30 Haziran 2010 Çarşamba

Caner Erkin Transferi


Caner Erkin hakkında yazı yazmak için resmi sitenin haberini bekliyordum ve resmi site transferi açıkladı. Kendisiyle 4 yıllık sözleşme yapılmış. Bonservisine ve sözleşme detaylarına ilişkin bir açıklama yok. Hayırlı olsun kulübümüze.

Caner Erkin 17 yaş altı Dünya Şampiyonasından beri performansını merak ettiğimiz bir isim. O yıllar son derece umut vaadeden, A milli takımın da gelecekteki sol açığı olarak gördüğümüz bir isimdi. CSKA Moskova transferi ise 18 yaşındaki bir adama 4 milyon verilmesi sonucu gerçekleşti. Her ne kadar Rus futbolunun yükselişine denk gelse de kanımca bu transfer Caner'in gelişimini olumsuz etkiledi. Türkiye'de geliştirmesinin zor olduğu mental gelişimini sekteye uğrattığını düşünüyorum. CSKA Moskova'da da 3-5-2 nin solunda oynamaya çalıştı. Tahminimce Galatasaray bu sebep ile kendisini hücumcu sol bek olarak olarak kullanmak niyetindeydi. Galatasaray'a geldiği gün de düşündüğüm gibi Caner sol bek pozisyonunda verimli olamadı. Caner'in Galatasaray'da kredisini arttıran ise sol açıkta oynadığı futbol. Sanıyorum Fenerbahçe de kendisini sol bek yedekleyicisi olarak kullanmak istiyor. Lakin Fenerbahçe'nin asıl sıkıntısı defansif bir sol bek.

Andre Santos, R.Carlos ayrıldığından beri Fenerbahçe'de sol bek oynadı. Gerek Dünya Kupasına katılma şansı, gerek de Brezilya ligindeki sisteme benzer bir bek pozisyonunda oynaması kalitesini belli etmesine yardımcı oldu. kendisinin yedekleyicisi Vedeson ise aynı özellikte ama kalite olarak daha düşük bir isimdi. Defansif anlamda sıkıntı yarattı Fenerbahçe'ye. Uğur Boral da Zico'nun 1. senesinde zaman zaman hücumcu sol bek olarak sahaya çıktı. Fenerbahçe'nin iki kanattaki hücumcu bekleri zayıf ekipler karşısında bir avantaj olurken, güçlü ve dengeli takımlar karşısında ise çok sıkıntı yaşadı. Dolayısıyla Fenerbahçe'nin esas ihtiyacı defansif bir sol bekti. Hatta Toraman tarzı biri alınabilseydi daha iyi olurdu. Türkiye vatandaşı olarak aklıma gelen isimler Çağlar Birinci ve Hayrettin Yerlikaya. Çağlar Galatasaray ile anlaştı, geçelim. Hayrettin Yerlikaya'nın Fenerbahçe'ye uygun bir isim mi olabileceği tartışılır ama zaten biz bir yedekleyici arıyoruz. Hayrettin Yerlikaya mücadeleci yapısı ve çalışkanlığı ile iyi bir yedek olabilir.

Peki Caner sol açıkta değerlendirilirse neler olabilir? Fenerbahçe'de Özer ve Mehmet Topuz için her ne kadar ''kanatta oynuyorlar'' yorumu yapılsa da bu oyuncular klasik kanat futbolu oynamıyorlardı. Devamlı içeri giren, orta sahadaki pas alış verişine katkıda bulunan oyunculardı. Andre Santos ve Gökhan Gönül'ün performansını daha yukarıya çıkmasını isteyen ve çıkaran bir tarzdı bu. Fakat oyunu da yavaşlatan bir tarz. Stoch transferi ve adı geçen Krasiç transferi ile Aykut Kocaman'ın kanatlarda klasik kanat oyunu oynamak istiyor sanırım. Bu hamleler oyunu hızlandırmaya yönelik diye yorumlayabiliriz. Bu düzende Caner Erkin sol kanatta oynar ise arkasındaki bekiyle olan uyumu sıkıntı yaratabilir. Devamlı ileriye çıkacak olan Andre Santos ile o koridorda uyum çok önemli. Yine Zico'nun ilk yılına gidelim ve R.Carlos-Vederson/Uğur Boral ikilisini hatırlayalım. R.Carlos'un sık sık ileriye çıkışlarıda Vederson/Uğur Boral daha geride kalıyordu. Hatta oyunun bazı dilimlerinde Vederson/Uğur Boral beke çekilip R.Carlos ileride oynuyordu. Burada güzel bir uyum tutturmuşlardı. Andre Santos ve sol açık pozisyonundaki diğer isimlerin de bu uyumu göstermesi çok önemli. Caner'in mental zayıflığından bahsettik. İşte burada Aykut Kocaman'ın becerisi devreye girecek.

Caner Erkin aynı Burak Yılmaz gibi bir şansı daha hak ediyor. Fenerbahçe'de kalıcı da olabilir, Anadolu'ya aktarma yapıyor da olabilir. Bu transfer tutar veya tutmaz diyemem ama kendisinde bir hayli umutlu olduğumu söylemeliyim. Tekrardan hayırlı olsun.

29 Haziran 2010 Salı

Kocaman Umutlar Böyle Başlamamalıydı


Aykut Kocaman'ın geçmişini anlatmanın, Fenerbahçeliler için ne anlama geldiğini uzun uzun yazmaya gerek yok. Sadece Fenerbahçeliler için değil, diğer takım taraftarlarının da saygısını kazanmış bir isim Aykut Kocaman. Rıdvan Dilmen ve Oğuz Çetin'i erken yedikten sonra biraz pişsin, arkası sağlam gelsin dediğimiz Aykut Kocaman artık artık Fenerbahçe'nin teknik direktörü.

Aykut geçtiğimiz sezon sportif direktör olurken yorumlardan bir tanesi de ''Aykut gelirse ancak bu şekilde gelip, teknik direktör olur'' yönündeydi. Bugün o lafı söyleyenler tutturdu. Aziz Yıldırım'ın düşüncesi de aynen bu şekildeydi. Ha belki o 3 sene sonra Aykut'u takımın başına getirmeyi planlıyordu, orası ayrı ama amaç Aykut'u Daum'dan sonra teknik direktörlüğe getirmekti. Sportif Direktörlük ciddi bir iştir. Cruyff da sportif direktörlük yaptı ama önce teknik direktörlük yaptı. Takımı kurdu, düzene oturttu ve sonra tribüne çıkarak sportif direktörlüğünü yaptı. Onun kurduğu sistem ile bugün 7 milyonluk memleketten dünya kupasını kaldıracak kalitede bir futbolcu grubu yetişti. Şu gerçek ki Fenerbahçe'nin sportif direktörü Aykut Kocaman değil, Aziz Yıldırım'dır. Boşu boşuna laflara alkış tutmayalım, icraatlere alkış tutalım.

Bir diğer mesele de Daum'un gönderiliş şekli ve arkasından Aykut Kocaman'ın getirilmesi. Aykut Kocaman bu şekilde gelince ister istemez medyada yazılan ''Aykut Daum'un kuyusunu kazdı'' ya kadar giden haberleri yalanyamazsınız. Aynı zamanda bir üst paragrafta belirttiğim üzere Aykut Kocaman bizim Avrupa kulüplerinde gördüğümüz bir sportif direktör olmaması da iddiaları güçlendirir. Ben Aykut'un Daum'un kuyusunu kazdığına inanmıyorum. Kocaman'ı tanıyan insanların da inanacağına ihtimal vermiyorum ama ortadaki iddiayı da yalanlamak zor.

Aykut Kocaman'ın ise teknik direktörlüğüne inanan birisiyim. Çalıştığı mütevazi kulüplerde, elindeki mütevazi kadroyu iyi yönetmiştir. Bilhassa çoluk çocuk ile karın tokluğuna çalıştığı İstanbulspor'da maç içinde dahi oyundan kopmamış, devamlı sahanın içinde olmuş, oyuncuların pozisyon alacakları noktalara kadar ilgilenmiştir. Adam resmen 4'lü savunmanın arkasında hayali bir libero gibi görev yaptı. Genellikle Türk hocalarımızın yanlış yaptığı yer yabancı transferidir. Bugün göklere çıkardığımız Ertuğrul Sağlam, Legrottaglie'yi tanımadığı için Beşiktaş'a transfer etmedi. Bu tip işlerle uğraşması gereken adam da sportif direktör değil mi? Ben yönetimden ve Aykut Kocaman'dan evvela bu tip işlerin halledilmesini beklerdim. Bugün beğenmediğimiz Daum'un efsane laptopu vardır. O laptoptan Luciolar, Emersonlar, Ze Robertolar, Ballacklar çıktı. Aykut Kocaman, en azından Aziz Yıldırım'ın çok eleştirdiği ama hala menejer önerisiyle yaptığı transferler yerine, kendi ekibini kurar ve şova yönelik değil de ihtiyaca göre transfer yaparsa ne ala. (Örneğin, Stoch ihtiyacımız olan bir transfer olabilir ama ben menejerlerin Fenerbahçe'yi rekabe sokup bu transferi yaptırdığına inanıyorum)

Açıkçası her ne kadar geliş şeklini beğenmesem de Aykut Kocaman'ın teknik direktörlüğüne sevindim. Aziz Yıldırım Aykut Kocaman'ı da harcar ise sadece Aykut Kocaman değil ikisi de gider gibime geliyor. Bu yönden sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Ben şampiyonluk değil takımın iyiye gidişini izlemek istiyorum. Aynı Löw'de, Zico'da gördüğüm ışığı görmek istiyorum. Aykut Kocaman bunu yapabilecek kapasitede biri. İnşallah sonu onlara benzemez.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Daum'un Vedası


3 yıllık bir süre sonunda taşlar her zamankinden daha sağlam ve yerinde oturması gerekirken, siz ve yönettiğiniz takım çok yıpranmış, son maçta şampiyonluk kaybetmişsiniz ve bardak artık taşmış. Hostes sırıtışıyla birbirinze başarı dileyip ülkenize dönüyorsunuz ve 2. ligden köklü bir takım ile anlaşıyorsunuz. Orada günler geçtikçe takımı oturtuyorsunuz ve 1. Bundesliga'ya taşıyorsunuz. 1. Bundesliga'da da her sene üzerine koyarak ilerliyorsunuz. Başkan ile aranız çok iyi, taraftar ile aranız çok iyi ve futbolcular ile aranız çok iyi. Herşey güzel gidiyor. Birgün eski takımınızın başkanı arıyor sizi ve yaşanmışlılara rağmen anlaşıyorsunuz. Çünkü hedefler büyük. Mevcut takımınız ile istediğiniz hedeflere ulaşmanız çok zor. Belki bir kısmınız istiyor, bir kısmınız istemiyor ama o istemeyen kısmınızı da para tolere ediyor. Eski kulübünüze ve ikinci vatanım dediğiniz ülkeye geri dönüyorsunuz. Yıllardır bulunduğunuz 2. vatanınızda öğrenmiş olduğunuz 4-5 cümle ile, o hostes gülüşüyle yine taraftara sesleniyorsunuz, umut aşılıyorsunuz. Hostes gülüşüyle ayrıldığınız başkan ile tekrar sarılarak, beraber gülüyorsunuz. Ayrıldığınız sezona benzer bir sezon yaşıyorsunuz ve takrar kapı önüne koyuluyorsunuz.

Daum'u sevmeyen çok var. Nefret eden bile var. Niye? Daum ne yaptı. Daum ile geçen 1 sezon tam bir flashback ti. Geçmişten çok daha farklı uygulamalar yapmadı. Peki son 1 haftada yaşananlar? Sözleşmede yazan tazminat Daum'un hakkıdır. Daum'u bu konuda suçlayamayız. Kendinizi Daum yerine koysanız belki farklı şeyler yaparsınız ama onun yerine de koyamazsınız. Sözleşmeler böyle durumlar için yapılır. Siz sözleşmeye uymazsanız Daum da medyayı kullanıp istediğini alır.

1 hafta oynayanlar dışında kimseye zevk vermeyen santranç oyununa dönmüştü Aziz Yıldırım-Daum ilişkisi. Eminim onlar da zevk almadı ama Fenerbahçe'nin imajı zedelendi. Aziz Yıldırım bu kulübün başkanı olduğu sürece de bu imaj zedelenecek. Derin düşünmüyorum, geçmişe bakıyorum.

3. Maçların Sonunda E-F-G-H Grupları


E Grubu;
Hollanda eskiye nazaran daha dengeli bir biçimde başladı turnuvaya. Eskinin o gruplarda yakan, yıkan, dağıtan Hollandasını göremedik ama 3'te 3 yaparak lider bitirmeyi başardı grubunu. Defansının bireysel olarak zayıf oyunculardan kurulu olması takım savunmalarına daha fazla özen göstermelerine sebebiyet veriyor. 3 maçta yedikleri gol sayısı 1 ve o da penaltıdan. Honda animeden fırlamış bir karakter gibi. Başka bir adam yahu. Japonların animelerde özendiği adam bu işte. Danimarka zaferi de bir anime masalı gibiydi. Honda 30 küsür metreden çift falso vererek golü atıyor, 2. golde Honda vurur diye beklerden Endo vurup süpriz bir gol atıyor, 3. golde Honda vurma imkanı varken uygun durumdaki arkadaşına veriyor gibi. Çeyrek finalde görmek isterim ama Paraguay çok daha dengeli bir takım. Danimarka'nın ise eti kemiği bu. Devamlı alttan gelen birilerini bulmaları zor. kadayıflarla oynadılar ve bu noktada kaldılar. Kadayıf dedim ama hepsi tek tek sevdiğim isimler. Kamerun'un dengesiz takım. Kalecisi Kayserispor'lu Souleymanou, santraforu İnter'li Eto'o. Afrika takımlarını başarılı yapmak çok zor. Sonuçta altyapı eğitimini çok farklı kültürlerde almış bir sürü oyuncu var. Fazla yargılamak da istemiyorum.

F Grubu;
Turnuva öncesi 2 hocanın turnuvadan sonra devredecekleri veliahtları belliydi. Biri Fransa, diğeri İtalya. İkisi de sonuncu tamamladılar gruplarını. İtalya'dır bu, normaldir grupta zorlanmaları, Slovakya ile en kötü berabere kalır yine turlarlar diye düşünüyordum. Pirlo'suz sıkıntı çekecekleri kesindi ama Montolivo da kötü performans sergilemedi ilk 2 maçta. Slovakya maçının kadrosunu bana kurdursalardı orta saha ve forveri aynen bu şekil kurardım. İtalya lig olarak da sıkıntıda. prandelli'nin işi zor. Yeni Zelanda maç oynanmadan atan tutanları utandırdı. Bu bile yeter. Eğer elinde nitelikli futbolcu yoksa çok da fazla eleştirmeye gerek yok. Aldıkları 3 puan için teşekkür etmek gerek. Slovakya ilk 2 maçta bekletimin uzağında futbol sergiledi. Grubu zorlayacak güçleri vardı ve İtalya'yı yenerek tur atlamayı başardılar. Lakin Hollanda karşısında işleri bir hayli zor. Paraguay için sadece koca memeleri hatunları konuşmadığımız için mutluyum. Çok sağlam forvet hattı var. Keza hücumlarını tamamlayacak orta saha ve defans elemanları da mevcut. Göze de hoş gelen takım oyunu oynuyorlar ve bu turnuvanın süprizi olabilirler.

G Grubu;
Bu gruptan tek isteğim tahminleri çöpe attırmasıydı. Kuzey Kore Brezilya maçında buna çok yaklaştı. Portekiz maçında tecrübesizlik kurbanı oldular. Fildişi Sahili ile oynadıkları maçta ise çok demorilizeydiler. 3-0 ile iyi bile yırttılar. Portekiz'i ise beğenmedim. Queiroz'dan üst düzey bir teknik direktör çıkmayacağı belli. Onun yerinde olsam artık zorlamam. Fildişi Sahili ise Ericsson'a rağmen aldı 4 puanı. Portekiz'i yenme imkanı oluşmuştu. Kamerun için yazdıklarım onlar için de geçerli.

H Grubu;
İspanya ilk maçta kaza yaptı. Hala benim 1 numaralı favorim(Lakin Torres fantasy football'da hayal kırıklığı yaşattı, kırgınım). Hitzfeld şanssızdı bu turnuvada. Şili maçındaki beleş kırmızı kart, buna rağmen oynanan güzel futbol ve Eren'in son dakikada kaçırdığı mutlak gol. Ne kadar zorlasa olmadı işte. Honduras maçının özetini izledim. Kazanabilirlermiş o maçı da. Belki de süprizi erken yapıp İspanya'yı yendiler. Öte yandan Şili elenseydi güzel futbollarına rağmen şanssızlıktan değil, beceriksizlikten eleneceklerdi. İsviçre maçında şanslıydılar bir kere. İspanya maçında çok kötü 2 hata ile golleri yediler. Honduras maçında ise gol kaçırma yarışına giriştiler. lakin güzel top oynuyorlar. Defansif yönden sıkıntıları var ve Brezilya maçında başlarına çok iş açabilir. Fransa 98 de Salas ve Zamorano ile esiyorlardı. Gruptan 2. turda şanslarına Brezilya vardı . Şili'den ümitliydik ama Brezilya, Brezilya gibi oynayıp kazanmıştı. Kim bilir belki Bielsa PESçileri şaşırtan taktiğiyle bir süpriz yapar. Maçları da bu yüzden izliyoruz zaten.

foto: foto'ya twitter'da denk geldim. kaynağını bilen varsa sevinirim.

25 Haziran 2010 Cuma

Avrupa'da Transfer 2010/11 vol.3


Robert Lewandowski - Lech Posen > B.Dortmund - 4.500.000 euro
Atsuto Uchida - Antlers > Schalke 04 - 1.300.000 euro
Kyriakos Papadopoulos - Olympiacos > Schalke 04 - 2.500.000 euro
Philippe Senderos - Arsenal > Fulham - bedelsiz
Tiberio Guarente - Atalanta > Sevilla - 5.500.000 euro
Roberto Soldado - Getafe > Valencia - 10.000.000 euro
Joseba Llorente - Villarreal > R.Soseidad - 2.500.000 euro
Onyekachi Apam - OGC Nice > Rennes - 5.000.000 euro
Jimmy Briand - Rennes > Lyon - 6.000.000 euro
Jonathan Biabiany - Parma > İnter - 5.000.000 euro
Simone Pepe - Udinese > Juventus - kiralık (sezon sonu 7.500.000 euro satın alma opsiyonu)
Marco Storari - Milan > Juventus - 4.500.000 euro
Sergio Floccari - Genoa > Lazio - 8.500.000 euro
Mauricio Pinilla - Grosseto > Palermo - 5.000.000 euro
Marc Janko - Salzburg > Twente - 6.500.000 euro
Maniche - Köln > Sporting Lizbon - bedelsiz
Zoran Tosic - Manchester Utd. > CSKA Moskova - 9.500.000 euro
Seydou Doumbia - Young Boys > CSKA Moskova - 10.000.000 euro

24 Haziran 2010 Perşembe

3. Maçların Sonunda A-B-C-D Grupları

A Grubu;
En az izlediğim ve hakkında en az bilgiye sahip olduğum grup A grubu. Grubun kırılma anı 2. maçlarda yaşandı. Fransa 1994 de turnuvaya katılamadı, 1998 de şampiyon oldu, 2002 de gruplarda dibe vurdu, 2006 da final oynadı ve 2010 da yine dibe vurdu. M grafik çizmeyi başardılar. Blanc yönetiminde 2014 DK da final oynasalar şaşırmam. Bugün altyapılarda sorun yaşayan büyük ülker (İtalya ve İngiltere gibi) var ama Fransa bu sorunu yaşamıyor. Onların toparlanması diğer ülkelere çok çok daha kolay. Afrika ev sahibi olması nedeniyle ve Parreira etkeniyle 2. turu görebilir diye düşünüyordum. Zorlu bir grupları vardı ama bu gruptan çıkabilecek kalitede bir takımdı. Parreira takımını yaratamamış.

B Grubu;
Arjantin-Yunanistan maçı dışındaki 5 maçı da izledim bu grupta. Maradona hergün üzerine koyarak bir takım yaratıyor. Meksika'yı yenerek çeyrek finale kalacaklardır ve İngiltere-Almanya galibi ile oynayacaklardır. Müthiş bir çeyrek final maçı izleyeceğiz. Maradona için birçok şey söylenebilir ama geçek şu ki futbolcuları onu seviyor ve Arjantin'i bir takım yapmayı başarıyor.
Grubun talihsiz takımı Nijerya. Arjantin maçında beraberliği yakalayacak pozisyonları buldular ama golü beceremediler. Yunanistan karşısında çok iyi başladılar ama kırmızı kartın önüne geçemeyerek yenildiler. Güney Kore karşısında da kazanacak futbolu sergilemeseler de önemli pozisyonlar buldular. Yunanistan, Nijerya karşısında ekstra bir gaslibiyet aldı. Ne eskisi gibi defans yapabiliyorlar, ne de etkili hücum yapabiliyorlar. 1994 faciasından zor kurtuldular. Güney Kore benim çok sempatik bulduğum takım. Merkez santraforsuz oynamaya çalışıyorlar fakat futbolcular arasında tını farkı var. Uruguay karşısında DK macerasına son verebilirler.

C Grubu;
Bu grupta futbolun adaletine şahit olduk. A.B.D. 2. maçlar bittiğinde bu grubun liderliğini haketmişti. Cezayir karşısında son dakikalarda attıkları gol onları sadece grup liderliğine değil, turnuvada çok avanajlı bir noktaya getirdi. Ortaya attığım yarı final iddiamı sürdürüyorum. İngiltere'den çok şey bekliyordum. Daha doğrusu Capello'dan bekliyordum. Almanya karşısında işleri bir hayli zor. Almanya'yı elerlerse daha bir takım olup, daha üst turlara da çıkabilirler. Lakin sergiledikleri performans ileriyi işaret etmekten uzak. Slovenya 1. maçta sıçradı, 2. maçta sıçradı, 3. maçta sıçrayacakken Amerika'nın son dakikadaki golü geldi. Topladığı 4 puan çok bile.

D Grubu;
En karışmış grup buydu. Son maçlar oynandı da rahatladık resmen. Slovenya ne kadar şanslı bir takımsa, Avustralya o kadar şansızdı. Almanya'dan 4 değil de 2 yeseler bugün çıkmışlardı. Gana futbol olarak çok iyiydi ama saha içinde organize olmakta zorlanıyorlar. En az kendileri kadar koşan, mücadele eden bir rakiple karşılaşacaklar. 2. turun en zevkli karşılaşmalarından birini izletebilirler bize.
Almanya, Sırbistan maçında şanssızlık yaşadı. Futbolda olur böyle vak'alar. Mühim olan telafi etme şansının olması. Onlar bugün Mesut Özil ile coştular. Borges gurbetçiler ile ilintili bir Mesut Özil yazısı yazmış. Okunmasında fayda var. Almanya için çizdiğim yol haritasında final gözüküyor.

Uruguay - Güney Kore
Amerika - Gana
Almanya - İngiltere
Arjantin - Meksika

23 Haziran 2010 Çarşamba

Tek Yürek Arjantin


Fotoğraf Arjantin semalarından. Oralarda her kesim inanmış şampiyonluğa.
Köpek ise inandırılmış mı yoksa inanmış mı bilemedim...

22 Haziran 2010 Salı

2. Maçların Sonunda E-F-G-H Grupları

E grubu;
Hollanda alışılmışın dışında futbol sergiliyor. Merkez santrafor sıkıntısı onları gol yollarında etkisizleştiriyor. 23 kişilik kadroda kendi takımında merkez santrafor oynayan tek isim var, o da Huntelaar. Büyük ihtimalle lider tamamlayacaklar grubu. Son maçta Huntelaar'ı görmek isteyebilir van Marvijk. Danimarka-Kamerun maçı turnuvanın bol pozisyonlu maçlarından biriydi. Kamerun çok gol kaçırdı. Bunda Danimarka'nın maça 5 hücumcu ile çıkması da etkendi. Danimarka karşısında yedikleri 2 gol de aynı. Sol kanattan 2-3 pozisyon daha verdiler. Danimarka, Japonya karşısına daha temkinli çıkabilir. maçın gidişatına göre riskleri alması daha mantıklı bir yol gözüküyor. Averajda Japonya önde. Danimarka'nın kazanması şart. Japonlar'ı ise vakıf olacak kadar izleyemedim. Okubo'nun Hollanda maçında Cruyff vari bir çalımı var. Ayrıca Nakamura'yı Danimarka maçında daha fazla izlemek isterim.

F Grubu;
Yeni Zelanda'nın averaj takımı, İtalya'nın lider, Paraguay ve Slovakya'dan averajı en iyi olanın 2. tura çıkacağını düşünenler, bugün tabloyu gördüklerinde dahi ''maçlar çok sıkıcı yae'' diyebiliyorsa, bi zahmet Dünya Kupası izlemesinler. Slovakya'dan hepimiz daha fazlasını bekliyorduk. Misal Fenerbahçe yönetiminin dünya yıldızı diye tanıttığı, taraftarın da 5 maçını izlemeden yıldız yaptığı Stoch'u izleyemedik. Paraguay ise tahminlerin üzerinde güzel futbol oynuyor ve grubu da lider bitirecekler. E Grubundan eşleşecekleri rakibini de yenip çeyrek finale çıkacaklardır. İtalya ise klasik grup performansı sergiliyor. Pirlo'suz sıkıntı çektikleri kesin. Cannavaro'nun yenilen 2 golde de payı var. Juventus'ta da kötüydü. Türkiye'ye gelse 2. Frank de Boer vak'ası olurdu. İtalya kötü futbol oynayan Slovakya'yı geçip 2. olur diyorum.

G Grubu;
Ölüm grubu olak adlandırdığımız bu grup süpriz puan kayıplarına gebe bir gruptu. Kuzey Kore Brezilya maçında güzel futbol oynadı bence. Portekiz maçında da güzel başladılar ama 3. golden sonra çetele tutmak zorlaştı. Grubun ilk 2'si belli oldu. oynanan maçların tüm sonuçları normal. Fazla üzerinde durmaya gerek yok ama Brezilya ve Portekiz'den gelecekte neler bekleyebiliriz ondan birkaç cümle yazalım. Brezilya ritim tutturmuş vaziyette bence. Gün geçtikçe daha iyi olacaktır. Portekiz ise yıllardır 1 mevki dışında tüm mevkilerde alternatifleri ile birlikte kaliteli isimler çıkardı ama aynı kalitede 1 santrafor üretemediler. Ben Portekiz'i Mourinho gelene kadar rafa kaldırıyorum.

H Grubu;
Turnuvanın en güzel grubu da bence bu grup. Bielsa'lı Şili beklenmedik güzellikte oynuyor. 2 Şili maçından da çok zevk aldım. Lakin gol atmakta sıkıntı çekiyorlar. İlk maç sonunda Humberto Suazo takıma girince etki eder diye düşünüyordum ama aynı kısırlık İsviçre maçında da devam etti. Şili atamadığı goller için çok üzülecek gibi. İsviçre ise Şili maçında hakem kurbanı oldu. 10 kişi kalmalarına rağmen hücumu da kesmeden sonuna kadar mücadele etti. İspanya ilk maçında kazaya kurban gitti. Bence hala turnuvanın 1. favorisi. David Villa Jabulani'nin dilinden anlıyor. Bir maçta öyle bir gol atacak ki hepimiz vay vay vay diyeceğiz.

2. Maçların Sonunda A-B-C-D Grupları


Turnuvayı maç maç yorumlayamayacağım için günü gününe yorumlamak istedim. Lakin günü gününe tempoyu da tutturamıyorum. Bir şekilde de kopmamak lazım. Tur tur yorumlamak en mantıklısı. Sanırım bunu tek başıma yapabilirim.

A Grubu;
Fransa golsüz ve -2 averaj ile hayal kırıklığı yaşatıyor. 2002 süprizdi ama bu sonuçlar süpriz değil. Muhteşem bir altyapı organizasyonu kurmayı başarmış, A takıma seri imalat futbolcu yetiştiren Fransa Futbol Federasyonu'nun, 2008 yılında verdiği Domenech ile devam kararı anlaşılmaz. Meksika ve Uruguay bana göre gruptan çıkmayı başardılar. Zira Fransa da biliyor tur atlayamayacağını ve şu an kavgalar ile uğraşıyorlar. Hem Uruguay, hem Meksika ilk maçtaki hatalarını farkettiler ve ikinci maçlarında rakiplerini rahat geçtiler. Beraberlik Uruguay'ı lider yapıyor. Zevkli bir liderlik maçı bekliyorum. Zira kimse Arjantin ile eşleşmek istemez. Bu maçta gözlerimiz Manchester Utd.'a transfer olan ve son maçta Fransa'yı deviren Javier Hernandez'de olacak.

B Grubu;
Bu grubun 2. maçları beni hayal kırıklığına uğrattı. Ne Güney Kore Arjantin'den 4 yiyecek bir takım, ne de Yunanistan Nijerya'yı yenebilecek bir takım. Yunanistan-Nijerya maçında emin oldum ki artık Yunanistan diye bir takım kalmamış. Kazanması tamamen Nijerya'nın 10 kişi kalmasına bağlı bir durumdu. Nijerya tehlikeli ama organize olamayan bir takım. Güney Kore macera aramadan sakin bir futbol oynarsa, en kötü ihtimalle beraberliği alır. Lakin liderliği garanti bir Arjantin yelkenleri suya indirmezse. Maradona bu maçta Higuain, Tevez ve Mascherano'yu dinlendirecekmiş. Messi ve Veron ilk 11'de. Tabiki gözler Milito'da (ve oynarsa Ninis'te) olacak.


C Grubu;
Amerika da olmasa turnuvanın en kıyafetsiz grubu olur bu grup. İngiltere hiçleri oynuyor. Keza lider Slovenya aynı şekilde. Cezayir, İngiltere maçında çok koştu, çok mücadele etti eyvallah, helal olsun ama hücumda 2 organize atak, 2 verkaç yapamadı. Salt mücadele keyif vermiyor bana. Hücuma çıkanca 2 top çevirip pozisyon bulman gerekiyor. Bu İngiltere'yi bulduktan sonra bir de galibiyeti yakalasa Cezayir, 1982 nostaljisi yaşatacaktı. Cezayirli futbolcuların isimleri pek duyulmasa da 3-4 isim dışında hepsi Avrupa'da oynayan oyuncular. 1982 Dünya Kupasında Almanya'yı yenen kadronun yardımcı antrenörü olan, 1986 Dünya Kupasında teknik direktörlüğü üstlenen, 2007'de de 2. kez milli takımın başına geçen teknik direktör Rabah Saadane takımını iyi organize edememiş malesef. Amerika ise beni bu Dünya Kupası'nda en heyecanladıran takımlardan biri. Hatta underrated görünen takımların en üstünde. İkinci turda Almanya ile eşleşmedikleri takdirde yarı final oynayacaklarını düşünüyorum. Fenerbahçe'ye de Altidore'u önermişler (Okay Karacan'ın twetter hesabının yalancısıyım). Umarım gelir.

D Grubu;
Bu grup çok karıştı. Gana maçında varlık gösteremeyen Sırbistan şansının yardımıyla Almanya'yı yendi. Almanya'yı Sırbistan'a mağlup olmasına rağmen beğendim. Baştan iyi başlayıp sonradan posası çıkan Hollanda değil Almanya. Sonuna kadar gideceklerdir. Gana süpriz yapabilir demiştim ama Avustralya maçını kazanmalarına rağmen hücumdaki aksiyonlarını beğenmiyorum. 10 kişilik Avustralya'yı yenemediler. Almanya karşısında hiç şans vermiyorum. Gana'nın işi Avustralya-Sırbistan maçının sonucuna bakar. Almanya'dan fark yememeye çalışsınlar yeter. Avustralya-Sırbistan maçı ise turnuva'nın en kilit maçlarından biri. Atılacak her gol sıralamayı değiştirecek. Avustralya'nın şansızlığı Almanya'ya 4-0 yenilmeleri. 2 maçta da 10 kişi kalmış olmaları gerçek güçlerini görmemizi engelledi. En karışık grup ve üzerinde en az ahkam kesmemiz gereken grup bu. Fazla deşmeye gelmez.

20 Haziran 2010 Pazar

Guaraniler'in Zafer Yolculuğu: Paraguay

Bu yazı ntvspor.net bünyesindeki Falso projesi için yazıldı ama grup maçlarına yetişemediğinden daha fazla gecikmesin diye buradan yayınlıyorum.

* * *

Güney Amerika’nın tam ortasındaki bu küçük ülke bölgedeki bir çok rakibi gibi “tam bir futbol ülkesi” olarak anılmasa da futbol anlamında muadillerine kıyasla yaklaşık 100 yıllık bir süreçte futbol standardını korumuş ve başarısını belli bir düzeye sabitlemiş bir ülkedir. Paraguay, milli takım düzeyinde, halkına başarı tattırmaya alışık bir ülke denebilir. Tek sorun bu başarıyı dünya kupaları düzeyine taşıyamamaları. Katıldıkları 7 dünya kupasından 3’ünde ikinci tura yükselebilmiş olmalarına karşın, kırmızı beyazlılar kıtalarında şahlanıyor genellikle. Copa America’da 1953 ve 1979’daki şampiyonluklarının yanı sıra 5 ikincilik ve 6 üçüncülüğe sahip olduklarını belirtmeden geçmemek lazım. Yani buradan ulaşmak istediğim sonuç şudur ki; bu ülke kıtasını seviyor. Bir başka deyişle, Güney Amerika sınırları dahilinde her noktayı kendi eviymişçesine değerlendirebiliyor.



Kabuğu kırma yolunda...


Denize kıyısı olmayan Paraguay’da çocuklar, diğer Güney Amerikalılar gibi kumsalda tanışmıyor futbolla. Taşrada edindikleri futbol sevgisi sert futbollarının en belirgin işaretçisi. Kıtadaki rakipleriyle, dünya futboluna kazandırdığı yıldızlar açısından yarışamadığı kesin. Fakat yıldızlar karması rakiplerini teknik ve güçlü futbolcularıyla en çok uğraştıran futbol takımı olmayı beceriyor kırmızı beyazlılar. Uzun yıllar boyunca en önemli yıldızı kalecisi olan Paraguay, son yıllarda Avrupa piyasasında değerlenen futbolcularıyla dünya kulüpleri tarafından daha çekinilir bir hal aldı. Yıllarca ülkenin bayrak oyunculuğunu golcü kalecisi Jose Luis Chilavert yaparken bugün Paraguay denilince Roque Santa Cruz, Oscar Cardozo, Palolo da Silva, Nelson Valdez ve Lucas Borrios gibi bir çok önemli isim bir çırpıda sayılıyor.


Takımın F Grubu’ndaki şansına bakacak olursak, bana göre oldukça yüksek. Bu hem teknik hem mistik açıdan mümkün görünüyor bana. Açılış maçında, denk sertlikte geçecek maçta grubun mutlak favorisi İtalya’dan alınacak puan Paraguay’a gruptan çıkma yolunda önemli avantaj sağlayacaktır. Zira Güney Amerika elemelerinde Brezilya ve Arjantin’e karşı aldığı galibiyetler olası bir İtalya zaferini sürpriz olmaktan çıkarmaktadır.


Bir de olayın totem yönü var tabi. Daha önce de belirttiğim gibi, Paraguay geçmişte katıldığı 7 dünya kupasının 3’ünde ikinci tura yükselebildi. Başarılı olunan bu 3 turnuva 1986, 1998 ve 2002’de üç farklı kıtada düzenlenmiş ve Paraguay Amerika, Avrupa ve Asya kıtalarında ikinci tura yükselme başarısını göstermişti. Bu sene de Afrika’da düzenlenen turnuvayı boş geçmek istemeyecekler tabi ki. Zira Afrika’da bir daha bu şansı yakalayabileceklerinden emin değiller. Şahsen sırf bu sebeple bile Paraguay’ı destekleyebilirim. Gerçi Paraguay’ı desteklemek için neden bulmak zor değil. Kabuğunu kırmaya çalışan gayretli futbolu ve sempatik oyuncuları Paraguay’ı sevmeye yeterli nedenlerdir. Ayrıca Güney Amerika’nın sert yüzünü bize gösterdiği için benim açımdan ayrı bir çekiciliğe sahiptir Paraguay.



Analiz


Arjantinli teknik adam Gerardo Martino takımın genelinin tecrübeli oyunculardan oluşması nedeniyle taktiklerini aktarmakta fazla zorluk çekmemekten memnun. Güney Amerika elemelerinde, maçların tamamına yakınında takımını klasik 4-4-2 taktiği ile sahaya süren Martino’nun forvet hattında her rakibe karşı güvenebileceği 3 tane oyuncusunun olması en önemli avantajı. Santa Cruz, Cardozo, Barrios üçlüsünün birbiriyle uyumlu oyunları forvet rotasyonunda hocanın işini kolaylaştırıyor. Martino’nun nadiren değiştirdiği taktiği takımın gole ihtiyaç duyduğu zamanlara denk geliyor. Rakibe göre takımını sahaya 4-3-1-2 dizilişiyle süren Martino, Santa Cruz’u ikinci santrafor olarak kullanmayı tercih ediyor.


Orta alanda kanatları etkili kullanabileceği oyunculara sahip Paraguay. Özellikle sol kanatta görev yapan Aureliano Torres’in koridorun tamamında etkili bir şekilde oynayabilmesi, kadronun daha opsiyonel bir hale gelmesini sağlıyor. Gerardo Martino genellikle bu oyuncuyu sol açık olarak sahaya sürerken arkasında defansif yetenekleri daha belirgin ve daha tecrübeli bir oyuncu olarak Claudio Morel’i tercih ediyor. Takımın asıl sorun yaşadığı alan ise sağ kanadı. Martino bu alana, sol kanatta olduğu gibi oyunu çift taraflı oynayacak bir ikili oturtamıyor. Sağ kanatta oynayan Enrique Vera ve Carlos Bonet ikilisi defansif anlamda birbirini tamamlayamadığı için, güvenliği elden bırakmama namına bu kanattan yeterince pozisyon üretemiyor takım. Gerargo Martino bu duruma çözümü, o bölgeye yakın oynayan bir sağ iç oyuncusunu kadroya monte etmekte buluyor. Bu isim ise takımın kilit oyuncularından 25 yaşındaki Victor Cáceres.


Defansta ise Paraguay’ın güvendiği isim Paulo da Silva. Güney Amerika elemelerinde CONMEBOL Altın 11’ine girmeyi başaran, 2008 ise yılında Meksika Ligi’nin en değerli oyuncusu seçilmiş deneyimli bir stoper Paulo da Silva. Tandemde takımın güvendiği bir diğer isim ise soğuk kanlı oyunuyla defans hattını organize edebilen bir isim olan Dario Veron. Bu ikilinin arkasında bekleyen 2 isimden biri defansif anlamda joker niteliğinde bir oyuncu olan Denis Caniza. 35 yaşındaki tecrübeli oyuncu defansın her bölgesinde oynayabildiği gibi ihtiyaç duyulması halinde defansif orta saha olarak da görev yapabiliyor. Mevcut kadroda 95 kez milli olarak takımın en tecrübeli ismi konumunda olan Caniza, teknik ekibin de kritik anlarda en güvendiği isim. Bu bölgenin bir diğer yedepi ise Antolin Alcaraz. Club Brugge’den Wigan’a transfer olan oyuncu Paraguay’lı taraftarlar tarafından oldukça seviliyor. Kendine güveni üst seviyede olan oyuncuyu topla birlikte ani çıkışları neticesinde her an rakip kale civarlarında görmek mümkün olabiliyor. Milli takımdaki tecrübesizliği (5 maç) ise kadroda sık yer bulamamasının temel nedeni olduğunu düşünüyorum.



İkinci Adam Portresi: La Pantera

Paraguay takımının etkili forvet hattıyla rakiplere önlem aldırdığı bilinen bir gerçek. Bu hatta ise Avrupa’da ciddi derecede isim yapmış iki oyuncu mevcut: Oscar Cardozo ve Roque Santa Cruz. Fakat bana göre takımın yardımcı erkek oyuncusu, bu iki esas oğlanın yanında takımın temeltaşlarından olmayı başarmış Lucas Barrios’dur.


Arjantinli bir babayla Paraguaylı bir annenin çocuğu olarak Paraguay Milli Takımı’nı seçmiştir kendisi. Şili’de Colo-Colo takımında oynarken 42 maçta attığı 39 golle önce Şili’de ‘La Pantera’ lakabını alan Barrios, sonrasında Avrupa’nın ilgisini çekmeyi başardı. 26 yaşında transfer olduğu Borussia Dortmund’da da sivrilmeyi başaran yetenekli forvet, avantajlı fiziğiyle milli takımın da daimi oyuncularından olmayı başardı. Oscar Cardozo ve Santa Cruz gibi iki isimle yarıştığı düşünüldüğünde, as kadroda yer edinmiş olmasının önemli bir aşama olduğunu söyleyebiliriz. Barrios’un 1,88’lik boyuna rağmen hareketli bir forvet olması rakiplerinin işini oldukça zorlaştırıyor. Hava toplarındaki hakimiyeti ise kanatlardan etkili oyunculara sahip milli takımında daha da kıymetleniyor. Teknik direktör Gerardo Martino’nun son hazırlık maçlarında kendisini forvet rotasyonunun sabit ismi olarak değerlendirdiğini de eklemek gerek.



Kuvvetli Mevki: Defans

Takımın tanınan yıldızlarının hücum hattında oynadığı doğru. Bu nedenle kuvvetli mevki seçimini yaparken biraz tereddüt ettim. Fakat Paraguay’ın rakip takımlara zorluk yaşatan yönü savunmadaki takım bütünlüğü. Aslında defansı tek başına kuvvetli mevki olarak göstermek doğru olur mu bilmiyorum. Zira takım halinde savunmayı iyi beceren bir takım Paraguay. Orta alanda oynayan oyuncuların bir çoğunun defansif özelliklere sahip olması, kanat oyuncularının yeri geldiğinde bek olarak görev yapabilmesi ve hücum oyuncularının top rakipteyken baskılı oyunu takımın savunma bütünlüğüne katkıda bulunan etkenler.


Tabi bu takım savunmasında defansın göbeğinde görev yapan Paulo da Silva ve takımın tecrübeli kaptanı Denis Caniza’nın yönlendirmelerinin önemi büyük. Zaten genel olarak yaş ortalaması belli bir düzeyin üstünde olan takım defansif anlamda kritik riskler almadan tedbirli bir oyun oynamayı tercih ediyor.



Kişisel 11

Justo Villar: Kalecilik tecrübe işi, şimdilik takımda tek adam.


Claudio Morel: Mevkisinde en iyi alternatif, kafası rahat onun için.


Paulo da Silva: O yoksa sorun var.


Denis Caniza: Paraguay’ın Maldini’si. Her defansa lazım.


Dario Veron: Gerardo Martino uyan, sağ bek sinyal veriyor. Kullan bu adamı.


Aureliano Torres: Koridoru aşındıracak bu çocuk.


Cristian Riveros: Gürbüz bir delikanlı, Martino da aynı şekilde düşünecektir.


Victor Cáceres: Kilit adam, olmazsa olmaz.


Santa Cruz: Paraguay’ı sevme nedenlerinden, izlemezsek üzülürüz.


Lucas Barrios: Uğruna Cardozo’yu kestim, çok şey bekliyorum bu çocuktan.



Teknik Direktöre Mesaj:


Gerardo Martino efendi, şimdi iyi dinle beni. Sen de biliyorsun ki bu takımda potansiyel var. Ama çok kişi farkında değil bu potansiyelin. Hatta hafife alanlar bile var. Neymiş, takımın büyük bölümü Amerika dışına çıkmamış... İlk maç çok önemli. Bilirsin, İtalya direkt adapte olamaz turnuvaya, sonradan açılır. İyi değerlendirin bunu. İlk maçta alacağınız 3 puan (ki ben inanıyorum) sizi grup liderliğine taşıyacak. Liderlik önemli. Olası bir ikincilikte birden Hollanda ile burun buruna gelirsiniz. İyi takımsınız ama Hollanda da fena değil, erken karşılaşmasanız daha iyi sanki.


Bir de ricam var Dario Veron konusunda. Defansın göbeğinde başarılı bu adam, hemfikirim. Ama sağ bek alarm veriyor. Oradaki oluğu tıkayacak adam Dario Veron’dur. Hem Caniza gibi bir adamın var ki bırak son turnuvasında sahada olsun. Takım O’nu gördükçe kendine güvenecektir.


Bir de sana iyi bir haberim var. Ülkemdeki üst düzey birkaç totemciyle görüştüm, Paraguay için iyi şeyler düşünüyoruz. En zorlu derbiler için hazırladığımız totemleri bu yaz size tahsis ediyoruz. Sen de idmanda oyuncularınla konuş. Hep taktikle olmaz bu işler. Totemlerini eksik etmesinler, sen de öyle...


Son olarak yine söylüyorum; kazanacaksınız, kazanmak için uğraşacaksınız. Amma netice ne olursa olsun siz benim gönlümde hep kazandınız, hep şampiyonsunuz... ve öyle kalacaksınız... Allah yardımcınız olsun!



Takımın Abisi & Çaylağı: Denis Caniza & Rodolfo Gamarra


Takımın abisi de çaylağı da net. Abisi, milli takım tecrübesi en fazla olan 35’lik kaptan Denis Caniza: takımın güven kaynağı, joker adamı.


Çaylağı ise herkesin 25 yaş üstünde olduğu 23 kişilik kadronun tek genç üyesi. 21’lik Rodolfo Gamarra. Henüz 2 kez milli formayı giymiş bir hücum oyuncusu. Takımdaki rakipleri zorlu isimler ama onlardan öğreneceği çok şey var.



Rakiplere Mesaj:


Siz Cardozo ve Santa Cruz’a odaklanmışken gerideki 9 kişilik ekibin kuyunuzu kazabileceğinizi biliyor muydunuz?



Bunları Biliyor musunuz?


  • Fransa’nın Evian kentinde dünya kupası hazırlıklarını sürdürürken kaldıkları otelde Paraguay Milli Takımı’nın kasası soyuldu ve 110 bin Dolar’ı çalındı.

  • Takımın forvet oyuncularından Salvador Cabanas geçtiğimiz aylarda, futbol hayatını sürdürdüğü Meksika’da bir barda başından vuruldu. Hayati tehlikeyi atlatan Cabanas’ın futbol kariyerine devam edip etmeyeceği henüz açıklanmadı.

  • Takımın teknik direktörü Gerardo Martino, geçtiğimiz sene yapılan bir internet oylamasında en çirkin teknik direktör seçildi.

  • Paraguay Milli Takımı’nın lakabı olan ‘Guaraniler’ milli takım için biçilen değeri yansıtmaktadır. Guarani Paraguay’ın para birimidir.

  • 1934’te Paraguay ve Bolivya Chaco Savaşı’nda ağır çatışma halindeyken Paraguay Kızılhaçı’nın yaraları sarmak için başvurduğu yol futbol oldu. Kurduğu takımın Arjantin ve Uruguay’da yaptığı maçlardan elde ettiği yüksek geliri iki tarafa yardım amaçlı kullandı.



İyi & Kötü Senaryo

Paraguay Milli Takımı için iyi ve kötü senaryonun sınırları keskin. Daha önce 7 kez katıldığı dünya kupalarında 4 kez ilk turda elenirken, 3 kez ise gruplardan çıkma başarısını gösterdi. Bu nedenle Paraguay için öncelikli hedef –dolayısıyla iyi senaryo- ikinci tura yükselmektir. Fakat bana sorarsanız potansiyelleri bu hedefin daha üstünde. Lider çıkma olanağı olan bu gruptan çıkamaması ise mutlak kötü senaryo olur.

* * *

Kadro:

Mevki Doğum Tarihi Kulüp Milli Maç Gol
Kaleci 30/06/77 Real Valladolid 71
Defans 26/06/79 UNAM 27
Defans 02/02/78 Boca Juniors 25
Defans 29/08/74 León 95 1
Defans 05/10/79 Atlético Mineiro 59 2
Defans 02/10/77 Olimpia 30 1
Forvet 20/05/83 Benfica 29
Orta Saha 15/07/84 Atalanta 47 1
Forvet 16/08/81 Manchester City 66 21
Forvet 08/11/87 Pachuca 12 1
Orta Saha 19/10/81 Wolfsburg 21
Kaleci 16/06/81 Cerro Porteño 2
Orta Saha 10/03/79 Atlas 25 2
Defans 01/02/80 Sunderland 67 2
Orta Saha 25/03/85 Libertad 25
Orta Saha 16/10/82 Cruz Azul 45 8
Defans 16/06/82 San Lorenzo 25 2
Forvet 28/11/83 Borussia Dortmund 38 9
Forvet 13/11/84 Borussia Dortmund 3 3
Orta Saha 07/10/84 Argentinos Juniors 3
Defans 30/07/82 Club Brugge 5
Kaleci 20/04/76 Independiente Medellín 18
Forvet 10/10/88 Libertad 2

19 Haziran 2010 Cumartesi

Quaresma Transferi


Beşiktaş yönetimi geçen yıldan beri taraftarın istediği Quresma'yı sonunda ülkemize getirmeyi başardı. Öncelikle kutlamak lazım transferi. Quaresma için verilen paralar son derece makul. Bu riski almaya sonuna kadar değer, ki bence pek de riski yok. Quaresma'yı yorumlamak için taa Sporting Lizbon günlerine gitmeye gerek de yok. Porto günleri de son derece güzeldi, zaman zaman mükemmeldi. Quaresma bu ligde kaybettiği ritmini bulacağını düşünüyorum. Tek riski bundan sonraki transferinin büyük takım olması ihtimalinin düşüklüğü. Bu sebeple çok iyi oynayayım, büyük kulübe gideyim mentalitesi ile oynamayabilir. Buna rağmen belli bir kalitesi olan bir isim, -en önemlisi- Schuster'in istediği bir isim ve taraftarın da uzun süre destek vereceği bir isim olarak Quaresma mutlaka başarılı olacaktır.

Takıldığım ve üzüldüğüm nokta ise bugün imza töreninde yaşanılanlar. Aziz Yıldırım gösterişi çok sever. Durup dururken Şükrü Saraçoğlunda gösteriler falan olur. Bugün İnönü Stadyumu şampiyon olmuşcasına coşkuluydu. Tribün hareketi barajın kapaklarının açılması gibidir. Birisi basar düğmeye debinin sayısı artar. Şu ortamı ben Beşiktaş'a değil, hiçbir kulübümüz için uygun görmüyorum. Zemin bu kutlamaya müsait hale getirildi ve bu görüntüler oluştu. Dolayısıyla çarşı grubu da senin benim gibi insandır. Kusura bakmayın ama dillerde dolandığı kadar anarşist bir yapı da değildir. Rakibine vurduğun noktasın şu an.

18 Haziran 2010 Cuma

Son Günlerden...

Son günlerde biraz yoğunum. Bunun sebebi arkadaşlarla ürettiğimiz bir kafe projesi üzerinde çalışıyor olmamız. Farklı ve ucundan da olsa sosyal sorumluluk taşıyan bir proje olduğunu düşünüyoruz. Daha geniş ayrıntıyı kafeyi açtıktan sonra sizlerle paylaşacağım elbette. Sizler de 3-4 dakikanızı ayırıp, anketimizi doldurup, fikirlerinizi belirtirseniz memnun olurum.

17 Haziran 2010 Perşembe

Dünya Kupası Nedir?

Dünya Kupası, öğle vakti televizyonun camına güneş vurmasıdır ve akabinde perdeyi örtmektir.

Dünya Kupası, sabah 9:30 daki maç için kalkmak, ilk yarıyı yarı baygın izlemek, devre arasında 5 dakika gözleri kapamak ve uyuyup ikinci yarıyı kaçırmaktır.

Dünya Kupası, maç izleme bahanesiyle arkadaşla buluşup bol bol sohbet etmek, göz ucuyla televiyona bakmaktır.

Dünya Kupası, yazlık mekanda denizden çıkıp çay bahçesine gitmek, bir yandan maç izlemek, bir yandan da şişe kola ile serinlemektir.

Dünya Kupası, ülkemiz katılmadığı zaman kupa öncesi en güçlüyü tutmak, maç içinde güçsüzü tutmak demektir. İran'ın Amerika'yı yenmesi, Senegal'in Fransa'yı yenmesi, Angola'nın Portekiz'e ezilmemesidir.

Dünya Kupası, panini çıkartmalarını tamamlamak, Şili'ye, Meksika'ya, Paraguay'a bakıp ''bunlar bize benziyor be'' demek, Koreli'yi görüp ''lan bunlar da birbirine benziyor be'' demektir.

Dünya Kupası, 80'li yıllarda tek kanallı televiyon nedeniyle annenin bile ilgi duymasıdır.

Dünya Kupası, futbolcuların yeni saç stilleriyle kupaya katılmasıdır. Annenin ''bu adamın saçı ne böyle'' demesidir.

Dünya Kupası, kupayı düzenleyen ülkenin futbol kültürünü öğrenmek demektir. Arjantin'de konfetidir, Güney Afrika'da vuvuzela...

15 Haziran 2010 Salı

Phörpa (the cup)


Çok güzel bir film mi? Elbette değil ama çok ilginç bir film. Bir tibet filmi Phörpa(The Cup). Monk çocuklar Fransa 98'i izleme uğruna türlü debelenmelere giriyorlar. Tapınaktan kaçıp maçları izlemeye çalışıyorlar. Fakat bu sefer rahipleri enseliyor bunları. Bunlar durur mu? Ortalığı verveleye verip final maçını izlemek için rahiplerini ikna ediyorlar. Tabi bunun için televizyona ve antene ihtiyaçları var. Her ne kadar monk olsalar da çocukların çocuk olduğunu görüyorsunuz. Rahip ders anlatıyor ama kime anlatıyor, havaya. Arka sırada zerre dinleyen yok. 1998 yılında televizyon ve anten kiralama peşinde koşan, futboldan zerre anlamayan ama futbol aşkıyla yanıp tutuşan çocukların komik hikayesi phörpa.


yazan ve yöneten; Khyentse Norbu
imdb notu: 6.5


yazının ilk yayın tarihi; 30.06.2008

14 Haziran 2010 Pazartesi

Dünya Kupası 3. Gün

Bugün 2 maç izleyebildim. 2 maçta da beklediklerim olmadı. Almanya'yı bu kadar organize, Avustralya'yı ve Sırbistan'ı bu kadar bozuk beklemiyordum. Slovenya-Cezayir maçı ise kaçırdığıma üzülmeyeceğim bir maç olmuş. Kaleci hatası ile Slovenya kazanmış. C Grubundan A.B.D. ve İngiltere rahat çıkacaktır. O grubun sorunu liderlik. Hele ki bugünkü Almanya'yı gördükten sonra.

Gana 1-0 Sırbistan
Dün Nijerya için yazdıklarımın aynısı Gana için de geçerli. Bir çok farklı futbol kültüründen gelen futbolcular uyum sorunu yaşıyorlar. Yalnız Gana Nijerya'ya göre daha organize bir takım. Geçen sene u-20 Dünya Kupasını kazanan kadrodan 4 isim bu turnuvada kadroda. Bu maçta defansı iyiydi. Hücumda çok sorun yaşadılar. U-20 takımının beyni Ayew bugün 2 forvetin arkasındaydı. Gyan-Tagoe-Ayew 3 lüsü pek uyumlu gözükmediler. 2006 da takımı sürükleyen 3 önemli isim (Appiah-Essien-Muntari) bu maçta forma giyemedi. Muntari geçen haftadan beri sakat. Yetiştilme umudu vardı ama olmadı heralde. Keza Appiah eski formunda değil. Essien zaten yok. Afrika takımları içinde beni en çok heyecanlandıran Gana. 2014 de 2009'u kazan u-20'nin pişmesi ile onları çok daha iyi yerlerde göreceğiz. Sırbistan ise hayal kırıklığı yaşattı. Takımın her hattında çok iyi oyuncular var. Teknik direktörleri de iyi. Başarısız olmaları için bir neden yok. İkinci maçları Almanya ile. Bir şekilde puan alabilirlerse Avustralya'yı yenebilirler o gazla.


Almanya 4-0 Avustralya
Avustralya'dan kimse bu kadar kötü futbol beklemiyordu. Almanya maçın başında ağırlığını koydu ve 2-0 öne geçti. Rezil bir savunma vardı. Klose maçın başında 2 tane kaçırınca ne oluyor dedik ama 3. de fileleri bulmayı başardı. Özil çok pozisyona girdi, atamadı ama ilk golde harika bir ara pası, ikinci golde al da at dercesine asisti var. Müller'in golü de görülmeye değer güzellikteydi. 1 senede kendini çok geliştirip çok iyi noktalar geldi. Almanya da geçmişe göre daha güzelleme bir futbol oynuyor. Hollanda her turnuvada grup maçlarının en iyisi olup ağızlara 1 parmak bal çalar ama sonra kaybolur. Almanlar da grup maçlarını geçmiş yıllara göre güzel bitirecek gibi gözüküyor ama Hollanda gibi teslim olmazlar. Avustralya heralde bu maça kafadan 3 puan yazmamış olabilir ama Cahill'i kaybettiler. En azından Sırplara göre işleri daha kolay gözüküyor. Gana maçında alacakları galibiyet onları 2. tura da çıkartabilir.

13 Haziran 2010 Pazar

Dünya Kupası 2. Gün

Gönül ister ki hergün kanlı canlı maçları izleyelim, yorumlarımızı günü gününe yapalım blogda ama ilk günü atlamak zorunda kaldık. Yarını da atlamak zorunda kalacağız. Bu aralar kişisel olarak yoğun bir dönem geçiriyorum. Dünya Kupasının üstüne gelmesi talihsizlik ama yapacak birşey yok. Sonuçta bugün 3 maçı da izleme şerefine nail olup resmen açtım Dünya Kupasını.

Güney Kore 2 - 0 Yunanistan
Asya ülkelerinden bana en sempatik geleni Güney Kore. Dedelerimizin oralara gidip savaşmasıyla alakası yok. Güney Kore filmlerini severim. Son dönemlerde çok sağlam filmleri vardır. Tabi sadece filmleri güzel diye futbol ile alaka kuramayız. 2002 Dünya Kupasından kalma bir sempatikliği de vardır bende Güney Kore'nin. O yıllardan bu yıllara çok vakit geçti. Hala Hiddink'in takımı demek yanlış olur. Bugün ilk 11 de Britanya'da forma giyen 3, Fransa'da 1, Almanya'da da 1 lejyoneri var. Bunun yanında Rusya'da, Japonya'da, Suudi Arabistan'da forma giyen oyuncuları da var. İlk bakışta çelimsiz gözüken bu insanlar çok aşama kaydettiler. Yunanistan ise aşama kaydetmekten çok yerinde saymış bir takım. Hatta milli takımı bırakanların yerlerini dolduramamış ve gerilemiş bir takım. Charisteas-Samaras-Gekas 3'lüsünü değerlendirirken, bu 2 pivotun ne işi var kanatta diyemem. Bu adamlar bu şekilde geldiler Dünya Kupasına. Yalnız şu kesin ki Kral Otto'nun artık tahtı devretme zamanı gelmiş. Nijerya-Arjantin maçındaki Nijerya'yı da gördükten sonra Güney Kore bu gruptan çıkar diyebilirim. Lakin A Grubundan gelebilecek süpriz bir 1. yi de eleyebilirler.


Arjantin 1-0 Nijerya
Her 2 takımında kadrosuna bakınca heyecanlanıyorsun. Çok iyi isimlere sahipler. Lakin ikisi de beklenenden uzak bir performans sergiledi. Benim için Maradona'nın takımı kapalı bir kutuydu. Nasıl oynayacağı konusunda emin değildim. Maradona için dizilişin bir önemi yok. Benim düşüncemde de yoktur dizilişin bir önemi. O bakımdan severim böyle hocaları. Defansta açık verme, topa sahip ol, oyunu elinde tut ve değişik varyasyonlarla gol pozisyonuna gir. Maradona'nın elinde bunu ortaya koyacak cevherler var ama istenileni veremediler bu maçta. Mühim olan öncelikle gruptan çıkmaktır. Ondan sonra yakalanan bir hava ile çok başka futbollar ortaya koyabilirsiniz. Ben bunu bekliyorum Maradona'dan. Nijerya ise beklediğimden kötüydü. Yalnız takım olmakta ve saha içinde koordineli bir şekilde oynamaktan çok uzaktılar. Bu tüm Afrika takımları için geçerli bir durum. 23 oyuncunun birden çok farklı kültürlerden gelip toplanması sıkıntı oluşturuyor. Zaten dengeyi tutturan takım bu tarz turnuvalarda başarılı olabiliyor. Lagerback beğendiğim bir hocadır. Maç içinde yaptığı değişiklikler maçın seyrini değiştirebilirdi. O vakit Maradona çok eleştirilirdi ki bu maçta Tanrı O'nu korudu.

İngiltere 1-1 Amerika Birleşik Devletleri
Gecenin en güzel maçı olacağı kesindi. Futbol insana Amerika'yı bile sevdiriyor ya, ondan çok seviliyor işte bu spor. Konfederasyon Kupasında potansiyellerini gösterdiler zaten. Çok iyi takım oldular gerçekten. Dempsey bu ülkeye ayak bassa 2. Kewell olur. İngiltere'den ise İtalyan izleri görebiliriz. Gruptan zorla çıktılar, şu, bu derken hop bir bakmışız finaldeler. Hiç şaşırmam. Favorilerimden bir tanesi İngiltere. Umarım kupayı alamazlar. kaleci Green hakkında yazalım 2-3 satır. Dünya Kupasına gelirken kaleye şu mu geçsin, bu mu geçsin tartışmalarının yapılmaması lazım. kaleci sorununu eleme maçlarında halletmen gerek. Eskiden Almanlar bu muhabbetti yaparlardı. Sonra duruldular ama şu an takrar aynı noktaya geldiler. İngiltere'de yıllardır aynı muhabbette. Bi David James'i var ki vedalaşamadılar bir türlü. Artık ısrar edecekler bir kalecide ve yollarına devam edecekler. Başka türlü olmayacak gibi. Bu belirsizlik kalecinin kafasında da devamlı dolanıyor ve performansını etkiliyor. Green şu saatte yatarken bir sonraki maç kalede olup olmayacağını biliyor mu acaba?

12 Haziran 2010 Cumartesi

Güle Güle Deniz Barış


Taraftarların bazı taktıkları futbolcular oluyor. Mesela Galatasaray'da Cihan Haspolatlı, Orhan Ak, geçen seneye kadar Sabri gibi. Beşiktaş'ta da oldu bunlar. Fenerbahçe'de de var elbette. En başta gelen 2 isim Selçuk Şahin ve Deniz Barış. Tribünlerden en çok tepkiyi Selçuk almıştır, sonra da Deniz Barış.

kişisel olarak Deniz Barış'ı hiçbir zaman ilk 11 de düşünmedim. Hocalar da düşünmedi zaten. Daum seviyordu, çünkü ihtiyacı olduğu bölgeye koyabiliyordu. Stoper eksikse stopere, bek eksikse beke (her iki beke), defansif orta saha eksikse orta sahaya sürüyordu. Elbette hiçbir zaman as takım oyuncusunun verebildiği performansı veremedi. Daum döneminde kah sağda, kah göbekte geçirirken, kontratını 2 yıl daha uzatabileği Zico'lu dönemi başladı. Zico, Deniz'i çok sevdi. Öyle ki gün geldi Aurelio'yu bile kesti, Deniz'i oynattı. Tabi hepimiz Aurelio nasıl oynamaz da Deniz oynar diye şaşırdık. Zico felsefe adamıydı. Çok iyi bir antrenör değildi (ki bunu kendi de kabul ediyor) ama onun bir futbol felsefesi vardı. Deniz, elinden geldiğince yaptı vazifesini ama bu kadardı yani. Şu da unutulmasın Deniz eşini kaybetti. Kaçımız yaşadık ki böyle bir travma. Bilemeyiz o günlerde neler yaşadı Deniz Barış.

Bir takımda Deniz Barış olmak zordur. Sabit bir mevkin yok. Geri 5'liden biri sakatlanacak veya oynamayacak ki o zaman sana forma şansı doğsun. Hatta eksik olan bölgenin has yedeği de olmayacak ki sen oynayasın. Lakin büyük takım isen yedeğin de iyi topçu olmalı. O kadar arka planda bir futbolcuydu ki google'da fotoğrafını ararken bile zorlanıyorum. Deniz ilk Daum dönemindeki geçiş döneminin iyi bir parçasıydı ama artık gitmesi için de geç kalmıştı.

İnsanları kötü anılar ile anmak kolaydır. Mesele en azından 1 kez de olsa güzel bir hareket yaptıysa o anı ile anmaktır. Ben Deniz'i hep İnter maçındaki performansı ile, Cambiasso'ya attığı çalım ile hatırlamaya çalışıcağım. Güzel memlekete, Antalyaspor'a gitmiş Deniz Barış. Zaman zaman çok laf ettik kendisine. Hakkını da helal etsin.

10 Haziran 2010 Perşembe

Dünya Kupasına Hangi Ülke, Kaç Futbolcu Gönderiyor

94 İngiltere
64 Almanya
59 İtalya
36 İspanya
33 Fransa
26 Hollanda
14 Türkiye
13 Rusya
12 Portekiz
11 İskoçya
7 Meksika
6 Belçika, İsrail
5 Yunanistan
4 Şili, Arjantin, Japonya, Romanya
3 Brezilya, Polonya, İsviçre, A.B.D
2 Kolombiya, Ukranya, Çin, Norveç, Danimarka, B.A.E. , Avustralya
1 İsveç, Avusturya, Suudi Arabistan, Bulgaristan, Kıbrıs Rum Kesimi, Güney Afrika, Mısır, Katar, Ekvator, Çek Cumhuriyeti

Bu liste yabacı ülkerde oynayan futbolcuları içermektedir. Yani bir İngiliz takımında oynayan ve İngiltere milli takımında bulunan yerli oyuncular listeye dahil değil. Bir nevi liglerde bulunan yabancıların kalitelerini ölçmek için derledim. Tabi ki yabancı kalitesi açısından kesin ve net bir fikir vermez ama ufak da olsa ölçüm aracı olarak kullanılabilir. Çarpıcı rakamlar var. İngiltere'nin diğer liglere göre önde olmasının nedeni uygulanan yabancı kriterleri olarak söyleyebiliriz ama AB pasaportu sahibi oyuncular kritere dahil olmadığı için yanılabiliriz. Yayıncılık ve stadyum doluluğu ile yarışta olduğu Bundesliga'ya fark attığı kesin. İspanya ise Barcelona ve Real Madrid'in gölgesinde kaldı son yıllarda. Diğer takımlar bu 2 takımı yakalamaktan çok uzaklar. Öyle ki bu uçurum yüzünden, ileriki yıllarda İspanya Ligi Hollanda Ligi'nin gölgesinde bile kalabilir.

Listeye göre ilk 6 lig rakiplerine fark atmış durumda. Kişisel kanaatim Türkiye Avrupa'nın 7. büyük ligi değil ama 14 futbolcu göndererek (Lugano, Elano, Kewell, Neill, Keita, Giovanni dos Santos, Sapara, Vittek, Geremi, Holosko, Tello, Hamidou, Song, Jedinak) listede 7. olmuş durumda. Zaten bu oyuncuların 3'ü Ankaragücü'nün yapılanma süreci için devre arasında geldi.

En çarpıcı rakamlar Rusya, Ukranya ve Yunanistan'dan geldi. Yunan liginin aşağı-yukarı Türkiye ligine eş değer görürüz ama sadece 5 yabancıyı Dünya Kupasına göndermesi ilginç. Ligin lokomotifi olarak görülen Panathinaikos ve Olympiakos kadrolarında 10'un üzerinde yabancı bulunduruyor. İsrail Liginin bile 6 yabancı gönderdiği turnuvaya 5 yabancı göndermeleri sıkıntılı olduklarını gösteriyor. Rusya malum ekonomik sebepler ile çok güçlü bir görüntü sergiliyor ama milli takımlarda oynayan yabancı getirme konusunda sıkıntılı. Rus takımları da yabancı kontenjanı olarak ülkemizle eş olabilecek bir strateji izliyor. Sınırlama yok ama sahada 6 yabancı bulunabiliyor. Aynı görüşü Shakhtar ve Dinamo Kiew tekelindeki Ukrayna ligi (yabancı sınırlaması yok, sahada 7 oyuncu bulunabiliyor) için de kullanabiliriz. Bu 2 lig yabancılarını genelde Doğu Avrupa ülkeleri ve Güney Amerika'dan seçiyor. Doğu Avrupa'dan turnuvaya katılan Slovakya, Slovenya, Yunanistan ve Sırbistan futbolcuları ise Batı ve Güney Avrupa'da oynuyor.