31 Ocak 2011 Pazartesi

Jakarta'da bir Figo


Real Madrid, Endonezya kulübü Dua Kelinci ile 2 yıllık sponsorluk anlaşması yapmış. Real Madrid malzeme tedarik edip, reklamını yapacak haliyle. Buradaki çocukların yetiştirilmesi görevler arasında. Figo da Jakarta'ya giderek çocuklara idmana çıkmış.   

En zor viraj


Ligin Fenerbahçe açısından en önemli virajıydı Trabzonspor maçı. Sene başındaki "olmak yada olmamak" maçlarını kaybetmiştik. Üstelik yıllardır bu tarz maçları kazanmaya alışmış bir takım olarak. Zico ve Daum döneminde ise bu tarz maçları büyük çoğunluğunu kazanmıştık. Galibiyet, koltuğu sallantıda olan Aykut Kocaman  için bir nefes alma maçından ötesinde "yürüyedur" maçı oldu.

Maçın çok da taktik ayrıntısına girmek istemiyorum. İlk yarıya harika başlayan bir Fenerbahçe vardı. Isıran, koparan, yılmayan, pozisyona giren, değerlendiren. Önceki maçlarda da bir çok kez pozisyon bulunmuş, hatta gol olarak kaydedilmişti ama sonrasında düşen direnç bazen kötü sonuç olarak tabelaya yansımıştı. Fenerbahçe bu derbide düşmedi. 90 dakika ayakta kalmayı başardı ki bence en önemli nokta buydu. Bir diğer önemli nokta da gol pozisyonunu mümkün olduğunca az vermemizdi. Antalyaspor karşılaşmasından sonra Trabzonspor'dan da gol yemedik. Çözülmesi gereken en önemli meseleyi çözüyor gibiyiz.

Bu tansiyonu yüksek maçta bireysel performanslar da sivrilen noktalardandı. Mehmet Topuz belki en iyi maçlarından birini oynadı. Ben Mehmet'in performansını garip buluyorum. Aslında kötü oynadığı futbol çok az. Fakat Kayserispor'daki gibi takımı sürükleyen bir yapısı yok. Hep iyi gibi. Takımla kendini bir türlü uyuşturamadığını, daha çok geri planda kaldığını düşünüyorum. Kim bilir belki bu maçla birlikte Kayserili Topuz'u görürüz. Diğer adı anılması gereken isimler, Niang, Alex, Gökhan Gönül'dü. Lugano da klasik ölüm kalım atmosferi ile vücut bulmuştu. Dia zaman zaman iyi işler yaparken bence Topuz'daki arka planda kalma görüntüsü onda da var.

Şenol Güneş'in işi aslında herkesten zor. Şu kadro bir başkasının elinde olsaydı patlaması çok muhtemeldi. Durup dururken arıza çıkaran Engin, yıllardır ne yapmaya çalıştığını anlamadığım Burak, memleketine habersiz giden Jaja, keza havaalanında yatan bir Teofilo gibi türlü türlü sıkıntılar takım iyi gittiği için bir şekilde geçiştirildi. Hücum hattındaki geniş rotasyon da bana göre rekabetten öte bencilliği çıkarabilecek bir noktaya ulaşma yolunda.

Haftaya zor bir deplasman var. Eğer bir havadan bahsediyorsak Manisaspor maçında da bu havayı ısıtmalı ve seri galibiyetlerle zirveye yürümeye devam etmeliyiz. 

24 Ocak 2011 Pazartesi

Akademi İstanbul Spor Gazeteciliği Sertifika Programı


Son zamanlarda spor gazeteciliğine ilgi bir hayli artınca sertifika programı veren kurumlar da artmaya başladı. Akademi İstanbul da bir sertifika programı açmış. Detayları alttaki metinde ve kurumun internet sitesinde. İlgilenenlere duyurmuş olalım.


Spor Gazetecisi Olmak  İstiyor musunuz?
Spor Gazeteciliği’nde deneyim sahibi olmak isteyenler… 1910 yılında beri kurulu olan ve üniversitelerin ön lisans programları ile eşdeğer eğitim veren Akademi İstanbul, Spor Gazeteciliği’nde deneyim sahibi olmak isteyenlere kapılarını açıyor.
Spor ve medya dünyasına ilgi duyanlar, iletişim alanında kendine güvenenler, spor gazeteciliğini öğrenmek isteyenler ya da halen medya alanında çalışan ve kendini bu alanda geliştirmek isteyenler için geliştirilmiş sertifika programı, kariyerinde 5 Dünya Kupası, 6 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2 Olimpiyat bulunan tecrübeli spor yazarı, gazeteci ve TV yorumcusu Kemal Belgin ve dünyanın en iyi 100 sayfa tasarımcısından biri olan tecrübeli gazeteci Cahit Özbay eşliğinde yapılacak dersler ile spor basınına yeni yetenekler kazandırmak amacında...
Birbirinden bağımsız her üç ayda bir yapılacak sertifika programı, 120 saatten oluşurken toplamda 12 hafta sürecek.
Sertifika Programı ilgili detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler  akademiistanbul .com adresini ziyaret ederek ulaşabilirler.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Cosmos geri dönüyor



Amerikalılar şu pazarlama işini iyi kıvırıyorlar lakin futbola yaptıkları yatırımın karşılığını alamadıklarını düşünüyorum. Bu şekilde de almasınlar zaten. Futbol Amerikalılar'ın diğer sporları kadar eğlence içermez. Çok başka bir şey bu oyun. Evet içinde aşk, tutku, nefret, şu, bu bir sürü şey sayabilirsiniz. Bunlar Amerikan sporlarında da var. Dedim ya, işte futbol çok daha başka bir şey. İçinde tarih de var, coğrafya da. 


21 Ocak 2011 Cuma

Buonanotte Malaga'da


Daha dün Ruslar sağa sola salça oluyorken artık piyasa Katarlılar'a kaldı. 2010 mayısında 25 milyon avro'ya Malaga'yı satın alan Şeyh Abdullah Bin Nassır El Thani, sezon başında Manuel Pellegrini'yi takımın başına teknik direktör yaparken, 17 milyon avro'luk da transfer harcaması yapmıştı. İlk yarıda istediği sonuçları alamayan tatil cennetinin takımı, devre arasındaki transfer dönemine fırtına gibi girdi. Baptista ve Demichelis transferleri ile ses getiren Malaga, bugün de Buonanotte'ye imza attırmış. 88 doğumlu yıldızı tanımayanınız yoktur. Geçen yıl yaşadığı talihsiz kazanın ardından zor da olsa toplanan süper bücür, Avrupa'da neler yapar bilinmez ama sanırım izlemekten keyif alacağız. Fiziki dezavantajını avantaja çevirirse sahada şiir yazmasına tanık oluruz gibime geliyor. River Plate bu transferden kasasına 4,5 milyon avro'yu cebine koymuş.

20 Ocak 2011 Perşembe

Roma 2-1 Lazio


Ah ah nerede o eski derbiler denir ya Roma derbisi de öyle bir derbi olma yolunda. Pek çok kişinin farkında olmadığı, artık fazla umursanmayan bir derbi haline büründü maalesef. Güzel futbol seyretmek isteyenlerin ilgi odağında olmadığı kesin. Lakin biz ekran başındaydık. Merak edenlere maçı klavyemiz bastığınca yazalım;
Maç her Roma-Lazio karşılaşması gibi mücadeleci ve sert başladı. Müsabakanın hemen başında Adriano omzundan sakatlanınca tüm ilk yarı gezindi durdu. 18. dakikada Radu, Burdisso'nun suratını dağıtmaya yeltendi ama Arjantinli ucuz kurtuldu. Herhangi bir maç olsaydı büyük ihtimal kırmızı kartın çıkacağı tekmeyi hakem sarı kartla geçiştiriverdi. Totti'nin olmadığı sahada ise bu hereketin hesabını sormak tabi ki De Rossi'nin işiydi. Pozisyon sonrası Romen'e horozlanıp, biraz olsun hırpalamayı ihmal etmedi kaptan. Gol pozisyonunun kısır olduğu ilk yarıda, Lazio tek tük kontra ataklarla rakip kaleyi yoklarken Roma, pek kayda değecek pozisyona girmedi. Hatta Rıdvan Dilmen izlese maçı "Kalecinin kazağı ne renkti Güntekin" diye sormadan edemezdi.
İkinci yarıda Ranieri daha fazla Adriano eziyeti çektirmedi futbolseverlere. Vucinic ve Menez oyuna girerek Roma'yı daha etkin kıldı savaşta. 53. dakikada öyle bir penaltı pozisyonu oluştu ki, zihinlere hemen Real Madrid-Galatasaray maçındaki Raul'un ortasına Suat'ın eline çarpıp çalınan penaltı düdüğü düştü. Meşin yuvarlağı kalenin 9,15 metre uzaklığındaki noktaya koyan Borriello skoru 1-0'a getirdi. Çok değil, dakikalar 57'yi gösterirken de Romalı Juan, Zarate'yi ceza sahasında biçti. Net penaltı... Topun başına geçen Hernanes kaleciyi terse yatırarak durumu eşitledi. Mücadelenin coştuğu, kontrolün biraz olsun kaybolduğu dakikaları yaşarken 77'de Simplicio, Lazio defansının hatasını affetmedi ve tam bir golcü vuruşuyla tüm Lazio severleri çaresiz bıraktı. Kalan dakikalarda keyiften 4 köşe olduk. Lazio umarsızca bastırırken, Roma da Vucinic ve Menez'nin önderliğindeki kontra ataklarla kaleci Berni'yi oldukça rahatsız etti. Maçın belki de en güzel anı 83. dakikada yaşandı. Hernanes'in muhteşem aşırtma pasıyla defansın arkasına sarkan Floccari, enfes bir vole ile kaleyi yokladı ama top auta çıktı. Gol olsa şu an muhtelif yerlerde bol bol paylaşılacak bir pozisyondu.
Ayrıca Ömer Üründül'ü yerden yere vurma hassasiyeti gösteriyorsak, Roma taraftarını solcu yapan, Floccari'yi Flok-kori yapan Ercan Taner'i de es geçememek lazım. Selamlar Ercan Abi.

Not: Genelde İtalya'dan maç yazısı yazarken Tuttosport ve Corriere Dello Sport'ta bulunan grafiklerden faydalanıp buraya eklerdik fakat ikisinde de kupa için o güzel grafikli olay yok maalesef.

Maç öncesinde de dışarıda olaylar yaşanmış. 

17 Ocak 2011 Pazartesi

Cantona Kolektifi


Cantona Kolektifi, futbolla ilgilenip mevcut futbol ortamından yola çıkarak, futbolun diliyle dünya düzeninden memnuniyetsizliğini dile getiren gönüllülerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir birlikteliktir.

Cantona Kolektifi’nin amacı;
Cantona’nın sembolik çatısı altında, sanat ve kültürün 21. yüzyıl kapitalist tüketim çılgınlığına kurban edilmeden herkesin ulaşabileceği şekilde yeniden üretilmesidir.
İngilizce, Fransızca ya da herhangi bir yabancı dil bilmeyen insanların bilgiye ulaşma hakkı olduğunu savunmak, kâr elde edilemeyeceği için çeviri yapmaya ve kitap basmaya yanaşmayan mevcut düzene inat insanların okuyabilmelerine aracı olmaktır.

Önceliğimiz futbol ikliminin değişmesine kendimizce katkıda bulunmak olacaktır. İnsanların renk kavgalarına tutuştuğu, oyunun bir sektör, oyuncuların birer gladyatör, statların birer arena, taraftarların ise sadece birer müşteri gibi algılandığı futbol dünyasında; eşitlikçi, adil, herkes için bir oyun yaratma çabasıdır Cantona Kolektifi.

Irkçılığın, ayrımcılığın, şiddetin yeşil sahaları da esir almaya başlamasının karşısında; futbolun insanları birleştirici, tüm ayrımları anlamsızlaştırıcı etkisini bu ülkeye de yansıtmak niyetindeyiz.

Yani futbolun bir ideoloji gibi algılandığı bir gezegende, halen bazılarının “Burası Türkiye yok öyle!” bağnazlığına karşı dünyaya hâlihazırda fazlasıyla eklemlenmiş futbol kültürümüzü(!) geliştirmek, okuyarak öğrenmek, bir arada durup dayanışmayla var olmak ve mevcut futbol ortamını değiştirebilmektir hedefimiz.

İnsanları ırk, dil, din, cinsiyet ayrımlarına göre değerlendirmeyen, futbolun afyon olarak kullanılmasının karşısında olan, başka bir futbol mümkün diyen herkesi bizimle birlikte bu çabanın bir parçası olmaya çağırıyoruz. Havaya bir avuç tohum savuruyoruz, bir gün rüzgârın bizden yana eseceğini ve o tohumların topraktan meyve vereceğini biliyoruz.

Ne de olsa Cantona üstadın söylediği gibi: “Martılar balıkçı teknesini kendilerine sardalya atılacağını zannettikleri için izlerler!” 

11 Ocak 2011 Salı

El Bombastico: Ayazma - Neurosport


Gazoz Ligi fikstürü çekildiği anda iki tarafın ilk baktığı şey, birbirleriyle ne zaman oynayacakları oldu. Bu sebepten 8. haftanın önemi sonuçtan bağımsız olarak diğerlerinden farklıydı. Bu önem de son birkaç günde kendini ziyadesiyle gösterdi.

Öncelikle Bağış Erten'in haftasonundan başlayarak, normalde pek de sık kullanmadığı Twitter ortamında esip gürlemesi, sonrasında beklediğinin ötesinde gelen karşı ataklar, maçı bugüne kadar olduğundan çok ayrı bir havaya soktu. Özellikle Twitter kullanıcıları, Bal Porsukları'nın 2 gün boyunca sürdürdüğü kollektif PR çalışmasından haberdarlardır. Henüz haberdar olmayanlar ise Neurosport cephesindeki gelişmelerin kronolojisini, takımın resmi sitesinden takip edebilirler.

Pazar akşamından bu yana Neurosport'a gelen destekler hiç anımsanacak düzeyde değil. İlk olarak Mehmet Demirkol'un desteğini alan Neurosport, ilerleyen saatlerde bu kitleye Sine Büyüka, Burcu Esmersoy, Tuğba Dural, Ercan Taner, Irmak Kazuk, İbrahim Kutluay, Kaan Kural, Genco Boran, Murat Demiryas, Fuat Akdağ ve Efes Pilsen Basketbol Takımı'nın da
katılımıyla tahmin edilenin çok daha üzerinde bir desteğe sahip oldu. Son olarak gün içinde Banu Yelkovan, Uğur Vardan, Bener Onar ve Kanat Atkaya'dan gelen destek mesajları, zaten endişeye kapılmış olan Ayazma'nın, ne kadar büyük bir taşın altına girdiklerini farketmesini sağladı.





Günün önemli sürprizleri ise maçı Eurosport Türkiye'nin ve Sporx'in El Bombastico'yu haber yapmaları oldu. En enteresanını ise sona bıraktık tabi. İsmail Şenol ve Onur Erdem'in yoğun uğraşları, Efe Uysal ve Mert Aydın'a 1-0-2 stüdyosunda maçı yorumlattı. Uzmanların görüşü 0-0 biteceği yönünce ama uzmanlar da yanılır.

Bu akşam coşkuyu bizimle yaşamak isteyenler saat 23:00'de meşalelerini kapıp Fulya Şan Ökten Tesisleri'ne gelebilirler...



Let's go Honey Badgers!!!

5 Ocak 2011 Çarşamba

Drawing Football

3 Ocak 2011 Pazartesi

Celtic Fan


Hafta sonu oynanan ve Celtic'in 2-0 üstünlüğü ile biten Rangers-Celtic derbisinden bir kare.
Kalmadı artık o eski rekabet demek ne kadar geçerli tartışılır ama yukarıdaki Celtic taraftarı Ibrox'tan canlı çıkıyorsa rahatça şiddet yok diyebiliriz. Fotoğraftan da anlayabileceğimiz gibi taraftarın hâlâ derbiye bakış açısı belli.


foto; reuters

1 Ocak 2011 Cumartesi

2010'un kazananları


Keşke Kazım Kanat üstad yaşasaydı da karizması olmayan, hacı kıyafetleri ile Dünya Kupasına katılan Şenol Güneş'in nasıl başarılı olduğunu görseydi. Güney Kore çok şey katmış Şenol hocaya. Damarlarında asi Karadeniz kanı dolaşsa da o bunu pozitif kullanmayı çok iyi başarıyor. İnatçı ama uysal, heyecanlı ama mantıklı. Keşke Aykut Kocaman ile Şenol Güneş o son polemiği yaşamasalardı... Ertuğrul Sağlam ile ilgili aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Kötü teknik direktör diyemem elbette ama zamana ihtiyacı var. Daha fazla görmüş geçirmiş olması gerekiyor. Yılın bir diğer kazananı Bursaspor herşeyin en doğrusunu yaptı. Hatta o kadar güzel doğrular yaptılar ve rakipleri o kadar saçma yanlışlar yaptılar ki erken şampiyon oldular.. Türkiye'de 2010'un en büyük kazanları Bursaspor ve Şenol Güneş'ti.

Cruyff'un Barcelona'ya attığı temeller artık sadece Katalanlar'ı değil, İspanyollar'ı da ihya ediyor. İspanya 2008 yılına kadar her zaman favorilerden biri olarak gösterilirdi lakin 1964 yılında kazandığı Avrupa Şampiyonası dışında hiç kupa kazanamamıştı. Cruyff felsefesi ile hareket eden Barcelona, çıkan meyvelerini İspanya'ya sundu ve artık onlar da yenilmez bir armada oldular. Yanlış anlaşılmasın Del Bosque'yi hafife almıyorum. Ayrıca bir teknik direktörün ne yapması gerektiğini bilip sadece onu yapması da önemli bir özelliktir. Hem kaptan Casillas da onun bir ürünüdür. Kısacası futbolda 2010'un en büyük kazananı şüphesiz ki Dünya Kupası alan İspanya'ydı, futbolcu olarak da Iniesta. Final maçında attığı golden sonra Dani Jarque'yi anması onu gönüllerde çok farklı bir noktaya taşıdı.

Avrupa futbolunda ise Mourinho fırtınası esti. Az önce övdüğümüz temeli, bu yıl sadece o yenmeyi başardı. İtalya'da çifte kupa ve Şampiyonlar Ligi zaferinin yanına, bir de Real Madrid'in bol sıfırlı çekini kazanmak kolay birşey olmasa gerek. Harika bir teknik direktör olduğuna şüphe yok ama fazlasıyla ukala, kibirli, artist ve kavgacı. Tarzı bu diyerek geçiştirmemek gerek. Bence ciddi bir şekilde yardım alması gerekiyor. Birkaç yıl öncesine kadar hayran olduğum adam artık gözümde antipatik olmaya başladı.

2010 yılında İngiltere'de kazanan çifte kupalı Chelsea oldu. İki ay öncesine kadar muazzam işleyen çarklar birden bozuluverdi. Artık Ancelotti'nin akıbeti ne olur bilinmez ama en azından geçen yılın hatırına hakkını teslim edelim. Almanya'yı ikiye ayırmak gerekiyor. Pastanın büyük payı pek tabi ki Luis van Gaal'e gidiyor. Diğer payı da Jürgen Klopp'a.