son 1 ayda yaşananlar ortada. Verilecek karar ne olursa olsun ne Fenerbahçeliler'i ne de diğer takım taraftarlarını memnun edecek. Maalesef durum bu. Emniyet düzelmeden, medya düzelmeden futbolun düzelmesini beklemek fazla hayacilik olur. Genel olarak memleketteki adalete ne kadar inanıyoruz onun cevabını verelim sonra futbola dönelim. Marka değerini tartışmaya daha çok yolumuz var.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Konferans; Çıkış Tüneli

Memlekette 1 ayı aşan süredir futbolda şikeden başka konuşulan birşey yok. Yıllar öncesinin bir reklamı vardı "ağzı olan konuşuyor" diye. O kadar doğru bir slogandı ki deyim olarak dilimize yerleşti desek yeridir.
Önümüzdeki çarşamba günü global şike gerçekleri üzerine bir konferans var. Konuşmacılar şükür yabancı. Şikenin göbeği İtalya'dan Andrea Di Carlo ve Olivero Beha, Şike kitabının yazarı Dr. Declan Hill ve Liverpool Üniversitesi akademisyenlerinden Dr. Rogan Taylor. Mehmet Baransu'lu Telegol'ün yerini pek tutmaz ama(!) yine de katılmak isteyen muhakkak vardır.





4 Ağustos 2011 Perşembe

Fıkraya yakın


Bir Portekizli, bir Fransız, yarı Alman-yarı Türk, 3 tane de Çinli. 
Sezon öncesi çalışmaları için Çin'de bulunan Real Madrid, Guangzhou Evergrande ile yapacağı maç öncesinde seremoni de bu kare çıkıyor. Çok hoşuma gitti gerçekten.

Victor Fraile / Getty Images

26 Temmuz 2011 Salı

Batista da gitti, sıradaki gelsin

2010 Dünya Kupası'nda yaşanan hezimetten sonra Maradona ile yollarını ayıran Arjantin Futbol Federasyonu, 2011 Copa America sonrasında da Sergio Batista ile yollarını ayırdı. Messi'ye sahip olmasına rağmen Iniesta ve Xavi'si olmadan Barcelona futbolu oynatmaya çalışan Arjantinli teknik adam, ilk iki maçta çok eleştirilmişti. Ardından kadroda değişikliğe gitse de kısa vadeli planı pek işlemedi ve kendi evinde düzenlenen kupaya ezeli rakibi Uruguay'a elenerek veda etti. Böylelikle 27 Temmuz 2010'da resmî imzayı atan Batista, bir senesinin dolmasına bir gün kala takımdan ayrıldı.
Yıllardır istikrarlı bir yapıya bürünemeyen Arjantin, yerli hocadan taviz vermeyecek gibi. Milli Takım için düşünülen yeni teknik adam adayları ise; şu anda Birleşik Arap Emirlikleri takımı Al-Jazira'yı çalıştıran Alejandro Sabella, Copa America'da galibiyet kazanamamasına rağmen finale Paraguay'ı finale kadar taşıyan Gerardo Martino ve tecrübeli teknik adam Carlos Bianchi. Bakalım yeni teknik direktörün görevi ne kadar sürecek.

22 Temmuz 2011 Cuma

Afyon yoksa eğer...


Nereden başlanmalı, nasıl devam etmeli bilmiyorum. 3 haftadır basın şike yazıyor, biz de okuyoruz, konuşuyoruz. Blogda değinmedik bu konuya. Çünkü bugün bir şey yazsam yarın başka bir şey çıkacak ortaya. Galiba farkında değiliz ama bayağı bayağı yokuş aşağıya gidiyoruz. Belki bugünkü Shakhtar maçıyla farkına varmışızdır.
Nasıl ki yöneticilerin hırsları bazı yanlış yolları izlemesine yol açıyorsa aynı şekilde gazetelerin tiraj, gazetecinin de isim yapma hırsı aynı şekilde yanlış yapmalarına yol açıyor. Fenerbahçe taraftarının medyaya gösterdiği tepki çok normal. Takım sahaya "En büyük delilimiz alın terimiz" pankartı ile çıkıyorsa, TFF soruşturma gizli elimde delil yok, işlem yapamıyorum diyorsa, gazetelerde çarşaf çarşaf sözümona gizli soruşturmanın gizli belgeleri yer alıyorsa ve tüm makamlardan önce cezayı bizzat basın kesiyorsa tepki olur arkadaş. Üzüldüğüm nokta foto muhabirleri. Onların suçu yok, sadece fotoğraf çekecekler. Tepkinin kaba kuvvet yönünü hep foto muhabirleri görüyor. Çünkü işleri gereği ortada en çok gözüken onlar. Haber Türk Gazetesi'nin yaptığı gazeteciliğe sığar mı bilmem ama insanlığa sığmadığına hem fikirizdir umarım.
Bugünkü olaylar göstermiştir ki bir an evvel soruşturma neticelendirilmeli, adalet yerini bulmalı. Ha bu ülkenin adaletine ne kadar inanırsınız o ayrı konu (Açıkçası ben yıllar önce güvenmeyi bıraktım. Fare dağa küsmüş dağın haberi olmamış derler ya benim ki o hesap). Eğer ki bu teker böyle dönmeye devam ederse ortamın daha da berbat olacağı aşikar. Taraftar takımının şike yapmadığına inanıyor. 3 haftadır lastik gibi çekiştirirsen bu konuyu varsa bile inandırman çok zor. Mesele olaylar ne kadar uzarsa o kadar büyüyeceğe benziyor. Bugün sahaya önce 1 kişi girdi, sonra 2 oldu, sonra 4, sonra 8, sonra 16, 32, 64, 128.... arttıkça arttı yani. Yarın onbin kişinin inmeyeceğini kim garanti edebilir? Bunun cezası var da kaçının çetelesini tutacaksın? Zor bir memlekette yaşıyoruz. Genel olarak herkesin türlü türlü bir sürü sıkıntısı var. Futbol kitlelerin afyonu değil miydi? Şahsen çoğu kez böyle unutmuşumdur dertlerimi. İtalya, ülkesindeki şikenin gölgesinde Dünya Kupası'na uzandı. O zamanlarda onların bir afyonu vardı. Bizim maalesef yok.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Çinliler'in Liverpool aşkı çok başka




Asya Tur kapsamında Çin'in Guangdong şehrinde bulunan Liverpool, Guangdong Sunray Cave takımıyla oynadığı karşılaşmada binlerce fanatik taraftar ile karşılaşmış. Meraktayım TT Arena'da nasıl tribün görüntüleri ortaya çıkacak. 
kaynak; AFP / Mike Clarke 

12 Temmuz 2011 Salı

Batista bu sefer tutturdu


Gecenin 3.45'inde Pastore aşkına ekran karşısına kurulduk. O yine yoktu ama ama Arjantin daha farklıydı. Kupada oynadığı futbol ile tepki çeken Tangocular, ikinci olmak için çok kritik bir maça çıkarken genç kadrosuyla iyi sinyaller veren Kosta Rika sürpriz peşindeydi.
Batista ilk iki maçtan farklı olarak bu sefer kadroda önemli değişiklikler yaptı. Bu da oldukça yaradı diyebiliriz. Devamlı ısırarak mücadele eden bir ekip vardı sahada. Di Maria solda Zanetti'nin önünü doldururken, hedef santrafor Higuain'in arkasında Agüero sola yakın, Messi saha yakın oynadı. Sağ kanattaki Zabaleta ise Zanetti'den farklı olarak tüm koridoru kontrol etmeye çalıştı. İlk yarı boyunca sayısız pozisyon buldu Arjantin. Dokuzuncu dakika Messi, Barcelona'da yaptığı ver-kaçlardan birinin yapmayı başardı ve takımı ateşledi. Ardından giderek artan baskıda Agüero ve Higuain net pozisyonları harcayarak Arjantin'in daha erken öne geçmesini sağlayamadı. 45'te havadan gelen topa Gago, çok düzgün ve sert vurdu, kaleciden dönen topu Agüero ağlara gönderdi. Maçın yorumcusu Bener Onar yayında her ne kadar "balık gol" olarak nitelendirse de Gago zaten gollük şut attı, Agüero da golcülüğünün gerekliliği olarak doğru zamanda, doğru yerdeydi.
Arjantin ikinci yarıda da ritmini korudu. Kosta Rika'nın biraz çözülmesi de taraftarı rahatlatan golleri getirdi. İlk iki maçta Messi'nin göbekten gelerek içeri kateden oyuncuya servis ettiği ama değerlendirilemeyen pozisyonları bu sefer 52'de Agüero ve 63'te Di Maria ağlara gönderdi. Kalan amaçsız dakikalarda Pastore'nin girişini bekledik. Batista, genç oyuncunun doğduğu yer olan Cordoba'da taraftarların sesine 80'de cevap verdi. 10 dakika da olsa izleme şansına eriştik böylece.
Arjantin bu maçta tam 604 isabetli pas yaptı. Bundan önceki iki maçının ortalaması 442 idi. Barcelona ile pek tabi ki kıyas yapamayız ama onlar 600'ün altına düşmüyor. Messi'yi Barcelona modelindeki gibi kullanmak isteyen Batista, bu maçta pas sayısına erişti diyebiliriz. Messi de maçın yıldızı seçildi zaten. Di Maria'nın attığı gol öncesi 33 pas yapıldığını da ekleyelim.
Orta sahadaki dinamizmi ile Gago, iki gol atan Agüero, iki gol attıran Messi göze batan isimlerdi. Zanetti klasik, buram buram tecrübesiyle oynarken sağ kanadı tek başına kullanan Zabaleta da alkışı haketti. Kosta Rika'da ise forvet Martinez çabukluğu ile dikkat çekerken, Bolivya karşısında izleyenlere kendini hayran bırakan Campbell, bu maçta biraz silikti. Yine de iyi bir tekniğe sahip olduğunun izlenimini zaman zaman da olsa bıraktı.
Batista bu sefer doğru kadro çıkarmıştı. Bulunan gol pozisyonlarını ve iştahlı oyunu referans gösterebiliriz. Lakin çeyrek finalde Uruguay veya Şili'nin geleceğinden aynı kadro sıkıntı yaratabilir. Muhtemelen Batista bunu düşünmeyecektir ve kazanan kadroyu bozmayacaktır. Zabaleta tek başına yine idare eder mi, hücumdaki bolluk orta sahada çok boşluk oluşturur mu göreceğiz.

ARGENTINA 3 X 0 COSTA RICA
Estadio: Estadio Mario Alberto Kempes, Córdoba, Argentina; Arbitro: Victor Rivera (PER); Goles: Sergio Agüero (46’) y (52’), Ángel Di María (63’) (Argentina); Amonestados: Gabriel Milito (21’), Javier Zanetti (37’), Ezequiel Lavezzi (92’) (Argentina); Francisco Calvo (41’), José Salvatierra (47’) (Costa Rica)
ARGENTINA: 23-Sergio Romero, 3- Pablo Zabaleta, 4- Nicolás Burdisso, 6- Gabriel Milito, 8- Javier Zanetti, 20- Fernando Gago, 14- Javier Mascherano, 16- Sergio Agüero (21-Ezequiel Lavezzi, 84’), 7- Ángel Di María (15-Lucas Biglia, 79’), 10- Lionel Messi y 9- Gonzalo Higuaín (18-Javier Pastore, 79’). DT: Sergio Batista.
COSTA RICA: 18- Leonel Moreira, 3- Johnny Acosta, 4- José Salvatierra, 2- Francisco Calvo (10-Randall Brenes, 46’), 19- Óscar Duarte, 20- Pedro Leal, 6- Heiner Mora, 22- José Cubero, 21- Cesar Elizondo (5-Luis Valle, 56’), 17- Josué Martinez (11-Diego Madrigal, 46’) y 12- Joel Campbell. DT: Ricardo La Volpe.


Gago bugün beklenmedik derecede iyi futbol sergiledi. Hem defansta hem de hücumda etkili toplar kullandı.

7 Temmuz 2011 Perşembe

Arjantin'de tat yok


Copa America'da ilk maçlar sona erdi, ikinci maçlara adım attık. Uruguay-Peru maçı dışındaki beş maçı da izleme imkanı buldum. Genel olarak sıkıcı bir tablo var ortada. Şili ve Kolombiya dışında kazanan olmazken, Brezilya ve Arjantin sürpriz denilebilecek beraberlikler aldı. Her turnuvanın ilk maçları sonraki adımları düşünerekten biraz sıkıntılı başlar. Fakat bu seneki Copa America'nın ilk maçları biraz fazla can sıktı desek yeridir.
Batista, ilk maçta Bolivya ile berabere kalan kadrodan sadece Rojo-Zabaleta değişikliği yaparken orta sahada, Mascherano-Cambiasso-Banega üçlüsüyle, forvette de Messi-Tevez-Lavezzi ile sahaya çıktı. Kolombiya ise Falcao'yu ileride tek bırakarak 4-1-4-1 dizilişiyle yer tuttu.
İlk yarıdaki genel görüntü; Tangocular pasa dayalı bir oyunla ileride Messi önderliğinde pozisyon bulmaya çalışırken Kolombiya, tüm hatlarıyla topun arkasına geçmeyi, orta sahada kazandığı toplarla tehlike oluşturmayı amaçladı. Başarılı olan ise Kolombiya'ydı. Lavezzi'nin karşı karşıya kaçırdığı pozisyon dışında Tangocular'a nefes aldırmayan Kolombiya, bir çok pozisyon bulmanın yanı sıra bir tane de Dayro Moreno boş kaleye gol kaçırdı. Pozisyonun oluşmasını sağlayan harekette da hakem, penaltı+kırmızı kartı da harcadı.
İkinci yarıya değişiklik yapmadan başladı Batista. Oyunda değişen birşey olmayınca 60. dakikada ilk hamlesi geldi. Oyundan Cambiasso ve Lavezzi çıkarken yerlerine Gago ve Agüero girdi. Yani planda değil, sadece isimde değişiklik oldu. 72'de yapılan Banega-Higuain değişikliği ise orta sahadan adam alıp forvete koymanın mantığı dışında değildi.
Batista yine sınıfta kaldı. Bu sezon Avrupa'nın en çok sükse yapan isimlerinden biri olan Pastore iki maçta da 1 dakika alabilmiş değil. Kaldı ki Messi'yi Barça'daki gibi forvetin ortasında oynatan Batista, Pastore'yi de Iniesta gibi kullanabilir. O ise nispeten yaratıcılığı az bir orta saha kuruyor. Bolivya karşısında Messi bir çok kez göbekten gelip delmeyi başardı ama kalabalık ve sert Kolombiya'ya karşı pek etkisizdi. Tevez ve Lavezzi'nin beslenemediği ortamda gerçek golcüler (Milito, Higuain) kullanılabilir. Arjantin'in iyi bir kadrosu var ve oyunun daha yaratıcı olması için hamleler yapılabilir.


Kolombiya: Luis Martinez, Camilo Zuniga, Luis Perea, Mario Yepes, Pablo Armero, Carlos Sanchez, Dayro Moreno, Abel Aguilar, Freddy Guarin, Adrian Ramos (Elkin Soto, 89), Radamel Falcao (Teo Gutierrez, 87)
Arjantin: Sergio Romero, Pablo Zabaleta, Nicolas Burdisso, Gabriel Milito, Javier Zanetti, Ever Banega (Gonzalo Higuain, 72), Javier Mascherano, Esteban Cambiasso (Fernando Gago, 61), Ezequiel Lavezzi (Sergio Aguero, 61), Lionel Messi, Carlos Tevez.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Açılışı Agüero kurtardı

Avrupa'da futbol liglerinin bitmesiyle nispeten çapı küçük olan turnuvalarla idare edip durduk ve sonunda imdada Copa America yetişti. Arjantin'de düzenlenen turnuvanın ilk maçı Arjantin ile Bolivya arasında oynandı. Yüksek rakımı nedeniyle 2008 yılında FIFA tarafından futbolu baltalanmaya çalışılan Bolivya, 2009 yılında oynanan Dünya Kupası elemelerinde Maradonalı Arjantin'i evinde 6-1 yenmeyi başarmıştı. Bu maç bir nevi onun da rövanşı olarak görülebilirdi.
Hayaller gerçek olsa kaleci + 10 forvet ile sahaya çıkabilecek düzeyde hücum elemanları bulunan Arjantin, ileri üçlüde Messi-Tevez-Lavezzi ile sahaya çıktı. Orta sahada ise üç savaşçı, Mascherano-Cambiasso-Banega vardı. Karşılaşma öncesi sağlam savunma, üretken forvetler görüntüsü umut verici gözükse de pek öyle olmadı.
Maça Tangocular iyi başladı. Bolivya ise baskıyı kırmakta gecikmedi ve tempoyu düşürerek oyunda dengeyi sağladı. İlk yarı boyunca üretkenlikten uzak orta sahası nedeniyle pozisyon bulmakta zorlanan Arjantin, Messi'nin göbekten delerek getirdiği toplarla Lavezzi ve Tevez'i araya kaçırmaya çalıştı. Bir kaç cılız pozisyon pek etkili de olamadılar.
İkinci yarıda Cambiasso-Di Maria değişikliği geldi. Ama ne var ki kimsenin beklemediği bir anda Bolivya bir anda öne geçti. 47'de kullanılan kornerde Rojas, ön direğe düşen topu topuğuyla kaleye yolladı ve sözde ön direği savunan Banega, meşin yuvarlağı bacaklarının arasından kaçırak çizgiyi geçmesini önleyemedi. Avrupa Ligleri'nde acaba kaç kişi bu topu kaleye yönlendirir/yönlendirebilir tartışılır. İşte bu noktada bizlerin Copa America'yı izleme sebeplerinden bir tanesi ortaya çıkıyor.
Golden sonra cesaretlenen Bolivya, Moreno ile bir de %100'lük gol pozisyonundan yararlanamıyor ve üstünlük yavaş yavaş Batista'nın ekibine geçiyordu. Günün tutuk isimlerinden Lavezzi'nin yerini Agüero'ya bırakmasıyla Arjantin daha etkili olmaya başladı. Yeni takımını dört gözle bekleyen yıldız da 75'te kendisine pazarlıklarda bir hayli yardımcı olabilecek çok şık bir golü de ağlara göndererek beraberliği getirdi takımına. Bir kaç dakika sonrasında ayağının dışıyla boş köşeyi görmesi Arjantin'i 3 puanla da tanıştırabilirdi.
İlk yarısı bir hayli sıkıcı, ikinci yarısı ise giderek artan temposuyla seyir zevkini yakalayan açılış maçı beraberlikle sona erdi. Bolivya kısıtlı kadrosuyla alkışı hakederken, Arjantin'de Batista'nın kadro konusunda biraz daha cömert davranması gerektiğini söyleyebiliriz.

ARGENTINA 1 X 1 BOLIVIA
Place: Estádio Único Ciudad de la Plata, Ciudad de la Plata, Argentina
Date/time: 01/07/2011 - 21h45
Referee: Roberto Silveira - Uruguay
Assistants: Miguel Nievas - Uruguay / Luis Alvarado - Ecuador
GOALS: Edivaldo Rojas -BOL 47' / Sergio Aguero-ARG 75'
ARGENTINA: 23-Sergio Romero, 8-Javier Zanetti, 4-Nicolás Burdisso, 6-Gabriel Milito, 17-Marcos Rojo, 14-Javier Mascherano, 5-Esteban Cambiasso (7-Ángel Di María, 46'), 19-Ever Banega, 11-Carlos Tevez,21-Ezequiel Lavezzi (16-Sergio Aguero, 70') and 10-Lionel Messi. Coach: Sergio Batista.
Yellow Cars: Carlos Tevez (37’), Ezequiel Lavezzi (54’)
BOLIVIA: 1-Carlos Arias, 4-Lorgio Alvarez, 3-Luis Gutiérrez, 5-Ronald Rivero,16-Ronald Raldes, 6-Walter Flores, 15-Jaime Robles, 21-Jhasmany Campos(17-Juan Carlos Arce, 79’), 10-Joselito Vaca(19-José Chávez, 63’), 9-Marcelo Moreno and 7-Edivaldo Rojas(22-Rudy Cardozo, 89’). Coach: Gustavo Quinteros.
Yellow Cards: Walter Flores (34’), Luis Gutiérrez (38’), José Chávez (73’), Ronald Rivero (87’)