19 Kasım 2012 Pazartesi

Caner'i asın!


Caner Erkin yemin billah ediyor, "Ben küfür etmedim. Veysel etti" diyor.
Veysel Sarı yemin billah ediyor, "Ben küfür etmedim. Caner'in de ettiğini duymadım" diyor.
Sonra kırmızı kartın küfürden değil, "Lan" kelimesinden çıktığı anlaşılıyor.
Sonra Veysel Sarı bir daha çıkıyor, "Bunu vermezsen neyi vereceksin lan" dediğini itiraf ediyor. Çocuk kendince küfür etmemiş ki... Ve bence de "Lan" küfür değil. Ayrıca Veysel Caner'in ağzından herhangi birşeyi duymadığını da yine aynı programda tekrarlıyor.
Daha sonra MHK Başkanı Zekeriya Alp televizyona bağlanıyor, Fırat Aydınus'un kendisine Caner'in "Bunu vermezsen neyi vereceksin lan" dediğini belirtiyor. Oysa Veysel birkaç saat önce başka bir televizyonda zaten itiraf etmiş bunu dediğini.
İddialardan bir tanesi de cümlenin "Has.ktir, bunu vermezsen neyi vereceksin lan" olduğu yönünde. Olsun farketmez.
Peki Fırat Aydınus kararı nasıl veriyor? Pozisyon bitiyor, arkasını dönüyor koşar adım orta sahaya koşarken birden o malum sözü duyuyor, arkasını dönüyor, kırmızı kartı Caner'e gösteriyor.

Caner ne "Lan" demiş ne de "Has.ktir" demiş.
Veysel "Lan" dediğini kabul ediyor. "Has.ktir"i kabul etmiyor. Belki de hatırlamıyor. Zaten ağzından "Lan" ve "Has.ktir" kelimeleri her daim çıkan yurdum insanı bunları dese bile hatırlamaz. 

Sonuç
Caner suçsuz. Fırat Aydınus hata yapmıştır ve 26. dakikada çok kritik bir deplasmanda Fenerbahçe'yi 10 kişi bırakan karara imza atmıştır. Caner'i suçlayanlar, "Kişiliği bu, yapsa da yapmadım der" diyenler var. Bir adamı sevmeyebilirsiniz. Ondan nefret de edebilirsiniz. Ona karşı önyargılı da olabilirsiniz. Ama o adamı yapmadığı şeyle lütfen suçlamayın, bir tekme de siz atmayın. Veysel'in itirafı ve Fırat Aydınus'un kırmızı kartı nasıl gösterdiğinin video görüntüsü ortadayken bu kadar da alçalmayın.

16 Kasım 2012 Cuma

Türkiye'de istikrarın adı: MP ANTALYASPOR


16 Kasım 2005’te Türkiye, İsviçre’yi Şükrü Saracoğlu Stadı’nda 4-2 yeniyordu ama ilk maçta alınan 2-0’lık mağlubiyet nedeniyle Dünya Kupası’na gidemiyordu. Maçın ardından çıkan olaylarda antrenör Mehmet Özdilek İsviçreli Benjamin Huggel’e tekme atıyordu. Bu tekme ona pahalıya patladı. 1 hafta sonra görevinde istifa eden nam-ı diğer Şifo, 12 ay ceza almıştı.

***

Ali Bilgin ceza sahasının sağ çaprazında buluştuğu topu önce önüne aldı, ardından kaleye şutladı ve Antalyaspor, Fenerbahçe karşısında 1-0 öne geçti. Maç da bu skorla sona erdi. Yılmaz Vural üst üste alınan 4. galibiyetin ardından mutluydu. Her gün bir televizyon programına çıkıyor, kendisini izleyenleri güldürüyordu. Nasıl mutlu olmasın ki! 12. sıradaydı ama ikinci Galatasaray’dan sadece 9 puan gerideydi. Aynı şekilde düşme hattının da 9 puan ilerisindeydi…

2006/07 sezonunun kalan maçlarında kahkahalar giderek yerini strese bırakmaya başladı. Antalyaspor hiç ummadığı bir noktaya gelmişti. Ligde kalmak sezonun son maçına bakıyordu. Gençlerbirliği maçı ya tamam ya devam maçıydı. Süper Lig’e alışık olan Antalyaspor 2001/02’de düştükten sonra 4 sezon alt ligde mücadele etmişti. Yukarıya çıkmak oldukça zordu. Gençlerbirliği maçı öncesinde stres üst düzeydeydi. Fenerbahçe’ye golü atan Ali Bilgin sezonun son maçında kola alma bahanesiyle kamptan ayrıldı ve bir daha da dönmedi. Bunu tam olarak neden yaptı, küme düşme stresi çok mu fazla geldi bilinmez ama Antalyaspor, Gençlerbirliği’ne yenilerek Bank Asya 1. Lig’in yolunu tekrar tuttu. Kalan 12 haftada Antalyaspor sadece 10 puan alabilmişti. 3 ay önce şen şakrak olan Yılmaz Vural, intihara bile kalkıştı. Yardımcı antrenör Engin Korukır onu engellemese belki de kafasına dayadığı silah çoktan patlamıştı!

***

Antalyaspor bir alt ligde bu sefer fazla beklemedi, 1 yıl sonra tekrar Süper Lig’e çıkmayı başardı. Yeni bir yapı kurulmuş, borç batağındaki kulübün nasıl ileriye götürüleceğine dair çalışmalar yapılmıştı. Fakat sezona iyi başlanamadı. Takımın başına getirilen Josef Jarabinsky ilk 8 haftada sadece 2 puan toplayabilmişti. Antalyaspor'un çıktığı gibi düşeceği tahmin ediliyordu. Yönetim neşteri erken vurdu. Jarabinsky ile yollar ayrıldı.

Mehmet Özdilek de milli takım antrenörlüğünden önce Malatyaspor’da 4 aylık teknik direktörlük ve Sarıyer’de B genç takım antrenörlüğü yapmıştı. Aldığı 12 aylık cezanın bitmesinin ardından da bir süre çalışmadı. Sonrasında Yakacık’ta 1 sezon antrenörlük yaptı ve sezon sonu ayrıldı oradan da ayrıldı.

***

Zorda olan Antalyaspor, Jarabinsky’yle yollarını ayırdıktan sonra yok denecek kadar az bir tecrübesi bulunan Mehmet Özdilek’i kurtarıcı olarak göreve getirdi. Mehmet Özdilek’in Antalyaspor’a, Antalyaspor’un da Mehmet Özdilek’e ihtiyacı varmış. Kurulan yapının devam etmesi için kırmızı-beyazlıların 2008/09 sezonunda ligde kalması gerekiyordu. Bunu da başardılar…

Fakat kasada para yoktu, daha da kötüsü borç vardı. Mehmet Özdilek bonservisi elinde isimlere yöneldi. 4 sezon boyunca Necati Ateş, Pini Balili, Veysel Cihan, Tita, Ali Turan, Mehmet Yılmaz, Uğur İnceman, Deniz Barış, Ali Tandoğan, Ömer Çatkıç, Musa Aydın gibi isimler takımdan geldi geçti, bazıları kalıcı oldu. Özdilek elindeki malzemeyi her seferinde iyi kullandı. Kendine has taktikleri ve organizasyonlarıyla takımı hep ligde tutmayı başardı. Geçen sezon ise keyif veren takım Necati Ateş’in satılmasının ardından tekrar dibe vurdu. Nihayetinde son maçta düşmemeyi başardı. Maddi durumlar önceki yıllarda olduğu gibi kötü değildi. Başkan Hasan Akıncıoğlu yönetimindeki Antalyaspor artık para kazanabiliyordu.

Kadro değişimi

Geçtiğimiz sezon yaşanan başarısızlık futbolculara kesildi. Takımı yenilenme yoluna giderken 13 oyuncu ile yollar ayrıldı. Futbolu bırakan Ömer Çatkıç’ın yanı sıra Orkun Uşak, Sinan Kaloğlu, Mehmet Yılmaz, Ali Turan, Musa Aydın, Kerem Seraş, Doğa Kaya, Ali Zitouni, Erkan Segman, Jaba gibi takımın rotasyonunda daima yer alan isimler takımdan gönderildi. Yerlerine Ömer Şişmanoğlu, Murat Duruer, Ismail Aissati, Emre Güngör, Isaac Promise, Ergün Teber, Koray Arslan, Hakan Arıkan, Nikola Zizic ve Lamine Diarra gibi isimler takıma dahil edildi. Geride kalan 11 haftada en çok süre alan 10 oyuncudan 6’sı yeni transfer. Bu da yapılan hamlelerin ne kadar doğru olduğunu kanıtlar nitelikte.

Musa Nizam ve Deniz Barış’ın stoper ikilisini oluşturduğu takımda Koray Aslan sağ bekte, Ergün Teber sol bekte görev alıyor. İbrahim Dağaşan ve Uğur İnceman orta sahanın ortasında yer alırken Aissati onların önlerinde Tita solda, Isaac de solda konuşlanıyor. En uçta ise Lamine Diarra var. Geçen sezon takımın büyük yükünü çeken Tita ve Uğur İnceman’ın yanına eklenen Diarra, Isaac ve Aissati hücumu zenginleştiren isimler oldu.

En büyük silahı hızlı hücumlar
Süper Lig’in gerçeklerini göz ardı etmeyen Mehmet Özdilek, bu sezon daha efektif bir futbol sunuyor. Her ne kadar an itibariyle lider Galatasaray ile aynı puanı paylaşsa da hem hücumda hem de defansta önemli sıkıntılar yaşıyor. Yenik duruma düştükleri hiçbir maçta varlık gösteremediler. Topa daha çok sahip olduğu statik oyunda elinde bu futbola uygun yetenekler olmasına rağmen boş alan yaratmakta güçlük çekiyor. Takımın dikkat çeken özelliği ise eksik yönlerini göz ardı etmeyip bunun üzerine gitmesi. Antalyaspor topla daha çok oynamaya, daha fazla pas yapmaya ve topa sahip olmayı düşünen bir ekip.

Kırmızı-beyazlıların en kolay gol yolu ise hızlı hücumlar. Kendi yarı sahasından çabuk çıkmayı başarıyor ve Aissati, Isaac ve Diarra gibi hızlı, Tita ve Uğur gibi teknik oyuncularla sonuca gitmeyi başarıyor. Tempolu oyunu seviyor ve iki kanat beki Koray Arslan ve Ergün Teber sık sık ileri çıkışlarıyla oyun kurulumunda destek veriyor.

Eksikler giderilirse…
5 maçlık galibiyet serisinde Kasımpaşa deplasmanında tökezleyen Güney ekibinin önünde Beşiktaş ve Bursaspor maçları bulunuyor. Devre bitimine kadar ligin iyi ekipleri Orduspor ve Eskişehirspor’la da maçları var. İlk 4 sırada yer almak onlar için şu an lüks gözüküyor ama eksiklerini giderdiklerinde bunu başarmamaları için hiçbir engel yok. Oyun içi metotlarıyla da zaman zaman dikkat çeken Mehmet Özdilek, Fenerbahçe’nin 47 maçlık serisine son verdikleri mücadelenin ardından mütevazı ama bir hayli de iddialıydı. Medical Park Antalyaspor, Spor Toto Süper Lig’de zevkle izlenesi ve dikkat edilesi bir takım olduğu kanıtladı.

Lamine Diarra

1983 doğumlu Lamine Diarra 2001’de Avrupa’ya ayak bastı. İsviçre’nin Neuchatel Xamax, Baden ve Aarau kulüplerinde forma giydikten sonra bir sezon Bosna-Hersek’te Zrinjski Mostar takımında oynadı. Ardından yarım sezon Portekiz’de Beira-Mar’da oynadı ve 1 milyon 800 bin avro karşılığında Sırbistan’ın Partizan takımına transfer oldu. Asıl çıkışını burada yapan Senegalli forvet, 4 sezonda 56 gol atma başarısı gösterdi. 1 sezonda kiralık olarak Birleşik Arap Emirlikleri takımı Al-Shabab’ta forma giydi. Antalyaspor’a ise bonservis bedeli elinde olarak geldi.

Diarra, fiziksel ve teknik yapısıyla Süper Lig’e oldukça uygun bir oyuncu. Ligin sert stoperleriyle boğuşmayı beceren 29 yaşındaki forvet, topu kolay kolay kaybetmiyor ve top dağıtımıyla da dikkat çekiyor. Bunun yanında hantal bir görüntü sergilemeyerek rakibin oyun kurmasını engelleyen presi, topla driplingi yeterli düzeyde. Medical Park Antalyaspor formasıyla 11 maçın tamamında forma giydi. İlk 6 haftada gol atma başarısı gösteremezken sonraki üç maçta 4 gol attı. Fenerbahçe’nin Şükrü Saracoğlu Stadı’ndaki 47 maçlık yenilmezlik serisinde 2 gol atarak bu başarıda büyük pay sahibi oldu.

Antalya'nın gözü Gazprom'da

Yeşil saha içinde Mehmet Özdilek’e güvenen ve yıllardır aynı teknik adamla çalışmanın faydalarını gören Medical Park Antalyaspor, kulübün finansal yapısını güçlendirmek adına sponsor arayışlarını sürdürüyor. Başkan Hasan Akıncıoğlu’nun bu konudaki girişimi ise oldukça ilgi çekici. Yaklaşık üç hafta önce Rusya başta olmak üzere birçok futbol ülkesinde sponsorlukları ve yatırımları bulunan Gazprom’la ortaklık kurmak istediklerini söyleyen Akıncıoğlu, Antalya’ya her sene 3 milyona yakın Rus turist gelmesinin Rus şirketinin ilgisini çekeceğini düşünüyor.

Gazprom’un sahibi olduğu Zenit’e yaptığı yüksek yatırımların yanı sıra birçok sponsorluğu da bulunuyor. Chelsea’yle de sponsorluk ilişkileri bulunan Rus şirketi son olarak Yunanistan’ın ekonomik krizdeki kulüplerinden PAOK’a ortak oldu ve yatırım yaptı. Sırbistan’dan Kızıl Yıldız da sponsor olunan kulüplerden bir tanesi. Fakat tüm bu yatırımların ortak noktası Gazprom’un bu ülkelerde kârlı yatırımlarının bulunması. Antalyaspor’un çalıştığı kulüplere seviye atlatan Gazprom’la bir ortaklık kurup kuramayacağını ise zaman gösterecek.

Rus futbolcu da izleniyor

Antalyaspor Başkanı Hasan Akıncıoğlu’nun Rus yatırımcı çekme adına girişimleri sadece şirketlerle görüşmekten ibaret değil. Kulübe bir Rus futbolcu da kazandırmak için çalışmaları sürdürdüklerini ifade eden Akıncıoğlu, Ocak ayı transfer döneminde bunu gerçekleştirebileceklerini açıkladı. Daha önceki girişimlerin sonuçsuz kalmasının sebebi ise Rus Ligi’nde verilen maaşların yüksekliği ve Rus futbolcuların genellikle ülke dışına çıkarken takındığı çekingen tavır. Birçok Rus milli futbolcu da Avrupa’da yaşadığı kısa dönemli deneyimlerin ardından Rusya’ya dönmüştü.
*Bu yazı Hayatım Futbol'un 56. sayısında yayınlanmıştır.

9 Eylül 2012 Pazar

Aykut Kocaman daha çok konuşmalı

Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman dün gece Lig TV'de Maraton programına katıldı. Fenerbahçeliler olarak oturup büyük bir merakla izledik. Aykut Kocaman bu tip uzun konuşmalarda derdini net olarak anlatabiliyor. Şampiyonluk kazandığı dönemin o buhranlı devre arasında NTVSpor'a çıkmış ve aynı dünkü gibi derdini net olarak anlatmıştı. Muhakkak verilen mesajlar oyuncularında kulağına gidiyor. Hatırlarsanız o dönem Güntekin Onay'ın "Brezilya Milli Takımı'nda oynayan Andre Santos Fenerbahçe'de neden forma giyemiyor" sorusuna verdiği cevap şampiyonluğu getiren en önemli cevaplardan: "Brezilya Milli Takımı'nda oynayan bir oyuncu neden Fenerbahçe'de oynayamıyorun cevabını en iyi Andre Santos verir."

Öncelikle bir soruyla başlamak gerek; Aykut Kocaman'ın samimiyetine inanıyor musunuz? Bazen içi derin, düşünülmesi gereken ve karşı tarafı hedef alan çok şey söyleyebiliyor ama genel olarak ben samimi olduğuna inanıyorum.

Antrenör takımı

Kocaman, program boyunca en çok 'antrenör takımı' kelimelerini vurguladı. Aykut Hoca iş ahlakı üst düzey olan birisi. Oyuncusunun da kesinlikle böyle olmasını istiyor. Özellikle bu sezon alınan oyuncuların ortak özelliği saha içindeki oyun karakterlerinin aynı olması. Egemen, Kuyt, Meireles, Mehmet Topal ve Hasan Ali mücadeleden kaçmayan yapıdalar. Aykut Kocaman'ın karakteri bu, inandığı doğru bu.

'Antrenör takımı' tümcesine verdiği örneklerden biri de medyanın etkisi üzerine. Milli takımın son Hollanda maçında da görüldüğü gibi tercihler hep eleştiri konusu. Burada hocaya katılıyorum ama; Abdullah Avcı'nın Selçuk İnan'ı oynatmaması örneğini verdiği gibi kendisi için yapılan Alex ve Cristian eleştirileri de (Geçen sezonki Emre'yi kadroya almayışı da) bir örnek. O zaman Aykut Kocaman daha çok konuşacak. Neden oynatmadığını daha net bir şekilde ifade edecek. 'Benim tercihim bu yönde oldu, sorgulamayın' diyerek geçiştirmeyecek, daha şeffaf olacak. Çünkü büyük oranda böyle geçiştirdi. 3 kişi bu açıklamadan tatmin olduysa 7 kişi olmadı, speküle edildi.

Koşu mesafesi

Aykut Kocaman takımın koşu mesafesini çok önemsiyor bu çok net ortada. Geldiği günden beri mücadele, mücadele, mücadele diyor. Bunu da Avrupa Ligi rakibimiz B.M'Gladbach'ın takım halinde maç başına toplam 130 km mesafe katettiğini, Fenerbahçe'nin ise Spartak Moskova maçında 113 km katettiğini örnekleyerek verdi (Yine Kocaman'ın notlarına göre 2003 yılında ortalama 97 km, geçen sezon da 99 km mesafe katetmişiz. Neden 2003'ü söylediğini tahmin edersiniz).

Devre arası veya maç sonunda tv'ye yansıyan koşu mesafelerini çok umursamam. Çünkü önemli olan verimdir, önemli olan topu koşturmaktır. Barcelona topu koşturuyor artı kendisi de koşuyor. Bir dönem biz topu koşturuyorduk. Bu da bize Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final bile getirdi. Ama özellikle son haftalarda biz koşsak da topu koşturmakta büyük sıkıntı çekiyoruz. Topu koşturmak için sadece iyi oyuncular değil, ahenk de gerekli. Bu ahengin yakalandığını söylemek zor.

Bu konudaki bir diğer mesele de kondisyon seviyesi. Mücadele ettiğimiz Avrupa ekipleri de aynı tempoda oynamak zorunda. Aykut Kocaman ki İstanbulspor dönemini iyi hatırlarız sezona iyi başlayan ekipler yaratan bir hoca ama Fenerbahçe'de durum tam tersi. Sezon başı tüm sezonun geleceğini etkiyor. O zaman biz sezon başında da sezon ortasındaki kadar diri bir takım olmalıyız, yüklemeyi buna göre yapmalıyız. Kocaman aynı programda bakın ne diyor, "Futbolda taktiksel olarak herşey denendi, geliştirildi. Artık yapabileceğimiz tek şey fizik gelişim. Bunu da Amerika'dan, Avrupa'dan öğreniyoruz." Soru şu; Madem öyle rakibimiz Amerikalı bir kondisyoner getiriyorken biz neden getirmiyoruz?

Sonuç

Transferler ve Alex hakkında söylediklerine pek girmek istemiyorum. Alex sorununun Kocaman kaynaklı değil, yönetim kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Gürcan Bilgiç'in yazısı fikir verecektir.

Transferin içinse scout sistemine inanıyorum. Son gün transferinden hayır çıkmaz diye birşey yok ama şu transfer Haziran sonunda bitse, hazırlık kampında 1. öncelik olarak eksikler görülmese de sezonun planlaması yapılsa daha doğru olmaz mı? Şartları öne sürmek yerine bazı gerçekleri de kabul etmek gerek.

Aykut Kocaman'ın programdaki performansı kısmen beni tatmin etti. Felsefesini doğru aktarması önemli ama aynı şekilde sahadaki uygulamanın da başarılı olması şart. Ayrıca bazı konuların şeffaflıkla aktarılması, Aykut Kocaman'ın daha çok konuşulması zarar değil fayda sağlayacaktır.

1 Temmuz 2012 Pazar

Balotelli kazansın

Hatırlar mısınız Del Bosque Dünya Kupası'nı kazanınca Down Sendromu olan oğluna götürmüştü. Alvaro'nun kupayı milli oyuncular karşısında kaldırışı hafif bir tebessüm ettirmiş, gözleri yaşartmıştı. Mesela o karede Del Bosque yok. Belki de arkada bir yerde gözleri yaşardığı için girmedi o kareye.

Del Bosque, Dünya Kupası'nın ardından Avrupa Şampiyonası'nı kazanmaya çok yakın. Bunu başardığı takdirde Helmut Schön'ün Euro 1972 ve 1974 DK zaferlerine ortak olacak. İspanya ise üst üste 3. büyük turnuvada şampiyon olarak Almanya'nın rekorunu kırmak istiyor (Almanya 1972 ve 1974'de kupa kazandı, 1976'da final oynadı). Del Bosque'nin kupayı kazanıp oğluna götürmesi yine çok güzel olacaktır ama gün sanki başka bir adamın günü.

Mario, İtalya'ya kaçak gelen Afrikalı bir ailenin oğlu. Henüz 3 yaşında Balotelli ailesinin yanına evlatlık verildi. Belki o zamanlar yeni ailesinin kendisinden renk olarak farklı olduğunu bile bilmiyordu, öğrendiğinde ise belki sorun da değildi. Ama başkaları biliyordu. Okulda ve mahallede onu hep ayırdılar, ırkçı sözler söylediler. Futbolcu oldu, rakip takım tribünleri laf attı. Milli takıma seçildi, bazıları hazmedemedi yine ırkçı sözler söylediler. Öz annesinden nefret ediyor. Kendi ismini değil, onu yetiştiren ailenin ismini kullanıyor.

Balotelli, kupanın en büyük favorilerinden genç ve pırıl pırıl Almanya'yı yıkan isimdi. Maç sonunda annesine sarıldı. "Babam da maça gelsin 2 gol de onun için atarım" dedi. Annesi 'pazar günü babası ve ben tribünde olacağız' demiş. Söyleyecek başka söz yok, 4 gol atsın Balotelli.



27 Haziran 2012 Çarşamba

Beşiktaş'a TT Arena'dan hayır gelmez


Ünal Aysal; ılımlı, kimseyi kırmak istemiyor, keskin ve sert ifadelerden kaçınıyor. Hatta bu yüzden kendini yalanlamışlığı bile var. Bir gün başka, diğer gün başka türlü konuşabiliyor. Adnan Öztürk; sert, kararlı, her ifadesi keskin. taraftar sever bu tip adamları. Ünal Aysal görüşürüz ederiz, bi yol buluruz diyor, Adnan Öztürk olmaz, kesinlikle hayır diyor. Fatih Terim çıkıyor, 'eskiden maçlar aynı statta oynanırdı,yine oynanır ne olacak' diyor, ultraslan da ona Hababam sınıfındaki müdürün Mahmut hocaya dediği gibi 'aklını mı yitirdin Mahmut hoca!!!' diye cevap veriyor.

Başkan seçilirsem ilk icraatim İnönü'yü yıkmak olacak diyen Fikret Orman, hala 'şu zamanda yıkacağız, şu zamanda inşaata başlayacağız, şu zamanda inşaat bitecek, şu zamanda da maçları oynarız' demedi. Stat işi ilk icraat olmaz, olmaz. Türkiye'nin bürokrasisi buna izin vermez en azından. Pek tabi ki gecikme olacağı da aslında daha önceden belli. Aylardır, hatta yıllardır 'İnönü'yü yıktırmam, yıkılırsa orası park olur, bahçe olur, şu olur, bu olur' diyen bir bakan vardı. Bunun için zaten birçok kez Ankara'ya git-gel bakanlarla görüş, et; aylar sonra 'tamam yıkın yenisini yerine yapın' talimatı alabildin. Şimdi de 'stat yapılana kadar Beşiktaş nerede oynayacak' sorusu var. Bu da çözülmüş değil, kısa zamanda da çözülecek gibi durmuyor. Kaldı ki bu saatten sonra yıksan, yenisinin inşaatına başlasan 1 sene sonraya yetişmez. Malum bürokrasi burada işlemeyecek sanki...

Beşiktaş TT Arena işini çok uzattı. Bu saatten sonra Beşiktaş'a TT Arena'dan hayır çıkmaz. Fikret Orman, kombine satıcaz, loca satıcaz, para kazanacağız diye bakıyor olaya ama o 50 küsür bin kişilik stat, derbileri çıkar ancak 20 bin kişiye oynar. TT Arena'nın akustiği de düşünülünce biz de TV karşısında bol bol araba ve Samet Aybaba sesli maçlar izleriz. Üstelik taraftar gerginliğinin de had safhaya çıkacağı açık. Beşiktaş her 15 günde bir tamirat için para öder, taraftar da boya, sprey parası. Malum siyah-beyazlı taraftarlar TT Arena'ya gitmişken 'çarşı' yazmadan gelmezler. Ee 'çarşı' yazıyorsa onu silip, 'ulrtaslan' yazmadan da olmaz...

5 Haziran 2012 Salı

EURO 2012 Özel


Hayatım Futbol dergisi olarak son sayıyı Euro 2012'ye özel ayırdık. Tüm takımların detaylı incelemesi var. Ekip dışında dışarıdan bize destek veren herkese teşekkür ederiz.

Kişisel Euro 2012 yorumumu da eksik etmeyeyim: Şölen olarak Dünya Kupası'nın yanına yaklaşamaz ama futbol kaleitesi olarak daha iyi olan Avrupa Şampiyonası'nda benim bu yılki favorim pek çok kişinin de favorisi olan Almanya. Sürprizi ise Hırvatistan'dan bekliyorum. Ki pek çok kişiye göre de İspanya hayal kırıklığı yaratacak.

Almanya: Fatih Demireli
Çek Cumhuriyeti: Alper Öcal
Danimarka: Mustafa Taha
Fransa: Salih Demirci
Hırvatistan: İlker Yılmaz
Hollanda: Fırat Topal
İngiltere: Hakan Celep
İrlanda: İlker Duralı
İspanya: Emre Çelik
İsveç: Cihat Akbel
İspanya: Emre Çelik
İtalya: Emre Özcan
Polonya: Ozan Can Sülüm
Portekiz: Uğur Karakullukçu
Rusya: Fırat Yalgın
Ukrayna: Rafet Baran Eryılmaz
Yunanistan: Onur Erdem

http://www.hayatimfutbol.com/
iPad'de okumak için
Android tablette okumak için
Web'den okumak için

29 Mayıs 2012 Salı

Milli takım forması


Dün akşam eve geldiğimde Nike'dan gelen bir paketle karşılaştım. Poşetten içeriye bakınca 'sanırım suluk gönderdiler' dedim (Aklıma istemsizce bisiklete bindiğim dönemler geldi. Hayatım boyunca isostar suluğa sahip olamadım nedense). Sonra poşetten çıkardım baktım şişenin içerisinde forma var. Kapağını açtım, formayı çıkarmaya çalıştım ı-ıh, çıkmıyor. Anne mantığıyla şişe lazım olur diye de kesmek ilk etapta aklımda yoktu ama 2-3 dakika debelendikten sonra 'napalım mecbur keseceğiz' diyerekten önce dışındaki kağıdı çıkardım ki meğersem şişe zaten kesikmiş. Formayı, çıkardım ve giydim, evet güzel.

Bir formanın plastik şişelerden üretildiğini vurgulamak için konsept oldukça güzel. Her bir forma için ortalama 13 geri dönüşümlü plastik şişe kullanılmış. Daha detaylı teknik analizleri basın bülteninden zaten okursunuz, ben biraz kişisel görüşümü yapayım.


Milli takım futbol endüstriyelleşene kadar bantlı, üzerinde ay-yıldızlı formayla oynadı. Nasıl ki Fenerbahçe'nin çubuklu forması özdeşleşmisse milli takımın da o forması özdeşleşmişti. 20 yılı aşkın süreden beri kullanılmayan bu forma son 2 yılda kullanıldı. Herkes beğenmişti, çok da klasdı. Sanıyorum ki formanın 2 yılda bir değişmesi şart gibi birşey. Şu an giydiğimiz düz kırmızı formaya da daha yukarıdan ince bant çekilmiş, ay-yıldız da göğüse konmuş. Forma şık olmasına şık ama beyaz formamızın aynı konsepte olmaması tercihimdir. Şu an giydiğimiz tasarıma birkaç ekleme ile bize özgü olarak tekrar piyasaya sürülebilir.



BASIN BÜLTENİ




Nike tarafından üretilen ve çevre dostu özelliklerle donatılan Türkiye Milli Takımı’nın iç saha maçlarında giyeceği forma, Türkiye'nin ilk maçında ve sonraki 40 yıl boyunca giydiği formanın tasarımının geliştirilmiş bir modeli. Beyaz bisiklet yakalı kırmızı t-shirtün göğüs bölümünde yine kırmızı bir bant ve bandın sol tarafında, kalbin üstüne denk gelen kısımda ise ay yıldız bulunuyor. Yakanın arka iç kısmında, taşıyana şans getirdiğine ve nazardan koruduğuna inanılan bir simge olan Nazar Boncuğu grafiği yer alıyor.

Nike’ın üstün sportif performans ve düşük çevresel etki sözü doğrultusunda, yeni formalarda şortların kumaşı %100 geri dönüşümlü polyesterden üretilirken üstlerde en az %96 geri dönüşümlü polyester kullanıldı. Her bir forma, ortalama 13 geri dönüşümlü plastik şişeden üretildi.

Vücuttan teri uzaklaştırmak amacıyla Nike Dri-FIT teknolojisi kullanılarak üretilen formaların kumaşı Nike’ın önceki formalarından %23 daha hafif ve %20 daha güçlü bir örgü yapısına sahip. Forma üstlerindeki lazerle kesilmiş havalandırma delikleri bölgesel serinleme sağlarken oyuncuların maç sırasındaki vücut ısısını düzenlemeye yardımcı oluyor.

Kırmızı renkte olan deplasman şortları daha fazla konfor, hareket serbestliği ve koruma sağlayan gelişmiş tamponlama özelliğine sahip. Çoraplar da kırmızı renkte ve üst kısımda beyaz bir şerit bulunuyor.

Nike Pro Combat

Nike’ın ürettiği ‘spor üniformaları’ kapsamında, günümüzde fiziksel ve teknik açıdan daha zorlu geçen maçlarda oyunculara daha fazla koruma ve rahatlık sağlamak amacıyla sunulan Nike Pro Combat forma içlikleri her federasyon için ülkeye özel tasarlandı.

Federasyonlara özel geliştiren forma içlikleri, oyuncuları serin tutmayı ve rahat ettirmeyi sağlayan, ter emici kumaşla üretilen Nike Pro Combat Hypercool 2.0 üst içlikleri ve vücutta nemi hapsetmeden ısıyı vücuda geri veren boğazlı yakası ve fırçalanmış tüylü iç yüzeyiyle soğuk havalarda oyuncuları sıcak tutan Thermal Mock üst içlik seçenekleriyle sunuluyor.

Nike Pro Combat Hyperstrong Compression erkek alt içlikleri de oyunculara ek koruma sağlıyor. Bel ve kasık bölgesinde sağlanan ekstra koruma sayesinde oyuncular sahada güvenle mücadele ederken file kumaş vücudun en çok ısınan bölgelerinin nefes almasına izin veriyor.

Antrenman ve Yaşam Tarzı Koleksiyonu

Yeni milli takım formalarını tamamlamak üzere Nike, koleksiyonun bir parçası olarak antrenman ve yaşam tarzı serisini geliştirdi. Antrenman yaparken oyuncular, her türlü hava koşulunda rahatlık sağlayan seçeneklerden oluşan yenilikçi kıyafetleri sahada giyebilecek.

Taraftarlar ise, yeni çıkan kapüşonlu sweat-shirt, eşofman üstü, tişört, sweatshirt, şapka ve ceket ile takımlarından duyduğu gururu ve verdiği desteği ifade edebilecek.

13 Mayıs 2012 Pazar

Mantık, duygu, umut


TT Arena'da oynanan 3 maçta Galatasaray'ı 2 kere mağlup eden Aykut Kocaman, Şükrü Saracoğlu'ndaki 3 maçta da galip gelmeyi başaramadı.

Son 10 küsür yılda genellikle coşkuyla oynayan ve çoğunluğu evire çevire zaferlerle donatılan Galatasaray'a karşı olan galibiyetler serisine ara verilmeye devam ediyor. Normal sezonda oynanan maç da gösterdi ki Fenerbahçe'nin geçen yılki takım savunmasından eser yok. Dolayısıyla olgunlaşamayan kontra ataklarla da gömülmek zorunda kalan sarı lacivertliler geçmiş yıllara oranla daha teknik ayaklara sahip olan Galatasaray'a karşı dün düşük bir tempoda oynamayı tercih etti. Kademe kademe tempo arttırılacak, son yarım saatte de seyirciyi de arkasına alan Fenerbahçe oyuna sonradan girmesi muhtemel Alex, Bienvenu, Topuz, Caner gibi isimlerinin de katılımıyla kaleye abluka altına alacaktı. Lakin Dia tüm stratejiye turp sıktı!

Mesele de burada patlak veriyor işte. Sonuçta bir şampiyonluk maçı ve acaba bu şampiyonluk maçında strateji hatası yapıldı mı? Fenerbahçe diğer yıllar gibi coşkuyla oynamalı mıydı? Öne geçseydi bunu maçın sonuna kadar koruyabilir miydi? Aynı maçı tekrar imkânı olmadığı için pek tabi ki bu soruların da cevabı yok. Belki şuna cevap bulabiliriz: Aykut Kocaman gelecek adına umut verdi mi?

İnönü'deki Beşiktaş maçında da Aykut Kocaman maç içerisinde oyuncularına sürekli sakin olun, ayağa oynayın, gelişi güzel uzun top atmayın talimatı verdi. Daum ve Zico döneminde benzer şekilde oynayan Fenerbahçe yetenekli ayaklarını çokluğu sebebiyle genellikle sonuca gitti. Daum Avrupa Kupaları'nda başarısız oldu çünkü hızlı oynadı, kendisine denk veya daha iyi takımlar yüksek tempoda sarı lacivertlileri yere serdi. Zico Avrupa Kupaları'nda başarılıydı çünkü düşük tempoda oynuyordu, yetenekli ayaklarla sonuca gidebiliyordu ama ligde de yeterince hızlı oynatamadığı için sahaya zaten 1 puanla çıkmış rakibinin etten duvarını kimi zaman da aşamıyordu.

Aykut Kocaman'ı daha Avrupa Kupaları'nda izleyemedik (ilk senesini hariç tutuyorum çünkü kısa zamanda takıma mantalite uygulanamaz ve dolayısıyla Aykut Kocaman takımı izlemiyorduk). Bu sezonun da açıkçası saha içini konuşamadık, çünkü maçların büyük çoğunluğu duygusal açıdan oynandı. Lakin bazı maçlardan bazı ip uçları kapabildik. Yönetimin, özellikle de başkan Aziz Yıldırım'ın da desteğini arkasına alan Aykut Kocaman ve teknik ekibinin yapılacak transferlerle birlikte gelecek sene neler ortaya koyabileceğini merakla bekliyorum.

20 Nisan 2012 Cuma

Aykut Kocaman ve altyapı

Dün, Nike Premier Cup U15 Türkiye Şampiyonası Süper Finali kura çekimine gittim. Orada Fenerbahçe antrenörü Engin Kabaş'la görüşme fırsatı buldum. Takımın durumunu sorunca ilk Aykut Kocaman'dan başladı söze...
Aykut Kocaman'ın gelmesi Fenerbahçe'de altyapıya inanılmaz tesir etmiş durumda. İki yıldır ne zaman altyapı meselesi hakkında birşeyler okusam, dinlesem, konuşsam en başta Aykut Kocaman'ın adı geçiyor. Gençler 'Aykut Hoca gelince oynayacağımıza inancımız arttı' diyor, hocalar da 'Aykut Kocaman'ın gelmesiyle destek arttı" diyor.

Bu son derece sevindirici ama bir gerçek de var ki Aykut Kocaman hala bir genci takımın içine sokamadı. Evet, kadroda var, olmak zorunda zaten ama rotasyonda bulunan yok! Geçen sezon Okan Alkan vardı, bu sezon Kayserispor'a verildi. Orada ancak takımın rotasyon oyuncusu oldu. Bu sezon Gökay İravul başlada forma şansı buldu ama o da sonradan kesildi.

Altyapı oyuncularının kiralık giderek kendilerini pek de geliştireceklerine inanmıyorum. Örnekleri de çok yok zaten. Hepsi özel ilgi istiyor. Fatih Terim bu sezon bizzat kendisi ilgilendi. Emre Çolak, Semih Kaya ve Aydın Yılmaz geçen sezonki görüntüsüyle ancak Süper Lig'de herhangi bir takımda belki oynar belki oynamaz (Semih Kaya'nın ikisinden de daha çok ümit verdiğini belirteyim) görüntüsü veriyordu.

Hazır sözleşme desteğini almışken ümit ediyorum ki Aykut Kocaman daha da fazla ilgilenir altyapı ile. Ne kadar iyi olduğunu bilmem ama kötü bir altyapımızın olmadığı kesin. geçen sezonki u15 yakımından 8 oyuncu milli takımda oynuyormuş. Bu sezon da henüz açıklanmadı ama Engin hocanın tahminine göre 7-8 oyuncu milli takıma seçilebilir.

Bu arada 2-3 hafta önce Cristian izin gününde kendi isteğiyle A2'nin maçına gitmişti. Engin hocaya onu da sordum, maçlara, antrenmanlara pek giden futbolcu olmuyormuş. İki haftada bir her yaş kategorisine birer oyuncunun ziyarete gidebileceği bir sistem oturtulabilir.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Süper Final Özel

Bu hafta ekip olara Hayatım Futbol'u Süper Final'e özel hazırladık. İlk 8'deki takımların hepsini tek tek inceleyerek nasıl buraya geldiklerini ve nereye gidebileceklerinin yorumunda bulunduk. Ayrıca Noat Samisa, 1962/63 sezonunda uygulanan ilk play-off'u, Flying Dutchman da dünyadaki play-off örneklerini yazdı. Bense Sivasspor'u yazdım. Yiğido pek umut vermiyor ama Rıza Çalımbay, Türkiye Kupası'ndaki maçta yaşadığı hezimetin dersine iyi çalışırsa herşey olabilir.

Okuyunuz, okutunuz:

http://www.hayatimfutbol.com/

12 Nisan 2012 Perşembe

Semih oynamalı

29 yıldır Türkiye Kupası'nı kazanamayan Fenerbahçe hasretini 30 yıla çıkaracaktı ki sahneye Semih çıktı! En son 2 Şubat'ta Samsunspor deplasmanında oyuna giren 'nöbetçi golcü', iki ay aradan sonra Aykut Kocaman'ın son umudu olarak Kayserispor'a karşı bitime 8 dakika (!) kala şans buldu. Girer girmez de ceza sahasında etkili oldu, hem gol pozisyonu yarattı, hem kendi pozisyona girdi. Nitekim de uzatma dakikalarında Özer'in ortasına dokunan oydu, topu boş filelere göndermek Sow'a kaldı.

Aykut Kocaman'ın oyuncuları kadroya alış tarzı biraz farklı. İsimden öte başka şeylere bakıyor. Kocaman kriterlerini kısaca 'iş ahlakı' çervesinde özetliyor. Elbette gönül ister ki bir futbolcu kadroya girebilmek için antrenmanlarda kendini yırtsın, kaybettiği formasını geri kazanmak için herşeyini ortaya koysun. Ama bir şekilde de bu adamlara şans vermek, umut aşılamak gerekiyor.

Semih, süzme golcü. Adam golü kokluyor. Atamasa da ortalığı karıştırıyor, arkadaşları pozisyona giriyor. Evet, sezonun ilk devresinde kötüydü ama ikinci devrede de bu kadar arka plana atılacak bir isim değildi. Profesyonel kariyerinin tamamını Fenerbahçe'de geçirmiş Semih şansı hakediyor. Zira yapabileceklerini biliyoruz.

19 Şubat 2012 Pazar

5'e gitti 10'a geldi


Hırvatistan maçı sonrası Türkiye'ye bile geri dönmeden arkasına teneke bağlayarak yollamıştık Hollanda'ya Hiddink'i. Senelik 10 milyon avro'ya anlaştığı Anzhi ile top başı yapmış Hollandalı teknik adam. Hem de Antalya'da. En ufak sallantıda teknik direktörün kazandığı parayı yazmak, bunun üzerinden bel altı vurmak, yanına şu kadar ekmek alınır diye gazeteye kutu yapmak adetimiz maalesef. Tesadüf bu ya o arkasına teneke bağladığımız adam bizden aldığının 2 katını alarak Türkiye'ye tekrar ayak bastı.

6 Şubat 2012 Pazartesi

İdareten galibiyet


Kötü maçtı. Takımla sadece 2 idmana çıkmış olan Sow'un ilk 11'de başlaması da hataydı. Senegalli ile bir ver-kaça girilmedi mesela. Bienvenu ile başlanabilirdi. Bienvenu deplasmanlarda kötü eyvallah ama Şükrü Saracoğlu'nda büyük koz. Mücadelesi ile defansı yıpratır, arkadaşlarına da koşu yolları açabilirdi.

Aykut Kocaman'ın derbi performansını beğenmedim diyeceğim ama bir bakıma da eli kolu bağlandı. Emre ve Gökhan'la 2 değişiklik hakkı kullanmak zorunda kaldı. maç 1-1'e gelseydi neler olurdu merak ediyorum. Şöyle ki 0-0'ken kontra ataklarda sıkıntı yaşadık. Beceriksiz Beşiktaş hücumcuları etkili olabilselerdi mağlup ayrılabilirdik.

Stoch son haftaların en formda ismi. Zamanla çok daha iyi olacak, o gelişimi gösteriyor lakin papaz her zaman pilav yemez. Hareketleri çokça ezber. Aman dikkat diyorum, bir kaç yıl sonra Hasan Şaş'ı izliyor olmayalım sakın.

Bir sürü eksiği olan Beşiktaş karşısında Fenerbahçe idareten kazandı. Galatasaray derbisi böyle olmaz. Play-off'lar hiç böyle olmaz. Sow'un bir an evvel takımla uyumlu hale gelmesi lazım. Bugün attığı gol de bu süreci hızlandırabilir.

Fenerbahçe 2 - 0 Beşiktaş
14' Yobo
90' Sow

2 Şubat 2012 Perşembe

Alex'siz denemeler


Eve gelip maçı açtığımda dakikalar 15'i gösteriyordu. O dakikaya kadar ne oldu, nasıl gol atıldı hiç bir fikrim yok. İzlediğim süre boyunca Fenerbahçe'nin ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalıştım durdum. Ne var ki hiç birşey de anlamadım.

Aykut Kocaman bazen fanteziye fazla kaçıyor, ezberi bozuyor. Oysa yıllardır giden bir düzen var. Alex'in dinlendirilmesi gerekiyorsa -ister sevin, ister sevmeyin- Özer'in forvet arkasında oynatılması gerek. Stoch'un Bienvenu ile oynamasının pek de mantıklı bir açıklaması yok. Benim aklıma Nihat-Kovaçeviç işbirliği geliyor ama ne Stoch'tan Nihat olur, ne de Bienvenu'den Kovaçeviç.

Bir şeyler denenmez mi? Evet denenebilir ama artık deneme dönemleri geride kaldı. En kısa yoldan 3 puana erişmek düşünülmeli.

Miroslav Stoch, takıma geldiği günden beri en verimli futbolunu oynuyor. Lakin Alex'in yerine Bienvenu ile oynuyor olması onun doğasına da aykırı. Sol tarafta koridoru kullanmaya alışmış olan Slovak oyuncu, daha ortada olunca sağa sola koşturdu durdu. Hele ki ilk yarı boyunca bir an durduğunu görmedim. Zaman zaman toplar da kaptı ama onun yapması gereken pres daha çok hücum hattında rakibin oyun kurmasını engellemek adına olmalı.

60'ta Alex girdi, takım düzelir dedik, tık yok.Çünkü yine bir maceraya girişildi, Caner Erkin sağ açığa çekildi. Sol kanatta bugün pek faydası olmayan Caner'in sağda hiç mi hiç faydası olmadı.

Fenerbahçe koca 90 dakika yeni kurulmuş bir takım kıvamında oynadı. Oyuncular ve hatlar arası iletişim birbirinden çok kopuktu. Koşu yoluna atılan paslar ya geriye ya da çok öne düştü. Böylesine hatları birbirinden kopuk ve oyuncularının birbirlerinden bi haber futbolu 3 puan getirseydi sürpriz olurdu.

Galatasaray'ın evinde 2 puan bıraktığı haftada Fenerbahçe'de mağlup olarak 1 puan daha geriye düştü. Özellikle rakibin durup dururken kaynamaya başladığı şu dönemde sarı-lacivertlilerin ipleri eline alması gerek. Pazar günkü derbide beraberlik kurtarmaz, telafi için kazanmak şart.

Samsunspor: 3 - 1 : Fenerbahçe
Stoch 5'
Gekas 41'
Gekas 70'
Gekas 75'

31 Ocak 2012 Salı

Karın fotoğrafı uzaktan hoş gelir


İstanbul gibi bir yerde oturuyorsanız karı sevmeniz için işsiz güçsüz, manzarası güzel bir evde oturuyor olmanız gerekmekte. Çalışıyorsanız, illallah edersiniz, hatta nefretle anarsınız. Hergün bir yerlere koşturan benim gibiler için karlı günler çok zor. Güzide şehrimiz son 30 küsür yılın en soğuk günlerini yaşıyormuş. Daha soğuk yer de gördüm ama İstanbul bu sene biraz fazla abarttı karı. Temennimiz bir an evvel durması.

Karı sadece benim gibiler değil, yeşil çimleri gerektiği kadar yeşil göremeyen futbolcular da sevmez. Sağolsun hakemlerimiz yoğun fikstürün de etkisiyle maçları tehir etmek yerine en ağır şartlarda bile karşılaşmaları oynatıyor. Hele ki zeminleri artık çimden bile sayılamayacak hale gelen Bank Asya 1. Lig ekipleri çatur çatır maçlara çıkıyor. İkinci ve üçüncü lig kulüplerini düşünemiyorum bile ne şartlarla maçlarını oynuyorlar.

Salı (yani dün, belki bugün ben bu postu belirsiz bi saatte atıyorum) oynanması gereken Parma-Juventus maçı Çarşamba gününe tehir edilmiş. Hani başlıkta dedik ya karın fotoğrafı uzaktan hoş gelir; Ennio Tardini de beyazlar için de hoş olmuş.









26 Ocak 2012 Perşembe

Güzel Adam Carvalhal




Beşiktaş'ın Teknik Direktörü Carlos Carvalhal, bu yıki kokuşmuş futbolumunuzun en güzel adamı benim için. Takımının Gaziantepspor maçında uzatma dakikalarında attığı gole çılgınlar kadar sevinen Portekizli kulübesinden fırlayarak köşe gönderindeki gol sevincine ortak olmuştu. Carvalhal'in attığı o depar yüzünden arka adalesinde yırtık meydana gelmiş.

Tabi gol sevinci olsunsun, sempatikliği olsun adam bize güzel geliyor gelmesine de bence teknik direktörlüğü de fena değil. Kadrosu şişkin Beşiktaş'ı gayet de güzel idare ediyor.

Hayatım Futbol'a gönlümden koparak bir Carlos Carvalhal karalamışlığım vardı. Yeri gelmişken onu da ekleyelim:
http://www.hayatimfutbol.com/index.php/2012/01/bizim-carlos/

not: Bu arada yırtık oluştuğuna dair haber dha'nın.

21 Ocak 2012 Cumartesi

Erken gol, rahat maç

Kadrolar açıklandığında santraforsuz Fenerbahçe’nin Galatasaray maçında olduğu gibi 4-3-3 dizileceğini düşünüyorduk ama 4-2-3-1 dizilmeyi tercih etti Aykut Kocaman. Klasik geri dörtlünün önünde Cristian ve Emre, sağda Mehmet Topuz, solda Caner, forvette Alex ve arkasında Stoch…

Maçın başında Çubuklu’nun sahada daha çabuk hareket ettiği göze çarpıyordu ki 10. dakikada hiç beklenmedik bir anda kaleci Navarro büyük bir hata yaptı. Alex’in hafif tempoda idareten yaptığı preste golü atması da çok ilginçti.

Ekstradan gelen gol ve Fenerbahçe’nin istekli oyuna Kayserispor uzun bir süre karşı koyamadı. Önceki maçlardan farklı olarak hem Cristan’ın hem de Emre’nin rakip yarı alanda prese katılması sarı-kırmızılıları çok bozsa da Fenerbahçe, hücumda pas alışverişlerinde hata yaptı. Bulunan 2 pozisyonda da kaleci Navarro iyi çıkardı.

İlk yarının son 15 dakikasında ise Kayseri baskıyı kırdı. Fenerbahçe kendi yarı alanından çıkmakta zorlanırken, zaman zaman da pozisyon verdi.

İkinci yarıda Caner ile Stoch yer değiştirdi. Göbekte oynayan Stoch yılların verdiği alışkanlıktan olsa gerek içgüdüsel olarak sık sık sola kayıyordu. Bu değişiklik Fenerbahçe’ye akıcılık kattı diyebiliriz.
Defansif olarak Cristian ve Emre’nin hücuma çıktığında arkada bıraktığı boşluk problem olmak üzereydi ki 67’de Alex’in penaltısı geldi. Her ne kadar Stoch’un içeriye çevirdiği topta penaltı oluşsa da pozisyonun esas oluşumu Alex’in ara pasındaydı. Sonrasında sinen Kayserispor’a karşı Fenerbahçe daha rahat bir futbol sergiledi. Stoch’un artık klasikleşen sol taraftan aldığı topla önün boşaltıp attığı gollerden biri daha gelirken, 90’da Bienvenu perdeyi kapattı.

Neticede kazanılan 3 puan ve 4 gollü galibiyet moral açısından çok iyi lakin Alex’in en uçta oynadığı 4-2-3-1’i tartmak adına yanlış bir maç. Erken gelen gol işleri kolaylaştırırken, esas olarak zorlu bir mücadelede Fenerbahçe’nin tıkandığı andaki kilidi nasıl açmaya çalıştığını gözlemek gerek.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Lefter'e saygı

Uzun zamandır bloga yazmıyoruz ama Lefter bu dünyadan göçüp gidince iki kelam etmek gerekir.

Bir sürü üstad varken Lefter Küçükandonyadis'i anlatmak benim haddim değil lakin Fenerbahçe taraftarı olarak yönetimden 2 tane isteğim var.

Birincisi; 10 Şubat 2008'de Manchester United, Busby'nin Bebekleri olarak anılan kadronun uçak kazasına selam göndererek o gün kullanılan formayı giymişti. Pazartesi günü Manisaspor'la oynanacak olan mücadelede Fenerbahçe Futbol Takımı, Lefter Küçükandonyadis'in giydiği formayı giyerse çok anlamlı olur.

Hali hazırda zaten Feneriumlar'da bu formalardan satılıyor. Yeri gelmişken de yönetime formaları %50 indirime soktuğu için de teşekkür edelim. Ben haberi aldığımda netten satışı bitmişti.

İkincisi ve en önemlisi; Şükrü Saracoğlu olan stadımızın isminin Lefter Küçükandonyadis Stadı olarak değiştirilmesi... Bir kaç kişi bu öneriyi ortaya attığında pek itibar etmedim çünkü değişeceğine pek ihtimal vermiyordum. Ama bu konuda taraftarın sosyal medyadaki isteği beni umutlandırdı. Keşke değişse, keşke bizler Fenerbahçe Lefter Küçükandonyadis Stadı'nın yollarını arşınlasak.

Futbolda yönetici kısmı bugün var yarın yok. Elbette tarihe geçen büyük başkanlarımız da var lakin sahaların gerçek efendileri futbolculardır. Zemindeki tozu, toprağı yüzlerce kez yutmuş, yetmemiş, yüzlerce kez de rakiplere daha fazlasını yutturmuş Lefter Küçükandonyadis bunu hakediyor. Milli Takım meselesine girmemize bile hiç gerek yok. Sadece Fenerbahçe'ye kattıklarıyla bunu hakediyor.

İleride çocuklarımız Şükrü Saracoğlu kimdir diye sorduğu zaman anlatılır edilir ama malumunuz meseleyi de -yazmaya elim varmıyor- es geçmeyiz. Onu anlatmaktansa Lefter'i anlatayım daha hayırlı.

Umarım yönetim taraftarın 'Fenerbahçe Lefter Küçükandonyadis Stadı' isteğini dikkate alır.

7 Ocak 2012 Cumartesi

...