30 Temmuz 2010 Cuma

Yaratıcı Forma Tanıtımı

Geçen yıl yapmıştım böyle birşey. Bu sene de ilginç forma tanıtımları var. Sıradandan uzak, güzel fikirler gördüğümüz takdirde eklemeye devam ederiz.

Malaga C.F. tanıtımını şehrin tarihi güzelliği ile beslemiş. Bir arkadaştan şehrin çok methini duymuştum. Arkada görülen La Manquita Emevilerden kalma. Cami olarak inşa edilse de daha sonra katedral olarak kullanılmış. Şu an Ayasofya gibi bitmeyen daimi restorasyonu ile gezilebiliyormuş.

Kanada takımlarından Vancouver Whitecaps forma reklamını aldığı Bell ile ortaklaşa bir tanıtım düzenlemişler. Ablamız cafede oturan klasik Türk kızı görünümünde mesajlaşırken, abimiz ise bariz oyun oynuyor.

Bristol Rovers geçen sene de aynı tanıtımı yapmıştı. Fakat barajı yine ters kurmuşlar.

Shakhtar'ın bu tanıtımı da hoşuma gitti. Neden bilmiyorum ama maşallah formayı seviyorum. Bu forma da çok şık. Geçen seneki Manchester City formasına benzemiş.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Young Boys vs Fenerbahçe


Kafalarda Fenerbahçe'nin nasıl bir mantalite ile oynayağını kurguluyorduk az çok. Uzun yıllardır Alex'e göre kurulu bir diziliş var ve Alex olduğu sürece de bu diziliş devam edecek. Daum'un oturttuğu bu diziliş, zaman zaman değiştirilmeye çalışıldıysa da hem Zico, hem Aragones, hem de 2. Daum döneminde devam etti. Değişen tek şey gelen hocaların mantaliteleriydi. Aslında Aykut Kocaman'ın istedikleri de belli. Daha agresif, daha hücumcu ve daha hızlı bir futbol... Peki Daum böyle bir futbol istemez miydi? Tabi ki isterdi ama ne elindeki malzeme, ne de camianın sabrı buna izin vermiyordu. Geçen seneki futbol ile bu seneki futbolu en az 4-5 resmi maç daha izledikten sonra yapmakta fayda var. Biz bugün daha çok maçın yorumunu yapalım.

Fenerbahçe maça klasik 4'lü önünde Cristian ve Emre, onların önünde Alex, Alex'in önünde Gökhan Ünal ve kanatlarda da Stoch, Kazım ikilisi ile çıktı. En azından ligin ilk yarısına kadar sadece bu dizilişi göreceğimizi ve bazı isimlerin değişeceğini söyleyebiliriz. İlk yarı başlar başlamaz Young Boys atakları izledik. Hani maç başlar, 2 takım birbirini tartar, 5. dakikadan sonra bazı şeyler belli olur şekliden başlamadı maç. İlk 5 dakika içinde 2 net gol kaçırdı rakip. Sonrasında bu sene bol bol izleyeceğimiz türden bir gol geldi. Henüz tam anlamıyla oyun şablonun oturtamayan ve bence uzun bir süre de oturtamayacak bir takımda Emre-Cristian ikilisinin hücuma yapacağı katkılar 1. dereceden gol şansını arttıracaktır. Fenerbahçe'nin golü oyunda bir değişikliğe yol açmadı. Young Boys alabildiğine hızlı ve kalabalık bir şekilde Fenerbahçe üzerinde baskı kurdu. Yıllar önce bizim çok bilmiş medyanın Milan maçında astığı bir Servet vardı. Sebebi de Shevchenko'nun arkasında kalıp, gol yedirmesi olarak gösterildi. Şimdi soruyorum ey okur; Servet Çetin, Shevchenko kadar hızlı olsa onu tutabilir miydi? Fizik kuralları ile imkansız bir şey bu. Biri koşuya başlamış, ivmesini kazanmış bir adam, diğeri durgun vaziyette geriye koşan adam. Burada sıkıntı orta sahada. Eğer topa hakim olamayıp, basit top kayıpları yapıyorsan ve kaptırdığın topta hemen pres koyamıyorsan, öne çıkan defansının arkasına değil Shevchenko, Jan Koller bile sarkar. Hele ki o pası tan Seedorf, Pirlo gibi adamlar atıyorsa. Bunun Servet ile alakası yok yani. Bugünkü Fenerbahçe'ye dönersek; Orta sahada pas yapamayan, kaptırdığı toplara anında pres koyamayan ve topu rakibinin hakimiyetine veren bir takım vardı. Allahtan ilk golü atmışız. İlk golü Young Boys atsa inanın bana benzer görüntüler izleyecektik. Cristian geçen sene defansif olarak iyi, hücumsal olarak kötü başlamıştı. Sezon ilerledikçe defansif olarak da çöktü ve formasını Selçuk'a kaptırdı. Ben bunu Brezilya'da devam eden sezondan gelmesine bağlamıştım. Dolayısıyla bu sene beklentilerim daha çoktu. Bu maçta da pek etkinliğini göremedik. En azından defansif olarak birşeyler katabilseydi bu kadar pozisyon yemezdik.

Young Boys 30. dakikada net pozisyonu önce direk, sonra beceriksizlikle harcayınca takım biraz toparlandı. 3-4 dakika sonra ipleri elimize aldıktan sonra, 41. dakikada 2. gol geldi. Bu golde ilk golde çok yerdiğim Cristian'ın hakkını vereyim. Geriden gelip takımın hücumda çoğalmasını sağladı. İlk golde bahsettiğimiz olay yani. Stoch da çok güzel vurdu. 2. yarıyı merakla bekleyecektim ki Kazım'ın kırmızısı geldi. Huylu huyundan vazgeçmez derler ama bunda maçın atmosferi de etkili. Misal Emre'nin agresifliğinin etkisi harcadığı efordan kaynaklanıyor. Emre pek tabiki çok agresif bir oyuncu ama yanındaki arkadaşları da onun kadar efor sarfetse ve Emre'nin daha az efor sarfetmesini sağlasa agresifliğinde azalma olur. Bu maçta da atmosfer öyle gelişti ki Kazım zaman kazanmak için gereksiz bir hareket yaptı. O an bunu yapmaması gerektiğini düşünemiyor işte. Huy olmuş bu adamda. Kötü oynuyoruz, 2. golü attık, ilk yarıyı böyle bitirelim düşüncesi ve onun huyunun emrettiği şeyi yapmasını sağlıyor. Aynı yine bugün Bilica'nın geçen sene sık sık görüp tenkit ettiğimiz maç sonunda yerde yatmaları gibi. Aykut Kocaman bu sene de Kazım'ı adam edemez ise zaten gönderir. Üstelik Dia ile girmesi gereken bir forma savaşı da var. Belki bu sene olgunlaşır biraz.

Stoper ikilisinden bahsedelim biraz. Bekir ile Bilica sanırım ilk defa beraber oynadılar. İkisi ileri derecede birbiriyle uyumsuzdu bugün. Fenerbahçe bu sene daha çok alan daraltıp, daha hızlı oynayacağı için Bilica beni düşündürüyor. Geçen yıl Bülent Uygun onun için geniş alanda da güvenilecek bir isim olduğunu söylemişti. Bu özelliğini henüz göremedik. En büyük özelliği ceza sahası içi etkinliği ama bu maçta da Bekir ile uyumu nedeniyle sınıfta kaldı. Young Boys hem kanatlardan, hem göbekten pozisyonlar buldu. Genel olarak takım defansı zayıftı ama ceza sahası içinde ayakta kalması beklenen Bilica da çok zayıftı bugün.

Takımı daha fazla yermeden son sözlerimizi yuvarlayalım. Hücumda umut gördüm ben. Gözüken sorunlar düzeltilebilecek düzeyde. Zaten biliyoruz ki 2 oyuncu daha eklenecek bu bölgeye. Takım defansı olarak hayal kırıklığı yaşadım. Ne kadar düzeltilebilir bilemem. Maç sonunda Aykut Kocaman transferden çok eldeki oyuncuların üzerine gideceğini söyledi. Bugün eldeki Bilica ve Cristian ikilisinden benim umudum çok az. Aykut Kocaman ne kadar inanıyor, yoksa inanmak zorunda mı kalıyor bilemem. Geçen sene Galatasaray'ın düştüğü hataya düşersek 1 senemizi üstüne koyamadan heba ederiz. Açıkçası benim önceliğim kilit noktalara daha kalifiye eleman getirmek olur. Aykut Kocaman arzu ettiği hücumsal etkinliği, takım defansını organize ederse ufak rötuşlarla yakalayacaktır zaten.

27 Temmuz 2010 Salı

Teddy Sheringham

Cascarino ile beraber Millwall formasıyla. Futbol sahnesine adını duyurduğu yıllar. 1983-91 yılları arasında 220 maçta 93 gol atmayı başardı. 1987/88 sezonunda Division 1 de Cascarino ile 15 er gol atarak müthiş birikili oldular ve Millwall 1. lige çıktı. 1985 yılında kiralandığı Djurgardens'da da 13 gol atarak, takımı 1. lige çıkardı. 1991'de Millwall'dan Nottingham Forest'a transfer oldu. 1 yıl burada oynadı ve 47 maçta 14 gol ve 12 asiste imza attı.

Esas patlamayı yaptığı takım Tottenham'dı. Tottenham aynı zamanda Sheringham'ın çocukluğunda tuttuğu takımdı. Fotoğrafta Klinsmann ile birlikte. 1992-97 yılları arasında terlettiği forma altında 166 maça çıktı, 76 gol attı. 94/95 sezonunda Klinsman da 21 gol attı.

Manchester United ile Celebrity günleri. Fotoğraf zihinlere kazınan 1999 Şampiyonlar Ligi finaline ait. Uzatmalarda attığı gol ile Manchester 'ın bir Alman takımını yenerek Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmasını sağlıyordu. Tam 33 yaşında ilk defa bir Avrupa kupası kazandı. 1997-2001 yılları arasında formasını giydiği Kırmızı Şeytanlar'da, 3 Premier Lig, 1 FA Cup kazanırken, 104 maça çıktı, 31 gol attı.

Manchester'dan sonra meşhur olduğu Tottenham'a 2. seferini gerçekleştirdi. 2 sene oynadığı Tottenham'da 70 maça çıktı 22 gol attı. Artık emekli olur denilirken Portsmount'a imza attı. Yaş 37! 32 maçta 9 gol atmayı başardı.

Premier Lig artık ağır kaçmaya başlamıştı değil mi? Ehh artık 1 sezon da bir alt ligde, West Ham United'da takılır, giderek düşüşe geçer dedik. Düşmedi! 38 yaşında ayak bastığı kulüpte ilk sezonunda 21 gol atarak West Ham'ın Premier Lige çıkışında mühim isimlerden biri oldu. 2 sezon daha Premier Ligde oynadı ve 9 gol attı. Toplamda 76 maçta 30 gol...

Fazla maceraya gerek yok ama futbol aşkı ilk günkü gibi yanıyor. 42 yaşında ikinci ligdeki Colchester United'a transfer oldu. 19 maçta 3 gol attı ama attığı gollerden biri Crystal Palace takımınaydı. Golü özel kılan ise, Crystal Palace'ın kadrosunda oynamasa da oğlu Charlie bulunmasıydı.

İngiltere milli takımında 51 kez forma giydi ve 11 gol attı. 1996 Avrupa Şampiyonasında ve 1998 Dünya Kupasında forma giydi. 1998'de gol atmayı başaramazken, 1996 da İngiltere'nin 4-1 kazandığı Hollanda maçında 2 gol attı.

Milli takım kariyeri çok parlak değil lakin o İngiltere'de efsane olmuştu. Kraliçe kayıtsız kalmadı ve şövalyelik nişanı ile ödüllendirdi onu. Bugünlerde poker oynayarak geçiriyor vaktini.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Raul'a Veda


Guti'ye veda yazısı yazarken esas oğlan Raul'a yazmamak olmaz. Real Madrid as solisti Guti'den 1 gün sonra yolcu etti. O da Guti gibi göz yaşları ile veda etti kulübüne. O'nun da Real Madrid forması altında kazandığı kupalar tek tek serildi masaya. 1994 yılından beri A takımda oynayan, 741 maçta 323 gol atarak Real Madrid tarihinin en çok forma giyen ve en çok gol atan, bunun yanında da Şampiyonlar Ligi'nin en çok gol atan oyuncusu ünvanını taşıyan Raul veda etti.

İnsanların çocukluk döneminde izledikleri futbolcular ile yetişkin döneminde izledikleri futbolcular başka oluyor. Alex Fenerbahçe tarihinin en faydalı oyuncusu olabilir yalnız benim Okocha için hissettiklerim ile Alex için hissettikleri bir olmuyor, olamıyor. Ben Avrupa futbolunu Şampiyonlar Ligi ile görmüş biriyim. Dolayısıyla da en çok gol atan oyuncunun farklı bir yeri oluyor. Real Madrid tel tel dökülürken ortaya çıkması, muazzam aşırtma golleri, gollerden sonra yüzüğünü öpmesi falan hep alt belleğimize işlemiş durumda. Real Madrid onu değeri biçilemez bir konuma soktu, Casillas ve Guti ile birlikte ömür boyu sözleşme imzaladı.

Real Madrid'in kralcı etiketi, Raul'un gruplaşma yapısı doğrudur da açıkçası futbol sadece futboldur gözüyle baktığımda pek rahatsız etmiyor. Real Madrid'e özel bir sempatim yoktur ama Raul'a vardır bu yüzden. Son yıllarda işler pek istediği gibi gitmedi. Real Madrid kötü gitti, Raul formdan düştü ve grubu çokça dillendirilmeye başlandı. 2008 de İspanya milli takımından kesildi ve o takım Barça önderliğinde duble yaptı. Bugün giderken ''gitme zamanı geldi'' diyordu ama hala birşeyler vereceğine inanan bir futbolcu neden gitsin. Amerika'ya veya Arap ülkelerine gitmeyip Schalke'ye gitmesinin başka ne açıklaması olabilir ki. Ben buna Ali Şen parmağı diyorum.

Real Madrid Guti'ye hazırladığı klipten bir tane de Raul'a hazırlamış. Postun altında onu izleyebilirsiniz. Gittiği yerde mutlu olsun bu özel adam.

25 Temmuz 2010 Pazar

Guti'ye Veda


Guti 9 yaşından beri giydiği Real Madrid formasına göz yaşları ile veda etti. Kendisi için kulüp bir veda klibi hazırlamış. Çok duygusal ve güzel gerçekten. Kısa bir Guti geçmişi film şeridi gibi hafızalarımızda süzülüyor.

Mevcut Real Madrid takımında bayrak adam olmak zordur. Devamlı önünüze yeni yıldızlar getirilir. Guti bir Raul değildi ama Morientes de olmadı. Real Madrid'e yıldızlar geldi, geçti, yenileri geldi, onlar da geçti. Guti kah ikinci yarıda, kah takımın zor zamanında ilk 11 de görevini layıkıyla yaptı. İspaya Ligini televizyonun vermediği dönemde, yıllarca Şampiyonlar Liginde izledik Guti'yi. Real Madrid kötü giderken içimden 2 şey geçiyordu hep. Biri Morientes neden oynamıyor, diğeri Guti girer maçın dominantı değişir.

Beşiktaş'a olan transferi hala resmi ağızlar tarafından açıklanmadı. Guti bugün ''netleşmiş bir şey yok'' dedi. Umarım gelir Beşiktaş'a. Beşiktaş da, Galatasaray da ezeli rakibimiz ama Kewell'ı izlediğimiz gibi Guti'yi de izleyelim isterim.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

2010/11 Fenerbahçe Formaları






En nihayetinde yeni formalarımız görücüye çıktı. Elin oğlu ligin son haftası yeni sezon formalarını taraftara sunup, futbolcusuna giydirirken biz Temmuz ayı gelmeden göremiyoruz formaları. Pazarlama stratejisi diyeceğim ama pazarlamanın kitabını yazan adamlar yapıyor yukardaki örneği. vardır bir bildikleri diyelim ve yorumumuza geçelim.

Klasiğimiz olan çubuklu formayı ben beğendim. 9 branşı temsil eden 9 çubuklu olacağı söylenmişti. Çubukların çok ince olabileceğinden şüphe duymuştum ama kenarları güzel kotararak görünürde 7, aslen 9 çubuklu bir forma çıkmış ortaya. Arka kısmının çubuklu olması ise çok güzel. 100. yıl formasınında da arkası çubuklu olması istemiştim ama neredeyse tamamen arkası lacivert bir forma dizayn etmişlerdi.

FB Güneşi isimli mavi forma da hoş olmuş ama isterdim ki bu 4. forma olsun. Maden 4 forma çıkıyor, 2. ve 3. forma pazarlama stratejisi ile farklı bir renk olmasın. 1995/96 sezonundaki gibi veya 2003/04 sezonundaki gibi düz lacivert bir forma daha güzel bence (Sporx.com'dan Esat Dergi'nin çektiği bir foto var. Burada daha hoş duruyor). Beyaz forma da bir önceki cümlede tarif ettiğim gibi düz ve sade bir forma. Her 2 formanın da üzerinde ışıkta yansıyan detaylar var. Mavi formada güneş şeklinde logo ve güneş ışınları, beyaz formada da göğüste logo ve kanarya kanatları mevcut. Lacivert kaleci forması ise çok şık. Kanarya kanatları kollara uzansa daha hoş olabilirdi. Bu haliyle de çok güzel. Son dönemlerde yapılmış en güzel kaleci formalarından biri. Yeşil formaya ise sitemim var. Bu tarz formalar çok satılıyor mu bilmiyorum ama güzel değil. Ayrıca bu forma orjinal bir düşüncenin eseri de değil. Geçmiş zamanda buna benzer bir lacivert kaleci formamız vardı. Bir diğer sitemim de forma reklamlarının büyük olması. Ticaretten ve pazarlamadan anlamam ama müşteri memnuniyeti esas olmalı diye düşünüyorum. Reklamın ufak olmasını koskoca Fenerbahçe markaya diretebilmeli diye düşünüyorum. Formaların fiyatları da 89 lira (Bunu da hiç anlamam. 90 lira olsa nasıl alırdık). Bu güzel formalara şampiyonluk nasip olur inşallah.

23 Temmuz 2010 Cuma

Avrupa'da Transfer 2010/11 vol.6


Heiko Westermann - Schalke > Hamburg - 7.500.000 euro
Mario Mandzukic - Dinamo Zagreb > Wolfsburg - 7.000.000 euro
Pedro Leon - Getafe > Real Madrid - 10.000.000 euro
Tino Costa - Montpellier > Valencia - 6.500.000 euro
Aritz Aduriz - Mallorca > Valencia - 4.300.000 euro
Joe Cole - Chelsea > Liverpool -bedelsiz
Danny Wilson - Rangers > Liverpool - 2.500.000 euro
Sokratis - Genoa > Milan - 7.000.000 euro
Emiliano Insua - Liverpool > Fiorentina - 5.000.000 euro
Edinson Cavani - Palermo > Napoli - 5.000.000 euro (kiralık)
Luis Jimenez - İnter > Ternana - 4.200.000 euro
German Denis - Napoli > Udinese - 4.000.000 euro
Felipe - Udinese > Fiorentina - 6.300.000 euro
Wagner - Cruzeiro > Lokomotiv Moskova - 6.000.000 euro
Eduardo - Arsenal > Shakhtar - 7.200.000 euro
Dmytro Chygrynskiy - Barcelona > Shakhtar - 15.000.000 euro
Andre - Santos > Dinamo Kiev - 8.000.000 euro
Micham Zewlakow - Olympiakos > Ankaragücü - bedelsiz
Issiar Dia - Nancy > Fenerbahçe - 6.500.000 euro
Albert Riera - Liverpool > Olympiakos - 4.500.000 euro
Aruna Dindane - Lens > Lekhwiya - 3.000.000 euro

Joe Cole - Benayoun takası gibi oldu. Maddi açıdan karlı çıkan Liverpool tabiki. Joe Cole toparlandığı zaman Yossi'nin adını bile anmayız. ben toparlanacağını düşünüyorum. Benitez geçen yıllar boyunca resmen kadroyu gereksiz şişirdi. Bir sürü kıyafetsiz topçu var. Joe Cole iyi transfer bence. Milan da sağ beke Sokratis'i aldı. İyi bir transfer. Abate ile pek işlediği söylenemez oranın. 7 m euro luk bonservis bana biraz fazla gibi geldi ama bazı kaynaklarda da 5m euro yazıoyor. Fiorentina sanırım Vargas'ı iyi bir fiyata okutacağını düşündüğü için Insua'yı renklerine bağladı. Lakin ben buna dereyi görmeden paçaları sıvamak derim. Frey gitmeden de yerine Boruc'u almışlardı. Muhtemelen Vargas ile basına yansımayan bir pazarlık sürüyor. Insua ise Vargas'ın yerini tutmaz ama iyidir yinede. Edinson Cavani Dünya Kupasında piyasa yapanlardan. Hani hep Udinese iyi transfer yapıyor diyoruz ya, bence asıl iyi transferi Palermo yapıyor. Amauri, Zaccardo, Barzagli, Kjaer gibi isimleri çok yüksek fiyatlara satmayı başardılar. Napoli de transfere sağlam para harcayan takımlardan. Geçen sezonu 6. bitirdiler. Teknik direktör Mazzari Cavani'den çok umutlu. Umarım bu sene Şampiyonlar Ligi seviyesinde ligi bitirirler. Dinamo Kiev Santos'tan 19 yaşındaki Andre'yi almış. Hakkında bir bilgim yok. 47 maçta 28 gol attığını ekleyeyim. Shakthar da Arsenal'den Eduardo'yu transfer etti. Bir sakatlık onu çok geri götürdü. Wenger onu sattıysa benim de pek umudum olmaz açıkçası. Futbol talihsiz bir meslek.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

2010/11 Fikstürü

2. Hafta Trabzonspor - Fenerbahçe
2. Hafta Galatasaray _ Bursasor
5. Hafta Fenerbahçe - Beşiktaş
7. Hafta Trabzonspor - Beşiktaş
9. Hafta Fenerbahçe - Galatasaray
10. Hafta Bursaspor - Fenerbahçe
11. Hafta Trabzonspor - Galatasaray
12. Hafta Bursaspor - Trabzonspor
14. Hafta Galatasaray - Beşiktaş
15. Hafta Beşiktaş - Bursaspor

Fikstürdeki önemli maçları veren bir çok yer Bursaspor'u hesaba katmadan derbileri vermiş. Büyüklükte aslında insanların algılarında yatıyor. Bursaspor şampiyon olmasına rağmen hala yokmuş gibi davranılması düşündürücü. Fikstüre baktığımız zaman Bursaspor'un 1 avantajı, 1 de dezavantajı var. Avantajı Galatasaray'ı takip etmesi. Galatasaray ile oynayan takım ertesi hafta Bursaspor ile oynayacak. Dezavantajı ise son 9 haftada Beşiktaş ve Fenerbahçe ile deplasmanda oynayacak olması. Beşiktaş açısından dikkat çeken nokta ise Fenerbahçe, Galatasaray ve trabzonspor ile 2. yarı maçlarını İnönü'de oynayacak.

Aslında maçların evinde veya deplasmanda oynanması kağıt üzerinde avantaj olarak gözükse de günün şartları daha çok etkiliyor. Sene başında hiç hesaba katmadığımız takımlar sonralardan tehlike oluşturuyor. Misal ben olsam İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile son 5 hafta deplasmanda maçın olsun istemem. Ya da Eskişehirspor'un bu sene şampiyonluğa oynayamayacağını kim iddia edebilir. Aynı şekilde bu sene Tolunay Kafkas nedeniyle Antep deplasmanlarının çok çok zor olacağını düşünüyorum. Yükseliş trendine Kasımpaşa ve gençlerbirliğini de eklediğimiz zaman zaten lig bir hayli zorlu gözüküyor. Yalnız bu sene eskisi kadar sertlik göreceğimizi sanmıyorum ben. Göze hoşgelen futbolu oynamayı seven daha çok teknik direktör var sanki. Misal Tolunay sever sertliği fakat onun da takımı fazlasıyla teknik bir takım görünümünde.

Fenerbahçe açısından fikstüre bakarsak; İlk maç evimizde Antalyaspor ile seyircisiz. 2. maç deplasmanda Trabzonspor, 3. maç evmizde seyircisiz Manisaspor, 4. maç Kayserispor deplasmanı, 5. maç evimizde Beşiktaş... Ligin ilk 5 maçı her zaman önemli olmuştur. Bu dönemi Aykut Kocaman'ın başı dik atlatması çok önemli. Ben artık ilk 5-6 haftada hoca kovulacağını düşünmüyorum ama başı dik bir takım olarak çıkarsak ilk 5 haftadan diğer haftalar daha olumlu geçer. Tabi bu ilk 5 maçın arasına Şampiyonlar Ligi ön elemesi de girecek. O maçlarda da alınması muhtemel kötü sonuçları da hesaba katmak gerek. Umutlu olduğum tek konu Aykut Kocaman geçmişte de ligin ilk haftalarında takımını iyi hazırlayan bir hoca olması. İlk haftalarda kondüsyon olarak iyi durumda olursak Eylül sonunda mutlu olabiliriz.

20 Temmuz 2010 Salı

Hakem Kartını Düşürürse...


Video dün Brezilya Campeonato Serie A da oynanan Avai-Palmeiras maçından. Hakem Leonardo Gaciba kartını düşürünce komik bir sahne çıkmış ortaya. 7 numara Caio koştura koştura Leo için getirdiği kartın ekmeğini 90. dakika da yedi. Uzatmalarda Leo penaltı yaptırıp 2. sarıdan kırmızıyı görürken, Caio da skoru 3-2 ye taşıyan golü attı. Merak edenler için maç 4-2 Avai üstünlüğü ile bitti.

18 Temmuz 2010 Pazar

Real Madrid'in Tandemi


Mourinho göreve gelir gelmez ilk istediği isimlerden biri Maicon'du. Sağ beke Maicon'u yerleştirip Ramos'u da tandem ikilisinden biri yapma amacındaydı. Fakat Maicon'un yüksek maliyeti ve İnter'in tok satıcı oluşu bu transferi artık imkansız noktasına getirdi. Onun yerine Ramos'u tekrar sağ bekte kullanmayı ve stopere bir isim getime amacındalar. Marca'ya göre 4 aday var. Benfica'da oynayan David Luis, Milan'lı Thiago Silva, Porto'lu Bruno Alves ve Manchester United'lı Vidiç. İlk düşünülen isim ise Thiago Silva. Real Madrid'in 10 milyon euro verebileceği yazılıyor lakin Milan 2 sene önce bana geliş fiyatı 10 milyon euro diyebilir ki haklıdır. Tabi Real Madrid bu, bastırır parayı alabilir ama bu şartlar altında zor gibi gözüküyor. Ben Vidiç'in de transferine pek ihtimal vermiyorum. Bruno Alves iyi bir seçim gibi duruyor.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

FB-GS Derbisinin Skorunu Bilene BONUS'tan Forma Hediye


21 Temmuz çarşamba günü Fenerbahçe ve Galatasaray Borussia Park da hazırlık karşılaşmasında karşı karşıya geliyor. BİY blogları olarak da bu maça özel forma hediyelerimiz varmış. Biz de bu formalardan sarı-lacivert olanını 1 okuyucumuza hediye ediyoruz. Yapmanız gereken şey tahmin ettiğiniz skoru ve golü atanlardan 1 tanesini yorum kısmına yazarak, ilk bilen olmak. Kendi tahmini yazıp örnek teşkil edeyim;
FB 3 - GS 1
Gol; Alex

Fenerbahçe Bonus;
Galatasaray Bonus;

Ayrıca Tribün Dergi üyeleri yarışmaya oradan da katılıp şanslarını arttırabilirler; http://www.tribundergi.com/forum/viewtopic.php?f=1&t=67551&st=0&sk=t&sd=a

Avrupa'da Transfer 2010/11 vol.5


Simon Kjaer - Palermo > Wolfsburg - 12.000.000 euro
Borja Valero - West Brom > Villarreal - 6.000.000 euro
Michael Jakobsen - Aalborg > Almeira - 2.000.000 euro
Kennedy Bakircioglu - Ajax > Racing Santander - bedelsiz
Adriano - Sevilla > Barcelona - 9.500.000 euro
Thierry Henry - Barcelona > New York Red Bulls - bedelsiz
Laurent Koscielny - Lorient > Arsenal - 12.500.000 euro
Pablo Barrera - UNAM Pumas > West Ham Utd. - 4.800.000 euro
Frederic Piquionne - Lyon > West Ham Utd. - 1.200.000 euro
Yossi Benayoun - Liverpool > Chelsea - 7.000.000 euro
Tomas Kalas - Sigma Olomouc > Chelsea - 6.000.000 euro
Abdelkader Ghezzal - Siena > Bari - 2.000.000 euro
Eduardo - Braga > Genoa - 4.500.000 euro
Artur Boruc - Celtic > Fiorentina - 3.600.000 euro
Blerim Dzemaili - Torino > Parma - 3.500.000 euro
Nene - Monaco > P.S.G. - 5.000.000 euro
Victor Hugo Montano - Montpellier > Rennes - 6.500.000 euro
Jean-Armel Kana-Biyik - Le Havre > Rennes - 2.500.000 euro
Roberto Jimenez - Atletico Madrid > Benfica - 8.500.000 euro
Marco Natanael Torsiglieri - Velez > Sporting Lizbon - 3.400.000 euro
Joao Moutinho - Sporting Lizbon > Porto - 11.000.000 euro
James Rodriguez - Banfield > Porto - 5.000.000 euro
Marcelo - Wisla Krakow > PSV Eindhoven - 3.800.000 euro
Franck Berrier - Zulte-Waregem - Standart Liege - 3.000.000 euro
Ariel Ibagaza - Villarreal > Olympiakos - bedelsiz
Papa Bouba Diop - Portsmouth > AEK - 300.000 euro
Obafemi Martins - Wolfsburg > Rubin - 9.000.000 euro

Wolfsburg 2 sene önce Palermo'dan Barzagli ve Zaccardo'yu yüksek fiyatlara transfer etmişti. Zaccardo bir parlayıp bir söndü ve Almanya'daki macerası sadece 1 yıl sürmüştü. Bu sefer yine Palermo'dan Kjaer'i ciddi bir rakama transfer ettiler. Aslında Kjaer'in daha büyük bir kulübe transfer olacağı düşünülüyordu ama sanırım bonservis sorun oldu. Wolfsburg ise bonservisi daha fazla araba satarak değil, Martins'i CSKA Moskova'ya satarak buldu. Martins için değerinin çok üstünde bir rakam. İnter ile piyasaya girdiğinden beri overrated muamele görüyor.
Barcelona geçen sezon Abidal'ın sakatlığıyla yaşadığı sol bek sıkıntısını Sevilla'dan Adriano'yu alarak yedekledi. Esasında Adriano bu parayı etmez ama Barça isteyince ediyor işte. Alt tarafı bir yedek diyorsun ama söz konusu yedeklik uzay futbolu oynayan takımda. Barcelona'da bir de ayrılık haberi var. Henry Amerika yolunu tuttu. Bana göre bir futbolcunun emeklilik günlerini geçireceği en güzel yer Amerika. Arap memleketlerinde New York da olmayan ne var merak ediyoum. Para dersen arada 3'ün 5'in hesabı oynar, o da pek sıkıntı yaratmaz sanki.
Piquionne için blog arşivinde Türkiye'ye gelse Makakula etkisi yaratabilir yazmıştım. Maliyetinin de düşük olacağı aşikardı. 1,2m euro bonservis bedelini Türkiye'de en az 10 kulüp verebilirdi.
Chelsea Benayoun'u ucuza kapatmış. Ben onu Tuncay Şanlı'yua benzetiyorum biraz. Tuncay'dan daha dengeli ama Tuncay daha bir kalpten oynayan, mücadele eden bir tip. Bence güzel transfer. Kalas da Hoffenheim, Leverkusen ve Arsenal'i reddedip Chelsea'ye transfer olmuş. 17 yaşında ve stoperde görev yapıyor. Arsenal'i reddetmesi bile Chelsea adına güzel transfer olduğunun kanıtıdır.
Jean-Armel Kana-Biyik, Andre Kana Biyik'in oğlu. Dolayısıyla Omam Biyik da amcası oluyor. Andre Kana Biyik'ı 1990 Dünya Kupasında Caniggia'ya yaptığı insanlık dışı faulden hatırarsınız. Hem Kamerun'un hem de Fransa'nın alt yaş milli takımlarında forma giydi. 21 yaşında ve sağ bek oynuyor.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Dünya Kupasının Ardından


Turnuvanın ilk maçları her ne kadar büyük eleştiriler alsa da bence çok güzel bir Dünya Kupası oldu. Sıkça telafuz ettiğimiz Avrupa'da takımlar arası güç farkı azaldı klişesini bu Dünya Kupası için de kullanabiliriz. Bariz üstünlük, akıcı futbol ve bol gol bekleyen seyirciler doğal olarak üzüldüler ilk başlarda. Takımlar arası teknik olarak farklar olsa da taktik disiplin ve kondisyon olarak fark minimumlara indi. Bunun sonucunda elbette 2. ve 3. sınıf takımlar mağlup olmamak adına defansif hatlarını sağlam tuttu, mücadelelerini en üst noktaya taşıdı.

Futbol olarak beğendiğim birçok takım vardı. Bunların en başında Amerika geliyordu. Taktik disiplin ve mücadelenin üzerine hücum çeşitlemeleri katarak göze de hoş gelen fevkalade futbol oynuyorlardı. İngiltere'ye ve Slovenya'ya karşı mükemmel futbolları, Slovenya maçında verilmeyen golü ve Cezayir karşısında aldıkları galibiyet maçlarını büyük zevk ile izledim. Elendikleri rakibi Gana da yine çok beğendiğim takımlardan biri. Üstün fiziki mücadeleleri, defansta açık vermemeleri onların en büyük artılarıydı. Lakin potansiyellerine eriştikleri futbolu A.B.D. maçında sergilediklerini düşünüyorum. İlk 2 grup maçında Gyan'a yardımcı olarak sahaya sürdükleri isimler takımın hücum gücünü arttıracaklarına azalttı. Defansta mükemmel bir uyum yakalarken, aynı uyumu hücumda yakalayamadılar. Buna rağmen çeyrek finale adını yazdıran 3. Afrika ülkesi oldular. Bu başarı gelip geçici bir başarı olmayacaktır. Geçen yıl u-20 Dünya Kupası'nı kazanan gençlerin katılımıyla birlikte 2014 de daha güzel bir futbol sergileyeceklerine eminim.

Gönlümün bir köşesinde duran Güney Kore de başarılı bir futbol oynadı. Onların da eksikliği merkez santraforda idi. Perişan ettikleri Yunanistan ve perişan oldukları Arjantin maçlarından sonra Nijerya karşısında da güzel bir futbol sergileyerek gruptan çıktılar. Uruguay'a karşı ise çok ama çok iyi futbol oynadılar. Park Chu Young ve Park Ji Sung önderliğinde Uruguay'ı esir aldılar. Lakin cellat Güney Kore'de değil, Uruguay'da (Luis Suarez) idi. Uruguay da kupaya damga vuran ekiplerdendi. Her Dünya Kupası'nın anlatılacak anıları olur. Gana'nın ipini çekmesi gereken Luis Suarez, 120. dakikada ağlarla buluşabilecek olan topu elleriyle keserek Yarı final için takımına 1 şans daha verdi. Gyan son dakikada penaltıyı kaçırarak sadece büyük bir şansı değil, yarı finali psikolojik olarak kaybetti. Luis Suarez'in davranışı çok tartışıldı. Kişisel kanaatimce Luis Suarez yapması gerekeni yaptı. Oyun kuralları çerçevesinde de cezasını aldı. Forlan'da açık ara turnuvanın en iyi oyuncusuydu. Güney Amerika'nın küçük takımları çok yıldız yetiştirdi ama Forlan gibi liderlik sıfatına uygun az futbolcuya sahip oldu. Uruguay'ın kabuğunu kırmasında en önemli nokta Forlan'dı.

Her ne kadar Brezilya, Portekiz, Fildişi Sahilleri ve Kuzey Kore'nin bulunduğu G grubu ölüm grubu olarak gösterilse de asıl ölüm grubu H grubu oldu. Zavallı Honduras öyle güzel rakipler ile eşleşti ki İsviçre'den 1 puan alarak kendilerini şanslı bile sayabilirler. İspanya'ya süpriz yaşatan Hitzfeld'in takımı İsviçre, Şili karşısında hakem kurbanı oldu. Hitzfeld'in futbol bilgisine büyük saygım var. İsviçre'yi seçtiğinde nasıl böyle bir adamı kaçırdık diye hayıflanmıştım. Onlar bu turnuvada kaza yaptılar. 2 yıl sonra Avrupa Şampiyonasında daha iyi noktalara geleceklerdir. Şili ise sınırları zorlayan ve klişenin içine eden dizilişi ile sempati topladı. İyi oynadılar, bol pozisyon buldular ama skor üretmekte zorlandılar. 2007 deki Copa America maçlarında gönlümü fetheden Humberto Suazo turnuva başında sakatlık ile cebelleşmese belki skor olarak da takımını 1 adım ileriye taşıyabilirdi.

Turnuva'nın hayal kırıklıklarına gelirsek; En başta Fransa'yı ve İtalya'yı ekleyelim. Fransa Futbol Federasyonu için ne desek az. 2008 de hüsran yaşayan ve kimse tarafından sevilmeyen Domenech'in en büyük destekçisi Federasyondu. Blanc'ı getirerek doğru bir yaptılar ama Domenech ile yollar 2 sene önce ayrılmalıydı. Sağlam altyapısı sayesinde Fransa sadece vakit kaybetmiştir. Blanc ile takım daha ileriye muhakkak gidecektir. İtalya ise ülke olarak bir düşüşte. Pirlo'nun da sakatlanması oyunlarına büyük darbe vurudu. 2008 deki hüsrandan sonra göreve tekrar getirilen Lippi'nin kadro seçimi eleştirildi. Kadro için hocaları eleştirmem ben. Herkes inandığı kadro ile yola çıksın ve çıkan sonuçun hesabını milletine ödesin düşüncesindeyim. İnanmadığı kadro ile yola çıksa zaten başarısızlığı en baştan kabullenmiş oluyordur.

Capello'dan ise çok beklentim vardı. İngilizler'in futbol kibirleri yüzünden kabullenmedikleri gerçekleri takıma uygulayabilirdi. Başaramadı. Çünkü kibirli ülkenin kibirli takımlarında Barry dışında alternatifi yoktu. Mesela Almanya Schweinsteiger'ı eksik bölgesinde kullanmayı başardı ama bunun değişikli kulüp takımında van Gaal yaptı. İngiliz futbolunda birşeyler değişirse milli takım ancak o zaman başarılı olur. Kim bilir belki süper hızlı oynanan premier ligi birileri yavaşlatmaya çalışır. Capello ile yola devam etmeleri isabetli bir karar.

Arjantin de Maradona gazı ile Almanya karşısına geldi. Maradona'nın da kadro seçimleri eleştirildi. Maradona'nın özel bir husumeti yoksa eğer Cambiasso'yu ve Zanetti'yi almaması hataydı bence. Çünkü Arjantin her iki ismi de aradı. Maradona bir kurt hoca değil lakin kurt hocalarda bulunmayan eksiklikleri vardı. 2006 da Klinsmann'ı Löw destekli sahaya süren Almanya hem günü, hem geleceği kurtarmıştı. Aynısını Arjantin de yapabilirdi. O zaman Arjantin'i gönüllerin şampiyonu değil de ciddi ciddi şampiyonluğa ilerleyen bir ekip olarak görürdük.

Bunların dışında Danimarka'yı yaşlanmış, Kamerun'u takım olamamış, Yunanistan'ı Kral Otto'dan sıkılmış, Avustralya'yı şanssız, Japonya'yı anime kıvamında, Yeni Zelanda'yı yenilgisiz tek takım, Paraguay'ı koca memeli gördüm. Şampiyon İspanya daha iyi oynayabilirdi ama bu futbolları da onları şampiyon yapmaya yetti. Hollanda ise şansının yardımıyla da olsa finale çıktığı için tebrik ederim. Brezilya ise Dunga'yı kovsun. Vuvuzelaya Konfederasyon kupasından alıştığım için bu turnuvada çok sevdim. TRT'yi ise yorumcu koltuğunu en çok hakeden Muhsin Eğtuğral'ı bize seyrek dinlettirdiği için kınıyorum.

Şampiyon İspanya


Macaristan 54'ü dinledim, Hollanda 74'ü dinledim, Brezilya 82'yi dinledim, Arjantin 86'yı dinledim ama İspanya 2010'u canlı canlı izledim. Kupa kazananı takdir ederim ama güzel oynayanı gönlümün bir köşesine yerleştiririm. 1974 ten bu yana 36 sene geçti ve o yıl Hollanda takımını izleyen/izlemeyen herkes anlatır da anlatır. Eminim bir 36 yıl sonra da ben bu İspanya'yı birilerine anlatıyor olacağım.

İspanya son 2 yılın tartışmasız en iyisi ve en keyif veren futbol oynayanı. Avrupa Şampiyonasının üzerine Dünya Kupası'nı da alarak duble yaptı. Bunu Avrupa'da başaran 2 ülkeden biri İspanya. Daha önce de 98 Dünya Kupasını ve Euro 2000'i kazanan Fransa vardı. 2002 ve 2004 de hayal kırıklıkları yaşadılar ama sağlam altyapıları sayesinde 2006 da yine final oynadılar. 2008 ve 2010 da yine hayal kırıklığı yaşadılar ama 2012 de yine final oynayabilirler. Son 2 yıldır yaşadıkları başarısızlıklarda kimse jenerasyona bir şey söylemiyor. Neden başarısız olduklarını biliyoruz. Onlar için başarı, iyi bir jenerasyon yakalamak değil, altyapı sistemlerine güveniyorlar. Keza yine kendilerini geliştiren ve gerçekten futbol olarak pozitif anlamda değişen bir Almanya görüyoruz. Aynı şey onlar için de geçerli. İşte İspanya'da ben bunu görüyorum. Onlara için bugün tesadüf, şans veya jenerasyon başarısı diyemeyiz. Hollanda kupayı kazansaydı onlar için şans ve tesadüfü kullanırdım. Çünkü onlar finale kadar kimliklerinin dışında bir felsefe ile buraya geldi. Robben, Pujol'u geçtikten sonra o hafif sarjda kendini yere bıraksa hakem penaltı ve kırmızı kart verirdi. Ama bırakamıyor. Çünkü onun sulandığı topraklarda bunun gübresi yok. İspanya bence artık kabuğunu tamamiyle kırmıştır. Yıllar içinde devamlı başarılı olan bir Almanya olmayı da başaracaklardır.

Maça biraz değinirsek; Hollanda bugün ilk yarı istediği futbolu oynadı. 2. yarı daha fazla İspanya zorlaması gördüler ama yine de gol atabilecekleri pozisyonu buldular. Takımın yarısı sarı kart görene kadar çok sert oynadılar. İspanya'yı ve Barcelona'yı durdurma yolu bu. 2. yol, onlardan daha çok ve daha hızlı top çevirmek. 2. yolu yapabilecek birileri yok henüz. İspanya da aslında turnuva öncesi İspanya'sı değildi. Villa'nın partneri Torres'den yoksundular. Torres bedenen sahadaydı ama bildiğimiz Torres hiç olamadı. Almanya maçından sonra bu maçta da kesik yedi dolayısıyla. Almanya'ya karşı harika oynayan Pedro bugün silikti. Pedro değişikliği yapılması şarttı, çünkü göbekte van Bommel - De Jong ikilisi çok yıprattı İspanya'yı. Pedro'nun yerine daha bir çizgi oyuncusu olan Navas girdi fakat bu sefer de İspanya'nın pas trafiğinde sıkıntı oldu. Hollanda aslında kendi kıyafeti dışında bir kıyafeti taşıyabileceği en iyi şekilde taşıdı. Rakibi bozabildiği kadar hücum organizasyonu geliştirebilse kupayı alabilirlerdi. Fabregas değişikliğinin ise geç geldiği kanaatindeyim. De Jong'dan yediği tekme ile bir hayli dağılmıştı Xabi Alonso. Fabregas'ın oyuna girişiyle İspanya alışılageldik paslarını daha çok yapmaya başladı ve daha çok pozisyon buldu. 60. dakikada Navas değil de Fabregas girse, ilerleyen dakikalarda da Llorente'yi oyuna girseydi bence daha erken kopabilirdi maç.

İspanya'nın şampiyonluğundan bahsetmişken Cruyff'u anmamak olmaz. Acaba şu an kendisini nasıl hissediyor. Cruyff elbette Hollanda futboluna çok şey katmıştır ama günümüzün modern Barcelona'sı da onun eseri. İspanya milli takımı, tabiri caizse Cruyff'un torunları, Puyol-Pique-Xavi-İniesta gibi isimleriyle bu kupayı kazandı. Ülkesi Hollanda kupayı kaybetmesine rağmen bence o şu an çok mutludur. Çünkü bu Hollanda onun Hollandası değildi ama İspanya onun felsefesini taşıyan bir İspanya idi.


8 Temmuz 2010 Perşembe

Gazza

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Avrupa'da Transfer 2010/11 vol.4


Mehmet Ekici - Bayern Münih > Nürnberg - kiralık
Igor de Camargo - Standard Liege > B.M'gladbach - 4.000.000 euro
Arne Friedrich - Herta BSC > Wolfsburg - 2.000.000 euro
Michael Ballack - Chelsea > B.Leverkusen - bedelsiz
Georgios Tzavellas - Panionions > E.Frankfurt - 1.200.000 euro
Gabriel Tamas - Auxerre > West Bromwich Albion - 930.000 euro
Pablo İbanez - Atletico Madrid > West Bromwich Albion - bedelsiz
Mauro Boselli - Estudiantes > Wigan Athletic - 7.400.000 euro
David Silva - Valencia > Man. City - 30.000.000 euro
Yaya Toure - Barcelona > Man. City - 30.000.000 euro
Marco Amelia - Genoa > Milan - kiralık
Valeri Bojinov - Man. City > Parma - 6.000.000 euro
Barretto - Udinese > Bari - 4.500.000 euro
Leonardo Bonucci - Bari > Juventus - 15.000.000 euro
Nicola Pozzi - Empoli > Sampdoria - 5.200.000 euro
Marco Motta - Udinese > Juventus - 500.000 euro (kiralık)
Jorge Martinez - Catania > Juventus - 12.000.000 euro
Mark Bresciano - Palermo > Roma - bedelsiz
Mathieu Bodmer - Lyon > PSG - 2.500.000 euro
Sidney Govou - Lyon > Panathinaikos - bedelsiz
Javier Arizmendi - R.Zaragoza > Getafe - bedelsiz
Angel Di Maria - Benfica > Real Madrid - 25.000.000 euro
Cesar Azpilicueta - Osasuna > Marsilya - 6.000.000 euro
Anthony Le Tallec - Le Mans - Auxerre - 3.000.000 euro

1 Temmuz 2010 Perşembe

İkinci Tur maçları ve Çeyrek Final


Grup maçlarından sonra süpriz olarak nitelendirebileceğimiz tek maç A.B.D. - Gana maçıydı. O da göreceli. Süpriz yapabileceğine inanılan takımlar arasında futbolunu en beğendiğim takım A.B.D. idi. Gana çok koşan, mücadele gücü çok yüksek bir takımdı ama hücum organizasyonlarında yeterince etkili değildi. Amerika da çok koşan, mücadele eden bir takım ama hücumlarda daha etkili olabilen, ritmini yakaladığı zaman durdurulması çok güç bir ekip. Gana erken golle öne geçince kendi oyununu oynadı ve Amerika'yı kimsenin bozamadığı kadar bozmayı başardı. Hoca Bradley'in değişiklikleri beraberliği getirse de Gana tekrardan öne geçip maçı koparmayı başardı. Gana'nın çeyrek finaldeki rakibi Uruguay ise G.Kore karşısında beklediğimden çok daha zorlandı. G.Kore defansının hatası sayesinde öne geçti. Bu dakikadan sonra ritmini kaybedip yavaş yavaş G.Kore ekibi ritimlendi. Turnuvada yıldızı parlayan isimlerden biri olan Chu Young Park, sert Uruguay defansının içinden çıkıp tam bir 4-6-0 a döndürünce takımını bol paslı, zevkli bir mğcadele izledik. G.Kore'nin beraberlik golü uzun uğraşlar sonucu bağıra bağıra geldi ama rakipte Luis Suarez gibi bir golcü var. Müthiş bir plase ile takımını çeyrek finale taşıdı. Uruguay - Gana eşleşmesinde favorim Uruguay ama Gana'nın son maçta hücumda daha derli toplu olduğunu söyleyeyim. Gana G.Kore'den ders alırsa uruguay'ı eleyebilir.

Brezilya ise sonuç odaklı takımı ile Şili'yi rahat geçti. Bielsa'nın fantastik oyun formatının defoları ortaya çıktı. Zordur 3'lü defans ile oynamak. Bielsa'yı ve Şili'li futbolcuları oynadıkları futbol ve zihinleri açıp, 4'lü defans ezberini bozdukları için tebrik etmek gerekir. Brezilya'nın çeyrek finaldeki rakibi ise Hollanda. Hollanda da bu turnuvada daha dengeli ve savunmayı daha emniyetli tutan büyüklerden. Klasik Robben golü geldikten sonra elenmeleri mucize olurdu ve Onlar da Slovakya'yı rahat geçtiler. Bu eşleşmede Brezilya'yı daha avantajlı görüyorum ama Hollanda ilk golü atarsa Brezilya açmakta çok zorlanacak.

İngiltere ve Almanya bu sefer çok erken eşleşti. İngiltere'yi eleme maçlarında çok beğenmiştim ama turnuvada çok kötü bir performans sergiledi. Almanlar'ı yenmesi mucize sayılırdı. Almanya turnuvanın açık ara en iyi futbol oynayan ekibi. Çok beğeniyorum oyun tarzlarını. Yaptıkları altyapı çalışmalarının meyvelerini hem kendileri yiyor, hem de başka ülkelere servis yapıyor. Çizgiyi geçen top konusunda ise 1966 ile karşılaştırmak yanlış. Finaldeki gol ile İngilizler kupayı aldı. Az buz değil. Bolca bıdı bıdısını ettikleri futbolun en büyük kupasını 1 kere kazanabildiler ve onu da çizgiyi geçmeyen bir gol ile kazandılar. Almanya'nın rakibi Arjantin ise ofsayt golü ile öne geçti, akıl almaz bir hata ile farkı 2 ye çıkardı. Hem Almanya-İngiltere hem de Arjantin-Meksika maçlarında ciddi hakem hataları olunca kameralı ofsayt yöntemi tartışmaya açıldı. Benim fikrim net. İster sahada 2 çizgi hakemi olsun, ister kamera olsun, ister çipli top olsun. Mühim olan takımların hakkı bu denli aptalca hatalar ile yenmesin. Sahada akıtılan terin karşılığı çalınıyor burada. Yemişim teknolojinin futbolun ruhuna etkilerini. Burada akıtılan terden, yıkılan düşlerden bahsediyorum.

Paraguay-Japonya maçı ise pozisyon açısından kısır, mücadele açısından üst düzey bir maçtı. Kimine göre sıkıcı, kimine göre güzel maçtı. Japonya'nın bir silahı var ve o silahını kullanabileceği bir yer arıyor. İşte bu arayış benim hoşuma gidiyor. O nedenle ''olmaz olsun böyle dünya kupası'' diyemem. Herkesin bir potansiyeli var ve bu potansiyelini iyi kullanan takımlar her zaman gözümde değerlidir. Paraguay hücumda ne Şili, ne de Uruguay kadar etkili. Tabi ki bu noktadan sonra kesin bir favoriden bahsetmek zor ama İspanya maçında 1 kez olsun Larissa Riquelme'nin göğüslerini dalganırken görürsek şanslıyız. İspanya ise Portekiz maçında beklediğimden fazla zorlandı. Aragones ile Del Bosque'nin takımları arasındaki en belirgin fark David Villa'nın biraz daha solda oynaması. Torres çok güçsüz ve etkisiz. 3 maçtır ismi sayesinde sahada. Aslında Villa'nın solda oynaması çok büyük bir sorun değil ama sıkıntı Torres'te. Queiroz ise 1. adamlığı yapamıyor malesef. Portekiz'in kurtuluşu Mourinho'da. Elbet birgün milli takımın başına geçecektir. Umarım o güne kadar bir merkez santrafor yetiştirirler.

2.7.2010 - 17:00 - Hollanda vs Brezilya
2.7.2010 - 21:30 - Uruguay vs Gana

3.7.2010 - 17:00 - Arjantin vs Almanya
3.7.2010 - 21:30 - Paraguay vs ispanya