30 Nisan 2008 Çarşamba

o na değilde buna varım


tv de bu aralar bi ''var mısın yok musun'' çılgınlığı var. zannedersem hergün yayınlanıyor. en azından ne zaman show tv yi açsam bu yarışma programını görüyorum. bir gün uzun bi süre izledim. hepsini olmasada %80 lik bir kısmını izledim yani. yarışma demeye dilim varmıyor. 20 küsür insan birleşmiş bir sevgi çemberi oluşturmuş. birbirleri için iyi dilekler dileyip, dua ediyorlar. nerde hırs, mücadele, kazanma azmi. başkasının aldığı paradan sana ne arkadaşım. küçük çıktı diye havaya zıplanmazki. heralde programı izlenir kılan da bu tür davranışlar. benim gibi bir kütüğü o programa yarışmacı yapmazlar. mesela talento gelse ''abi yarışmadan 100.000 ytl kazandım'' dese, ''valla mı lan. ne ballı adamsın. bana bişiler alsana'' derim.


böyle bir yarışmada sizin favoriniz küçük çıkarmaksa, benim favorim nurçin'dir. yönetmenin favorisi de heralde nurçin ki sık sık ekrana getirmekten çekinmiyor.

29 Nisan 2008 Salı

kız babası olmak

Bir adam düşünün. şöyle 40-45 yaşlarında. boyu 1,80 den az olmasın. kilosuda 90 civarı yeterli. kocaman pazuları olsun. kodummu oturtan bir görüntüsü olsun. samsun 216 veya tekel 2000 müdavimi olsun. cebinden tesbihi de eksik olmasın. bunun yanında herkes ona sevgi ve saygı duysun. duyduğu saygının sebebi de bu adamdan korkmak olsun. hatta patronu bile bu abimize diğer çalışanlarına davrandığından daha bi mesafeli davransın.

işte bu abimiz yıllar boyu insanlara olan yaklaşımıyla, oluşturduğu fiziksel görüntüsüyle, oturuşuyla, kalkışıyla sert adam karizması oluşturuyor. gel gör ki bu abimizin tek bir kızı var. yıllarca üstüne titriyor ve tabi ki sevgiyle büyütüyor.

bu abimiz akşam vakti koltuğunun altına sıkıştırdığı çiftli ekmekle işten eve dönüyor. komşularına da aynı karizma ile selam veriyor. anahtarı deliğine sokuyor ve kapıyı açıyor. kızı da gelip ''babişkooooovvvmmm gelmişşşş'' diyerek babasına sarılıp öpüyor. abimizde ''dur deli kız hehehe. hele şu masayı hazırlada yemeğimizi yiyelim'' diyor elbette. bunca yıllık karizmaya ne oldu? peki bu sahneyi görenler abimiz hakkında ne düşünür. heralde ''nusret abiyi böyle bilmezdik bee'' diyerekten eski saygıyı göstermezler. kız babası olmakta böyle birşey olabilir.

27 Nisan 2008 Pazar

marco materazzi


yıllar önce cm'de milan'ı yönetirken küme düşen takımların topçularına göz koymuştum. torino kaptanı marco materazzi göze çarpan tek oyuncuydu. tuttum kolundan san siro çimlerine saldım kendisini. sonra milan save li dosyadan sıkılınca sildim ve materazzi de onunla birlikte tarih oldu o an benim için. aslında ben onu yazılarla san siro ya getirirken inter onu giuseppe meazza'ya getirmişti bile. daha çok göz önünde olunca saha içi çirkeflikleri, hırsı, mücadelesi ön plana çıktı. aşağıdaki linkde materazzi'nin top5 hayvanlıkları bulunuyor.


Ada'dan Derbi İzlenimleri

Bugün televizyonda derbiye dair programlardan birini izliyordum. Programda bir Irish Pub'daki İngilizlerden derbi yorumları alınıyordu. Bana göre enteresan olan birkaç şey vardı. İlki yorum yapan İngilizlerin Galtasaray-Fenerbahçe derbisi ile ilgili söyleyecek çok şeylerinin olmasıydı. Bir tanesi Galatasaray'ın maçı 1-0 kazanacağını, golü de penaltıdan atacağını söylüyordu. Neden olarak da, Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi ancak böyle yenebileceğini öne sürüyordu. Bir başka futbolsever ise derbide Galatasaray'ı desteklediğini ve şampiyonluğu onların kazanması istediğini söylüyordu. Neden olarak da "Fenerbahçe, Türkiye'nin Chelsea'si. Bunun için de kendilerine saygı duymuyorum." diyordu. Benim en çok ilgimi çeken bu oldu. Çünkü dışarıdan Fenerbahçe'nin bu şekil bir intiba kazanacağını hiç düşünmemiştim. Ama genel olarak şunu söyleyebilirim ki -en azından röportaj yapılan- İngilizler çoğunlukla Galatasaray'ı şanslı buluyorlar.

Konu Fenerbahçe - Galatasaray rekabetinin İngiliz derbileriyle kıyaslanmasına gelince ortaya 2 görüş atılıyordu. İlki bu derbinin İngiliz derbilerinden çok İskoçya'daki Celtic - Rangers rekabetine benzediğiydi. Yani olayın sadece aynı şehir takımı olmasından geçmediği. İkincisi ise bana göre nispeten daha gerçekçi bir yorum. Liverpool taraftarı genç, Türkiye'de büyük takımların sezonun büyük bir bölümünde küçük takımlara karşı oynamalarından ötürü bu derbilere hasret kaldıklarını ve buna bağlı olarak bu derbilerin oynanacağı günlere gereğinden fazla mana yüklendiğini öne sürüyor.

Bahsi geçen programda benim için enteresan olan bir diğer olay da röportaj yapılan yabancıların çoğunun Beşiktaş sempatizanı olmasıydı. Çekim Liverpool-Chelsea maçının öncesinde yapılıyordu, Beşiktaş sempatisi de kısmen buna bağlanabilirdi. Ama yine de garip geldi bana.

Sonuç olarak İngilizleri bir yana bırakırsak ben Fenerbahçe'yi sonuca daha yakın görüyorum. Maçın stresini kaldırabilen taraf maçı kazanır ve bence bu Fenerbahçe olur. Teknik yoruma girmeden 'derbilerin favorisi olmaz'a bağlıyor ve saygılarımı sunuyorum...

OSJB



'' 2001 yılında gebze'de hesapsızca kurulan grup. ümit ve sencer adında 2 arkadaş müzikle tanışmalarının hemen ardından amatörce kayıtlar yapmaya başladılar. daha sonra bu kayıtlarını osjb adı altında birleştirerek kendi tarzlarını oluşturdular. grup 2003 yılında libadiye'ye taşındı ve orda kendilerini bulacakları libadiye® sound'u yakaladılar. gebze'de kaydettikleri "live in home sweet home" adlı ilk albümleri 3 sattı. daha sonra libadiye'de ilk single çalışmaları olarak "hobbit"i kaydettiler. kısıtlı çevrede dinleyiciyle buluşan bu çalışmanın ardından 2. albümleri olarak 2005 yılında ddy kayıtları tamamlandı. konsept içeriğe sahip bu albüm, dünya tarihine geçmiş 4 tarık'ın dramlarını ele alıyordu. ddy sonrası grup çalışmalarına bir süre ara verdi. bu süreçte okul ve farklı projelerden ötürü grup fazla ürün veremedi. son olarak 2008 şubat'ında "etten ve kemikten" adlı albümlerini kaydeden grup hala yaşadığının müjdesini sevenlerine verdi. ''


grup kendilerini böyle tanımlıyor. sanatla uğraşmak güzeldir. bu insanlarda güzel insanlar. seviyoruz kendilerini. şu an da ''penbe'' adlı şarkıları ''üniversitelilere özel toyota yarisfest'' şunmuş bulunuyorlar. girip bol bol puan vermek gerekli arkadaşlara.


burdan oy veriniz

Buradan Başlıyoruz...



Bir şekilde başlamak gerekiyordu ve bunu birinin yapması gerekti. O kişi de sanırım ben oldum. Şu andan itibaren kendimi bu bloga bağlayan imzayı atıyor gibi hissediyorum ve ilerleyen vakitlerde kalemim terden elimden kayana dek yorumlarımı paylaşmayı siz okuyuculara vaad ediyorum.

Önsözü atlama zevkini size yaşatmamak için kısa kesiyorum ve hoşbulduk diyorum...