30 Mart 2009 Pazartesi

Kıbrıs Günleri


Biraz müzik, biraz tatil maksatlı 1 haftalık Kıbrıs günlerinin başlangıcı bugün. Başka bir deyişle, siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olucam. Tabi o kadar yolu tek başıma gitmiyorum. Yanımda Ümit de olacak. Orada geçireceğimiz 1 haftada iyi bir şeyler çıkarsa kaydetme niyetindeyiz. Dediğim gibi iyi bir şeyler olursa buradan paylaşırım, olmazsa silme hakkımız saklı. Fırsatını buldukça yazmaya çalışıcam. Görüşmek üzere...

29 Mart 2009 Pazar

İspanya 1 Türkiye 0


İmkansız değildi öncelikle. Sahada oynanan oyuna bakıldığında alacağımız bir galibiyet de beraberlik de mağlubiyet de tesadüf olmayacaktı. En azından yediğimiz gole kadar durum buydu.

Takımda korkulan bölge olan defans hattı üzerine düşeni yaparken güvenilen kale orta saha beklenen oyunu sergileyemedi. Bunda Emre Belözoğlu ve Arda Turan'nın kötü oyunu etkiliydi. İlk yarıya beklediğim gibi hızlı başladık. Top ağırlıklı olarak bizde kaldığı sürece az sayıda duran top haricinde pozisyon geliştiremedi İspanya. Oyunun bu bölümünü en azından bir gol ile değerlendirebilsek, hem ikinci yarıda seyir zevki yükselirdi, hem de elde edilen özgüvenle beklenmeyen bir galibiyet alınıp 1'e 9'a yürüyen iddaacılar sevindirilebilirdi.

Tabi her şey hırsla, istemeyle, inanmayla olmuyor. İkinci yarıda futbolun gerçekleri konuştu ve top daha çok teknik oyuncularla haşır neşir oldu. Yüksek oranda isabetli pasla topu dolaştıran İspanya, takımımızın kara deliği olan sol kanattan Sergio Ramos'la sıklıkla boşlukları yoklama yoluna gitti. Çok kez de bu yolla hedefe yaklaşır oldu. Yediğimiz gol duran top da olsa yine bu kanattan geldi. Defansta Emre Aşık ve Hakan Balta birbirlerine gayet alışmışlar, bana göre oldukça iyi oynadılar. Gökhan Gönül beklenildiği kadar atağa destek veremedi. İbrahim Üzülmez ise Arda'yla beraber kanadı dolduramadı. Ama yine de elinden geleni yetenekleri dahilinde yaptığı için ona da kusur bulmamak lazım. Orta sahamızın sorunu, defansa olduğu kadar forvete yakın oynayamamaktı. Oyunda kaldığı sürede Semih bu aradaki boşluğu doldurmaya çalışsa da Emre'den yeterli desteği alamadığı için tam bir köprü kuramadı orta alanla forvet arasında. Rakibin pas isabet başarısı karşısında Aurelio kendi ortalamasının altında top kazandı ama takımın kötülerinden değildi yine de. Nihat ilk yarıdaki hızlı çıkışlarda İspanya defansının arasına sarkmayı denedi. Ama ileride tek kaldığında orta sahayla bağları tamamen koptu. Golü yedikten sonra İspanya'nın oyun kontrolünü arttıramasıyla, bizimkiler ümitsiz uzun toplara sardı. Büyük maç tecrübe eksikliğine yoralım bunu da.

Gol atamadık, Rıdvan da bu boşlukta 2 kere "taç olur" bildi. Gün Sergio Ramos'un günüydü, muhtemelen maçın tekrarını ne zaman izleyeceğini hesap ederek ayrılmıştır staddan.

28 Mart 2009 Cumartesi

İmkansız?

27 Mart 2009 Cuma

Milli Casusluk


Haber Milliyet'ten. Real Madrid'in tesislerinde çalışan Türk Milli Takımı'nın antrenmanları kayda alınıyor ve Vicente Del Bosque'ye ulaştırılıyor, bu nedenle Fatih Terim idmanlarda oyun planı ve kadro hakkında ışık vermiyormuş. Hani olamaz mı? Çok mümkün ama sanmıyorum. Sonuçta bu imkan bütün ev sahibi ülkelerde var. Uygulamaya geçilecek olsa şu an için ihtiyaç duymayacak nadir takımlardan İspanya. Zira kadroları az çok belli kalıpta. Eksikleri de göz önünde bulundurunca kimlerin oynayacağı bir şekilde belli oluyor. Kaldı ki bizim de tek merak konusu bölgemiz defans hattı. Stoperde İbrahim Kaş mı oynayacak, sol bek İbrahim Üzülmez mi olacak? Del Bosque bu ihtimallere karşı önlem paketleri hazırlıyorsa bilemem tabi.

Maradona Paraları Yolda


Arjantin Hükümeti, yeni basılacak banknotlara turistik amaçlı olarak Diego Armando Maradona'nın resmini basmayı planlıyormuş. Arjantin'in dünyada tanınan yüzü olarak Maradona çok absürd bir seçim sayılmaz bana göre. Zaten daha önce Maradona imzalı paraları piyasaya sürmüştü Arjantin, geri dönüşünü ne derece aldılar bilmiyorum ama bu konuda niyetlerini perçinlemiş gibi görünüyor. Arjantin'in bütün dünyada ilgi uyandıran kişisi olarak Maradona resimli banknotların yabancı turistlerce ilgi göreceği tahmin ediliyor. Bence bu ilgi Maradona'nın ününün yanında spektakuler kişiliğinin de ürünü olacaktır. Zira banknotlara resmi basılan kişi Maradona değil de Pele olsaydı benim için çok ilgi çekici bir durum oluşturmazdı. Bütün bunların yanında Maradona için yüklü bir gelir kaynağı olacaktır bu proje. Daha önce imzasının basıldığı paralar için Arjantin Merkez Bankası'ndan 1 milyon Dolar almıştı. Bu sefer basılan Peso'ların hallice bir bölümünü alacak gibi.

Daha önce basılan Maradona imzalı Arjantin Peso'larından bir örnek.

26 Mart 2009 Perşembe

Lefter'e Vefa


Genellikle kaybettikten sonra gösterilirdi bu vefalar. Vefa sahibinin ruhu duyar mıydı bilmiyorum. Ama Grup CK sağolsun olması gereken zamanda başlamış "Lefter'e Vefa" çalışmalarına. Yoğurtçu Parkı'nın karşısındaki alana yapılması planlanan Lefter Heykeli için gerekli izinler Kadıköy Belediyesi'nden alınmış. Çalışmaları devam eden heykelle ilgili detaylı bilgiye ulaşmak isteyen veya destek olmak isteyen taraftarlar aşağıdaki linki kullanabilirler.


(Ön görülen açılış tarihi: 3 Mayıs 2009)

Zaman Aşımı


Beşiktaş, devre arasında Yusuf'u Bursaspor'dan transfer ederken, 600.000 Euro + Tuna Üzümcü + Aydın Karabulut karşılığında anlaşmıştı. Fakat Aydın'ın Bursa'ya gitmek istememesi sıkıntı yaratmıştı ve ilerleyen haftalarda durumun çözüleceği duyurulmuştu. Netice itibariyle Aydın ikna olmadı ve Beşiktaş'ta kaldı.

Kenan Öner ise durumla ilgili bir açıklama yapmış. Aydın'ı ikna etme işinin Bursaspor'a bıraktıklarını ama oyuncunun ikna olmadığını, bu durumda yapabilecekleri bir şey olmadığını söylemiş. Buna ek olarak Ali Tandoğan transferinde kolaylık sağladıklarını belirtmiş.

Olayın daha fazla teferruatını bilmiyorum ama bu olay, yıllar önce birkaç arkadaş onlie oynadığımız Football Manager oyununda sevgili Massimo'nun bana yaptığı bir keleği hatırlattı. Ben Barcelona'yı yönetiyordum, o da Milan'ı. Nesta'yı Barcelona'ya transfer etmek için pazarlıklar yapıyorduk. Sonuç olarak benden belli bir para ve Edmilson'u istemişti. Nedenini hatırlamıyorum ama takas olayına giremedik ve Edmilson'u $1m gibi bir fiyata önden gönderdim. Sonrasında Nesta'yı ikna turlarına başladım. Nesta ikna olmuyor bana gelmiyordu. Kendisinden Nesta'yı iknaya yardımcı olmasını istedim (o versiyonda benzeri durumlarda oyuncuya 1-2 ceza verince gitmek istiyordu). "Takımda huzursuzluk yaratamam, sen ikna et." dedi. Sonuçta Nesta ikna olmadı ve Edmilson Milan'a gitmiş oldu. Edmilson'u geri yollamasını söylediğimde "Bana lazım." cevabını aldım. O gün bugündür futbolun adaletine inanmıyorum.

25 Mart 2009 Çarşamba

Black Jean


Hiçbir zaman hak ettiği değeri göremeyenlerden...

100 Milyon Euro


Massimo Moratti, sezon sonunda ayrılmanın yolunu yapmaya başlayan Zlatan Ibrahimovic'in fiyatı açıklandı: 100 milyon Euro. Ben ederinde değilim, sonuçta şu an en tepede adı geçen 3 isimden biri kendisi. Ama sene sonunda gitme hesapları yapan bir oyuncu için, Manchester City'nin iştahını kabartmaya yönelik yapılmış bir açıklama olduğunu düşünüyorum. Sonuçta piyasada Buffon'a 75, Kaka'ya 120 milyon veren bir kulüp var. Bunun yanında Ibrahimovic'i alabilecek durumdaki diğer kulüplerin forvet ihtiyaçları göz önünde bulundurulduğunda göze ilk olarak Real Madrid çarpıyor. Sezon sonunda yine İngiltere'de Ronaldo turlarına başlayacak gibiler. Forvet için de yakın diyarlardan David Villa'yı yoklayabilirler. Kayıp yaşamamaları durumunda Barcelona, Chelsea ve Manchester United'ın bu mevkide bir ihtiyacı olmayacak gibi. Liverpool ise mutlaka Torres'e bir alternatif arayacaktır. Ama tercihlerinin Ibrahimovic olacağını sanmıyorum. İtalya içi bir dolaşım olmazsa bir sonraki durağı City gibi görünüyor. Zira sadece Robinho'yla büyük takım olunmaz. Mourinho her ne kadar Ibrahimovic'in kalacağını söylese de Moratti tedbiri elden bırakmamış. Sezon sonunda bir transfer olursa Premier Lig yönünde olsun isterim. Ibrahimovic'i bir de oralarda görmek fena olmaz.

23 Mart 2009 Pazartesi

25. Hafta


Lig tarihinin en enteresan sezonlarından birine tanık olduğumuz görünen köy. O enteresan sezonun belki de en enteresan haftası 25. hafta oldu. Şampiyonluğa (!) oynayan 5 takım var. Bu 5 takımdan ilk 2 sıradaki biribiriyle oynuyor. Bu 5 takımın maçlarında alınabilecek en fazla puan 12, en az 2. Fenerbahçe halay başıydı, mendili gören geldi. Şampiyonluğa oynayan 5 takımın maçlarından çıkan toplam puan: 2. Bu seferlik mi böyle denk geldi diyorum, geçen haftaya bakıyorum. Yine bu 5 takımın maçlarından çıkan toplam puan 5. Ağız tadıyla havlu bile attırmıyorlar adama.

Fotoğraf Cebit Fuarı'ndan. O günlerde Fenerbahçe havluyu çoktan atmıştı. Kupanın Samiyen'e gideceğini tahmin ediyoduk. Futbol enteresan oyun, bilemezsin ki Sivas'a kadar yolunun olduğunu. İlker askerde (asker dediysem Hudut Kartalı), kupanın adresi derin muamma, saçlar tekrardan uzamaya başladı. Futbol enteresan oyun dedik ya; Güiza İspanya, De Sanchis İtalya Milli Takımı'nda...

21 Mart 2009 Cumartesi

Kısa ve Net Fenerbahçe


Kötü filmler vardır. Kötü olduğu yetmezmiş gibi farklı memleketlerde tekrardan çekilirler. Tekrar çekildikleri de yetmez, bazı kanallar belli periyotlarda sıkılmadan yayınlarlar bu filmleri. Biz de başlangıcındaki birkaç aksiyona aldanıp izlemeye başlarız. Ortalarında sıkılsak da 1 saatimizi vermişizdir, izlemeye devam ederiz. Sonunda ise kendimize kızarız, hayatımızdan 2 saat gitti deriz.

Geçen hafta bu tip bir oyunun sergilendiği tiyatrodaydım. Oyuncular canlı canlı önümdeydi. Kötü sayılabilecek bir kurgu ve oyun vardı. Yönetmen oyuna "ruhunu" yansıtamamıştı. Dün de televizyonda benzeri bir film seyrettim. Olaylar önceki haftaya çok benziyordu. Maçın başında sizi ekrana bağlayan, umutlandıran ufak bir aksiyon. Sonrasında sabır testi dakikalar. Maçın sonunda ise kaçınılmaz sonuç, kurtarılması mümkün olmayan dakikalarda. Maça dair detayların çok önemli olmadığı bir haftadayız. Fenerbahçe'nin durumu çok daha önemli bir noktada şu an.

Sayısını hatırlamadığım lige havlu atmalardan birini daha yaşadı dün Fenerbahçe. Bugüne kadar hep biz havlu attık, diğerleri havluyu bizim üstümüze. Ama sanırım bu kez havluyu, geri gelemeyeceği kadar uzağa attık. Bu sezon için tek heyecanımız Türkiye Kupası ve yenilenecek sözleşmeler konusuna kaldı. Taraftarı tatmin eden yegane oyunculardan Lugano'nun gitmesi gündemde. Kulüp ise taraftarı fıtık eden onca oyunun peşinde, onlara dil döküyor. Kendi adıma şunu söyleyebilirim, 1-2 sene daha şampiyon olamamaya razı olurum. Fenerbahçe'yi kemiren vasıfsız oyuncuların tasfiyesi için gereken yapılsın yeter ki...

20 Mart 2009 Cuma

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final


İngilizler yine at koşturuyor. Belki birkaçı birbiriyle eşleşir diye umuyordum. Nispeten kolay takımlarla eşleşmeleri bir yana, tek İngiliz eşleşmesi de kabak tadı veren Liverpool - Chelsea oldu. 4 maçtan en çok ilgimi çeken Barcelona - Bayern München maçı olacak. Kuranın tek sevindirici yanı ise beklenen Manchester United - Barcelona finalini engelleyen bir çakışma olmaması. Sonuna kadar gidebilirlerse iki takım finalde karşılacabilecek.


Yarı final eşleşmeleri ise şu şekilde olacak;

Manchester - Porto & Villarreal - Arsenal

Barcelona - München & Liverpool - Chelsea

UEFA Kupası Son 8


Fransızlar ve Almanlar'ın çekişmesi götürüyor UEFA'yı. Araya 2 Ukrayna takımı kafayı soksa da çok heyecan vermiyor. Ruslar bu turda veda etti. 1 İtalyan, 1 İngiliz de numune olarak yola devam ediyor. Kupa için favorim Marsilya, plase Bremen.




Çeyrek Final Eşleşmeleri:

Hamburg - Manchester City
PSG - Dynamo Kiev
Shakhtar Donetsk - Marsilya
Werder Bremen - Udinese

Galatasaray 2 Hamburg 3


Türk gibi başlayıp Alman gibi bitirmek...

19 Mart 2009 Perşembe

Gol Arsızı


Başlıktaki tabir bir oyuncu için sarf edilecekse, bu oyuncu ne Tanju'dur ne Gerd Müller'dir bana göre. Ünvanın en bariz sahibi Filippo İnzaghi'dir. Gol atmaktan herkes zevk alır ama bu adam kadar önemseyenini görmedim henüz. O'nun için atılanın "gol" olması önemlidir. Neye yaradığı veya neye benzediği önemli değildir. Takımı 5 farkla öndeyken 90. dakikada boş kaleye attığı golden sonra kendini parçalama potansiyelindedir. Arkadaşlarının gözünde biraz 'görgüsüz' bir intiba bıraksa da kızamayız kendisine. Zira bugünden sonra atılan goller kendisi için daha bir önem kazandı. Geçtiğimiz haftasonu kariyerindeki 300. golü attı. Ama daha önemlisi 19 gol daha attığı takdirde Roberto Baggio'nun 318 gollük rekorunu kırarak "En Golcü İtalyan Futbolcu" ünvanını alacak. Milan'la 1 senelik sözleşmesi, dolayısıyla kendince yeterli zamanı var. Tabi yaşının da 36'ya dayandığının farkında. Bunun için sağlınına ne kadar dikkat etmesi gerektiğini de dile getirmiş. Milan'ın üst düzey bir forvet transfer etme planları muhtemelen keyfini kaçırıyordur Inzaghi'nin. Bu nedenle henüz bitmemiş sezonun son 10 haftasında bu 19 golün hatrı sayılır kısmını atması lazım. Her ne kadar antipati toplayan bir futbolcu olsa da saygıyı hak ediyor bu yaşta atmaya devam ettiği gollerle.

Vatikan Yerel Seçimleri


“İki yıl önce Beşiktaş bana oldukça cömert bir kontrat önermişti. Ancak Türkiye'deki ortam dini inançlarıma zarar verebilirdi. Tanrının planlarında benim oraya gitmem yoktu ve bu transfer gerçekleşmedi. Torino'da her gün dini vazifelerimi yerine getirebileceğim bir yerde olduğum için son derce mutluyum.”


Bu sözler Nicola Legrottaglie'nin, La Stampa'ya verdiği röportajdan. Konu nerelerden dolandı da bu muhabbete geldi bilmiyorum ama her halükarda enteresan. Ne için böyle bir açıklama yapmış olabilir diye düşünüyorum, iki neden geliyor aklıma. Birincisi, Beşiktaş'a gitmeyerek doğru bir karar verdiğini ispatlama ihtiyacı duymuştur, ki bunu ispatladığını sanıyorum. İkincisi ise bir yerel seçim hazırlığı. Dini kesimin oylarını hedefleyerek yapılmış bir açıklama olabilir. Üçüncü bir neden gelmiyor aklıma. Belki de Türkiye'de sadece İranlı ve Mısırlı yabancı futbolcuların oynayabildiğini sanıyordur. Sadece İstanbul'da 100'den fazla kilise olduğunu bilmiyor tabi...

18 Mart 2009 Çarşamba

kısa kısa



- yeni bir çarşı günü ile herkese selam yolluyorum. (her an çarşı karışabilir hızlı yazacağım)

- bu aralar keyifliyim. çünkü o berbat karakoldan kurtuldum. sürülmezsem askerlik bitene kadar (çünkü buraya gelmemin sebebi 2 kısa dönem askerin bizim karakola sürülmesi) bölük merkezinde askerliği bitireceğim.

- aslında bölük merkezi çok da farklı değil karakoldan. iki artsı var. bunlardan birincisi 1 tane ankesörlü telefonun bulunması. 2. ise hergün ağrı dağına tırmanmamak. onun dışında nöbet olayları coğrafi zorluklar aynı. yine sınırda nöbet tutuyorum.
- yukarıdaki resim hangi aya ait bilmiyorum ama şu an dağ eteğinin en altına kadar kar var. sıcaklık -5 ile 5 derece arasında gidip geliyor. geceler -10 u buluyordur belki.
- en son fenerbahçe - uşak maçının 60 dakikasını izledim canlı olarak. birde geçen hafta kocaeli maçının 45-50 dakikalık bir bölümünü banttan izledim. kötü sinyaller veriyor gibiyiz.

- nöbette cep telefonu ile konuşurken dikkatli olmak gerekiyor. kampüscell den kampüscell arıyorum diye kampüscell den iran üzerinden türkcell'in aranma ihtimali var.

- şu an yanımda simetri hastası bir mal var. devamlı klavyemi düzeltip duruyor. Türkiye'nin en doğusunda bile beni bulabiliyorlarya helal olsun.

- atarsa 60...

16 Mart 2009 Pazartesi

Trabzonspor 2 Galatasaray 2


Üç ihtimalin de birbirine yakın olduğu maçlardandı. Maçtan hangi sonuç çıksa hakkıyla olacak gibiydi. İki taraf da galibiyete yakındı, bu nedenle çıkan sonuç çok şaşırtıcı olmadı. Tabi dengeleri bozan ve bu durumu hatalarıyla dengeleyen bir de hakem vardı. Yunus Yıldırım oyunu sürdürmek adına, çok sayıda faulü atlayan bir hakem. Aşırı ağır bir durum olmadıkça faul vermeye yanaşmaz bu nedenle. Hatta yine bu nedendendir ki maçlarında en az penaltı noktasına giden hakemdir kendisi. Öyle ki bu sezon penaltı çalmamış bile olabilir, denk geldikçe takip ettiğim bir şeydir bu çünkü. Herneyse, Yunus Yıldırım bugün maçın seyrine etki edecek hatalarını erken vakitte çokça yapmaya başlayınca kontrolünü kaybetti ve tekrar toparlanması mümkün olmadı. Bu nedenle iki taraf da hakemden şikayetçi oldukları noktalarda haklıdır.

Oyuna gelirsek, dediğim gibi iki taraf da galibiyete eşit uzaklıktaydı oyunun seyrine bakıldığında. Ama tabi maçın trafiği itibariyle galibiyeti kaçıran taraf Galatasaray oldu ki dönemin en kritik galibiyetlerinden biri olabilirdi bu. Maçla ilgili okuduğum birkaç yorumda Bülent Korkmaz'ın eleştirildiğini gördüm. Öncelikle bu maçta, Hamburg maçının defans hattının denenmesi gerektiğine katılmıyorum. Şampiyonluktaki rakiplerden birini ekarte etme şansının olduğu bir maçın prova formuna sokulması benim desteklediğim bir şey değil. Bir de Lincoln olayı var ki o konuda hala kararsızım. Her ne kadar Bülent Korkmaz, Lincoln'u Hamburg maçı için dinlendirdiğini söylese de durumun içeriği gayet açık gibi. Lincoln'u kenara çekmek için hocanın kendince nedenleri olabilir, ama özellikle son bölümlerde oyuna alınmamasını anlayamadım. Bunların dışında Hasan Şaş'ın oyuna girişiyle ilgili eleştirilere rastladım bazı programlarda ve bloglarda. Hasan'ın form durumuyla ilgili yorumlara bir şey diyemem ama Bülent Korkmaz'ın bu değişiklikteki düşüncesine hak veriyorum. Değişiklik öncesindeki 10 dakikada yoğun baskı kuramasa da oyunu bir şekilde Galatasaray yarı sahasına yıkmıştı Trabzonspor. Kazanılan topların ileri gittiği gibi geri gelmesi Galatasaray defansının çıkmasına izin vermiyordu. Topu ileride tutma işi yalnız Arda'nın sırtına yıkılmışken yükü paylaşmak üzere oyuna girdi Hasan Şaş. Çıkacak oyuncu için çok fazla alternatif yoktu bana göre. Mehmet Güven 3'lü orta sahadan alınabilecek bir oyuncuydu. Sonuçta oyuna ikinci kanat oyuncusu da giriyordu ve Ayhan'la Barış orta saha yükünü çekebilecek gibiydi. İlerleyen dakikalarda "cezasını çekmiş" Lincoln oyuna girebilirdi. Hatta bir Lincoln - Ümit değişikliği son bölümde kontrolü Galatasaray'a geçirip galibiyeti getirebilirdi.


Trabzonspor'a bakıldığında ise Yattara'nın soğuk algınlığı dışında beklenmedik bir durum yoktu. Trabzonspor sürprizsiz bir takım. Oynayabilir durumdaki oyunculara bakıldığında az çok tahmin edilebilir bir oyun düzeni var. Fakat buna rağmen rakiplerin yeterli tedbiri sağlayamamasının nedeni Trabzonspor'un kulübe alternatifleri. Her ne kadar maçlara çıkan 11 alışılageldik taktiğin oyuncuları olsa da maç içindeki değişikliklerdeki alternatif çokluğu rakip teknik direktör için önemli bir dezavantaj. Bu sebepten ötürü Trabzonspor karşısındaki takımlar taktik ve oyuncu değişikliklerini, Trabzonspor'un hamlelerine göre yapmak durumunda kalıyor. Çünkü Trabzonspor'un son değişiklik hamlelerini yapacak durumda olması rakip için önemli tehlikeler doğurabiliyor. Bu nedenle Bülent Korkmaz'ın biraz skor avantajıyla olsa da hamlelerini Ersun Yanal'dan sonraya bırakması yerinde bir karardı ve eğer bir stratejiyse bana göre başarılı bir düşünceydi. Ersun Yanal, Galatasaray'ın 3'lü orta sahasının karşısında kanatları etkinleştirme yoluna gitti, ki bence doğru karardı. Özellikle ikinci yarı Galatasaray'ın beklerinin çıkmasını önleyerek oyunu rakip sahaya yıkmayı amaçladı. Alanzinho'ya maç öncesi yoğun şekilde öğüt verilmiş gibiydi 45 metrelik top sürme serüvenlerinden uzak durulması yönünde. Ara ara kendini tutamasa da sol kanatta etkiliydi. En azından sağı solu belli olmayan oyun tarzıyla rakip savunmayı maç boyunca tedirgin etti. Isaac'in oyuna alınması yerinde bir karardı ama bana göre çıkan oyuncu Gökhan olmalıydı. Maça iyi konsantre olamadığını ilk yarıda belli etmeye başlamıştı. Son dakikalarda Umut'la daha etkili pozisyonlar bulabilirdi Trabzonspor.

Genele bakıldığında iki takımın da oyun anlayışı bana göre yerindeydi. Teknik direktör hamlelerini de yerinde buldum. Oyuncu seçimleri farklılık gösterebilirdi ama beni bu maç için çok ilgilendiren bir ayrıntı olmadı. Seyrederken keyif aldım. Yalnız şu 61. dakika kutlamalarında deneysellikten uzaklaşmak gerek. Eğlen, coş tamam ama balonlara hiç gerek yok. Maça dair her zaman hatırlayacağım enstantane ise yerden yuvarlanarak gelen topa, Hüseyin'in şınav pozisyonuna geçerek kafa vurması oldu.

15 Mart 2009 Pazar

"Artık Futbolcu Değil"


Yerine o mevkinin en ekol ismi alındı ama aynı verim alınamadı. Çalışma ahlakı ve kişiliğiyle tam bir kaptan tarifiydi. Dün itibariyle "Ben artık futbolcu değilim" diyerek bıraktı futbolu. Umuyorum ileride kulüpte farklı kademelerde görev alacaktır. Başarılı olacağından şüphem olmadığından rahatlıkla umuyorum. Onun için "Güle güle" demiyorum. Artık Fenerbahçe'ye daha yakındır kendisi. Ama şimdi sıra jübilededir, Fenerbahçe üstüne düşeni yapmalıdır.

14 Mart 2009 Cumartesi

Fenerbahçe 1 Kocaelispor 1


Fenerbahçe'nin 90 dakika boyunca kesintisiz 10 pas yapamadığı bir maç izledik. 1. dakikada atılan golün azizliği mi dersiniz, Emre'nin eksikliği mi size kalmış. Ama bana sorarsanız ikisinden de biraz var. Emre'nin olmadığı orta sahada Selçuk ve Deniz oyunu serileştirmeye yetmedi ve Fenerbahçe için tek yol kanatlar kaldı. Bu kanatlardan birinde de Kazım oynayınca rakibin Gökhan Gönül'e ciddi önlemler almasına gerek kalmadı. Sezon başında olduğu gibi, Gökhan Gönül en etkisiz oyunlarından birini yine Kazım'ın arkadasında oynadı. Bu durum şöyle de özetlenebilir. Nefes alan bir Deivid, formda bir Kazım'dan daha faydalıdır bu takıma. Zira takımın sürükleyici güçlerinden Gökhan'ı etkin kullanmanın yolu önünde çizgiye sadık kalmayan, içeri kat eden bir oyuncunun oynamasından geçiyor. Kaldı ki Kazım dün yine büyük futbolcu olamayacağını gösterdi. Fatih Terim'in Euro 2008'de başımıza sardığı bir oyuncu olarak not düşüyorum. Zira gereğinden fazla alakayı kaldıramayan bir oyuncu.

* * *

Volkan: Yediği golda önemli bir hatası olmasa da hatasız oynadı diyemeyiz. Yan toplarda bana pek güven vermedi dün. İlk yarıda zaman geçirmeye yönelik hareketleri tepki gördü. Kadıköy'de oynanan maçın ilk yarısında skor 1-0 iken zaman geçirmenin bir manası olmadığını fark etmiştir heralde. Ama uzun vadede umutluyum bu çocuktan.

Gökhan Gönül: Kazım kurbanı oldu. Son 15 dakika oyuna dahil olabildi. Karşısında oynayan Murat Hacıoğlu günündeydi. Yaptığı pas hataları Murat'ın başarısıdır.

Lugano: Tuncay'la başlayan, sezonun yıldızını Bosman'a kurban etme geleneğinin son halkası olacak gibi görünüyor. Çoğu maçta olduğu gibi maçı en çok önemseyen oyuncuydu. Kusursuz oynadı.

Edu: Lugano'yla beraber ortasahanın işini üstlenme ihtiyacı hissettiler. Haksız da değillerdi. Oyun kuramayan bir orta sahanın arkasında oynamak onlar için de zor oldu. Defansı öne çıkarmanın tek yolu olarak oyunu kendileri kurmayı denediler. Önemli bir hatasını hatırlamıyorum.

Roberto Carlos: Takımın atağa kalktığı anlarda isabetli ve önemli pasları oldu. Defansta kritik birkaç hatası da oldu bununla beraber. Yaptıklarını teraziye koysak, attığı golün de etkisiyle 51% olumlu diyebiliriz.

Kazım: Oynamaya niyeti yoktu.

Selçuk: Sakatlık öncesi döneminden uzaktı. Orta sahanın pas trafiğini kaldıramadı. Oyunda istekliydi, gördüğü sarı karttan ötürü oyundan alındı diye tahmin ediyorum.

Deniz: Orta sahadaki ikiliden ileri dönük oynayandı. Son maçını izleyip hırs yapmış gibiydi. Takımın en iyilerindendi, siz hesap edin artık takımın durumunu.

Uğur: Çalışma trafiğini bilmiyorum ama her maç daha güçsüz görünüyor gözüme. Her ne kadar kötü oynasa da rakibin beklerinin ileri çıkmasını zorlaştıran bir oyuncu. Tabi kondisyonunu koruduğu sürece.

Alex: Çok etkili olamadı bu maçta. İkinci yarıda girdiği net bir pozisyon da vardı. Kaleciyi çalımlayıp kaliteli bir vuruş yaptı. Topu kim çıkardı göremedim ama alkışlamak lazım. Maçın son bölümlerine sakat devam etti. Değişiklik hakkı dolmuş takımı yalnız bırakmama düşüncesi iyi ama bana göre bu kararı çok iyi olmadı. Koşup pozisyon kovalayacak durumda değilken, takım o varmış gibi ataklarına devam etti. Bu da bir nevi el freni oldu. Kendisi farkedemese de hocanın görmesi lazımdı.

Semih: Arkasında oynayan Alex, Kazım ve Uğur'un kötü oyunu doğal olarak kendisini de etkiledi. Defanstan atılan uzun topları kovalayan hep o oldu. Tabi topu indirdiği yerlerde kimseyi bulamaması pozisyon eksikliğine neden oldu.

Josico: Yorum yapacak kadar bir şey kalmamış aklımda. Maçın son dakikasında taca giden topu bıraktığı için Gökhan Emreciksin'den yediği fırça kalmış birtek gözümde.

Gökhan Emreciksin: Kazım'dan sonra şüphesiz oyunu hızlandırdı. Sahada kazanma isteği taşıyan oyuncu sayısını 1 arttırdı. Gökhan Gönül'ün de koridorunu açarak sağ kanadı işe yarar konuma getirdi. Keşke maça kendisiyle başlansaydı.

Güiza: Topun rakibin kontrolünde olduğu dakikalarda hücum presi için gerekli sayılabilecek bir değişiklikti. Ama pozisyon almada büyük sıkıntıları var Güiza'nın. Sene sonunda gönderileceği kesin gibi.

Aragones: Kulübenin kısıtlı olduğunu biliyorum ama benim ondan beklediğim takımın oynamadığı zamanlarda yapacağı taktiksel müdahaleler. Amaçsız yapılan Selçuk-Josico değişiklikleri değil.

* * *

Bütün bunların üstüne sezon sonunda kaçan şampiyonluğun nedenini arayan olursa, düşen 3 takımla oynanan maçların skorlarına bakmasını öneririm.

13 Mart 2009 Cuma

Yaman Çelişki


Sergen Yalçın: Bazıları futbolu çok basit bir oyun sanıyor. Sandıkları kadar basit bir oyun değil futbol.

Ercan Taner: Ama Johann Cruyff'un bir sözü var, "Futbol basit bir oyundur, önemli olan bu oyunu basit oynamaktır."

Sergen Yalçın: Budur işte işin özü. Futbol aslında basit bir oyun, onu biz zorlaştırıyoruz.


12 Mart 2009 / "Maç Toplantısı" Programı

12 Mart 2009 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Son 8


Tahmin edilene yakın sonuçlar çıktı ikinci tur eşleşmelerinden. Benim tahminlerimden 2'si dışındakiler tuttu. Chelsea turu haketse de küçük bir şans desteğiyle Juventus, İtalya'da turu geçebilirdi. Atletico Madrid ise çoğu kişi gibi benim de Porto karşısında favori gösterdiğim takımdı. Porto'nun bu seneki kötü futboluyla nerelere geldiğini gördükçe üzülüyorum. Grupta Fenerbahçe'yle karşılaşmaları en büyük şanslarıydı.

Bunun dışındaki eşleşmeler tahmin ettiğim gibi sonuçlandı. İzleyemedim ama Roma'ya yazık olduğu söyleniyor. Penaltılara kalmışken Roma'nın elemesini isterdim. Şampiyonlar Ligi'nde İngiliz dominasyonu izlemek sıkıntı veriyor artık. Diğer maçlarda hak edenler turu geçti. Eşleşmeler sonrası bir şeyler daha söyleriz ama şimdilik Bayern'in bir İngiliz'le eşleşmesini istiyorum. Hatta Liverpool olsa fena olmaz...

11 Mart 2009 Çarşamba

Kewell & Bülent


Fotoğrafı İlkay gönderdi. 9 sene önce bu zamanlar, Leeds'de karşı karşıya gelmiş ikili. Bu günlerde ise o gün formasına asıldığı Bülent'ten alıyor formayı Kewell. Kader, cilve, vb...

Trofolo yayınlamış fotoğrafı birkaç gün önce. Selamlaşmış olalım bu vesileyle...

10 Mart 2009 Salı

Platini Devrimleri


Platini'nin futbol dengelerini korumak adına yaptığı çalışmaları gördükçe mutlu oluyorum. Futbolun doğal ruhunu bozmadan yaptığı iyileştirme çalışmalarını takdir ettiğim bir futbol adamı kendisi. UEFA'nın başına geçtiği günden beri, futbol izleyicisini rahatsız eden konuların üstüne kararlı şekilde gidiyor. Öncelikle UEFA Kupası statüsündeki angaryaların kaldırılması adına çalışmalarını gördük. Önümüzdeki seneden itibaren de iyileştirilmiş bir statüde izleyeceğiz bu turnuvayı. Daha sonra, futbolda artan hakem hataları gündeme geldi. Bu konuda bir çok kulübün televizyon hakemi istemesine rağmen, bunun futbolun ruhuna ve doğallığına aykırı olacağını düşünerek reddetti. Kale arkası hakemlerini gündeme getirdi, bu konuda çalışmalar devam ediyor. Futbola gereğinden fazla teknolojik müdahalede bulunulmasını ben de istemem. Bizlere de konuşacak konu kalması futbolun cazip yanı.

Son dönemlerde Platini mesaisini futbol borsası ve ekonomisi üzerine harcıyor. İlk olarak petrol zenginlerinin piyasaya dengesiz girişini önlemeye yönelik uyarılarda bulunmuştu -ki bu konuda gayet kararlı gibi-. Son olarak ise 18 yaş altı futbolcuların transferiyle ilgili düzenlemelerde bulunmak için çalışmalara başlamış. 18 yaş altındaki futbolcuların ilk profesyonel sözleşmelerini, kendilerini yetiştiren kulüple yapmaları zorunluluğuna ilişkin teklifi Avrupa federasyonlarına sunmuş. Bu teklifin amacı ise çok küçük yaşlarda özellikle Afrika ve Güney Amerika'dan futbolcu adaylarının Avrupa'ya getirilip karaborsada satılmasının önüne geçmek. Bu nedenle federasyonlar ve kulüplerin genelinden kabul görüyor. Bu sayede menejerlere gidecek para artık kulüplere gidecek. Bu sayede 18 yaş altındaki futbolcuların transferleri engelleneceği için ileride parlayabilecek bir futbolcunun yok pahasına elden kaçırma durumları da azalacak. Tabi benzer şekilde genç yaşta gelecek vaat eden ve yüksek fiyata satıldıktan sonra bekleneni veremeyen futbolcuları transfer etme riski de en aza indirilecek. Kısacası tasarının en önemli yararı genç futbolcuların değerinde satılmasını sağlayacak olması.

Göreve geldiğinden bu yana futbola dair iyileştirici değişimlere gitme çalışmaları yapan Platini'nin varlığından çok memnunum. Bildiğim kadarıyla Avrupa kulüplerine yabancı oyuncu sayısında standartlar getirme çalışmaları da sürüyor. Tabi diğerlerine göre kabul görmesi daha zor bir plan bu. İngiliz kulüplerine kabul ettirilemeyen değişimlerin uygulanırlığı pek mümkün olmuyor. Ama bahsi geçen bu tasarıların işler hale gelebildiği gün kulüplerdeki yönetim şekilleri büyüklüğü belirleyecektir. Kulübünün gelirlerini üst düzeye çıkarabilen takımlar sivrilecek, belli bir maddi seviyenin altında kalan kulüpler borçlanarak transfer yapamayacak. İşte bu noktada özellikle ülkemizde kulüplerin kurumsal kimlikleri önem kazanacak. Çünkü ne maddi yönetimi ne de futbol bilgisi üst düzeyde olan yöneticiler tek başlarına işe yarar olmayacaklar. Bu da futbol şubelerinin alanında yetkin kişilerle donatılması ihtiyacını doğuracak. Zaten Türk kulüplerinin yönetimindeki en büyük sıkıntılarından birinin bu olduğu aşikar. Bütün bu ayrıntılar göz önünde bulundurulduğunda Michel Platini'nin futbol yönetimine dair devrimleri hem kulüplerin hem milli takımların düzeylerinin artmasına ve güç dengelerinin kurulmasına yardımcı olacak gibi.

6 Mart 2009 Cuma

Kesinti


Bir süredir interneti ve diğer blogları takip edemiyorum. Dolayısıyla yazamıyorum da. Kısa sürede tekrardan başlayabilmeyi umuyorum.
Kusuruma bakmayın...

1 Mart 2009 Pazar

Maviler 0 Kırmızı Beyazlar 1


Antalyaspor - Trabzonspor maçı. Televizyonda mavi formalılar ve kırmızı beyaz formalılar. Kırmızı beyazlarda Yattara sağ kanattan alıp yürüyor, anlıyorum ki bir forma muhalefeti var. Maviler Antalyaspor, Kırmızı Beyaz'lar Trabzonspor. Kırmızılar da zaten Bordo.


Antalyaspor 0 Trabzonspor 1

Musiki Cemiyeti


Yeni bir blog oluşumuyla tanıştırma postudur bu. Müzik paylaşımı ve önerileri üzerine bir blog oluşturmuş bulunuyoruz. Musiki Cemiyeti'nin farklı müzik dallarında bilgi sahibi geniş bir yazar kadrosu var. Okhan, Ümit, İlkay, Deniz ve ben iyi bir arşiv oluşturmak için biraraya geldik. Ne sıklıkta yazılabilir bilmiyorum ama trafiği oturtabilirsek keyifli olacağa benziyor. Umarım siz de keyif alırsınız, herkesi bekleriz...


Adres:

Fenerbahçe 4 Sivasspor 2

Öğle saatlerinde abim aradı, ben Kadıköy yolundayken. 2 kelime muhabbetten sonra maçla ilgili olarak, rahat bir maç izleyeceğimi ve 3-4 gollü bir galibiyet olacağını söyledi. Devre arasında ararım seni öyleyse dedim ve kapadım.

Sivasspor 4 haftadır iyi oynamıyor. Kayserispor maçından beri kötü oyunla puanlar alarak liderlikte arayı açtılar. Bugünkü maça her ne kadar hızlı başlasa da Sivasspor yine beklendiği kadar iyi oynayamadı. Başlarda 2 kez öne geçmelerine rağmen skoru korumaya yönelik önlem alacak zaman bulamamaları Fenerbahçe için büyük şans oldu. Sivasspor, Kadıköy'e kazanmaya gelmişti. Gelirken sahip oldukları yüksek özgüven, defansif tedbirleri unutturmuş gibiydi. Zira Fenerbahçe bugün Hacettepe maçından daha çok gol pozisyonu üretti. Sivasspor, ilk yarı boyunca top kendine geçtiğinde iyi şekilde değerlendirdi ve tehlikeli pozisyonlar üretti. Top Fenerbahçe'ye geçtiğinde ise kazanmak için yüksek bir çaba yoktu Sivasspor'da. Dolayısıyla pas hataları veya bireysel hatalarla kaybedilen toplar üzerine kurulan oyunun çok verimli olamaması da sürpriz değil. Netice itibariyle ilk devre boyunca 6 santra izledik. Devre arasında biraderle tekrar telefonlaştık, "rahat ol" gazını aldım. İkinci yarıda kademeli olarak orta alanı boşaltan Sivasspor her dakika biraz daha rahatlattı tribünleri, olması gerekenin aksine...

Fakat bütün eksikliklerine rağmen Sivasspor'un her an her şeyi yapabilecek kadroya ve kapasiteye sahip olduğunu tekrardan belirtelim. Şampiyon olabilecek yetenekte bir takım ama ne var ki şampiyon olabilecek olgunlukta değiller henüz. Maç öncesi ve sonrası demeçlerinden bunları gördüm. Maçtan önce "Fenerbahçe'yi küçümsemiyoruz, önemli bir takım olduklarının farkındayız" ve maçtan sonra "Kazanmak isterdik ama bizim için önemli değil, hala lideriz" şeklinde demeçlerle neden şampiyon olamayacaklarının cevabını veriyorlar bana göre. Kendine güven iyidir ama çapını bilmek daha önemlidir. Sivasspor'u küçümsemiyorum, önemli bir takım olduklarının farkındayım. Ama kendileri bulundukları yerin öneminin farkında değil gibiler.

Son olarak da Fenerbahçe'yle ilgili birkaç not düşelim. Bu sezon nadir olarak gördüğümüz, iyi oynayarak kazanılan maçlardan biriydi. Takımda kötü performans gösteren oyuncu sayısı belki ilk kez yarının altındaydı. Deivid ve Deniz ilk göze batanlardı, belki biraz da Önder. Deivid birkaç haftadır düşen performansını henüz düzeltemedi ama hücumdaki yaratıcılığından ötürü kesme cesaretini alamadığını düşünüyorum hocanın. Kulübeye bakınca bu konuda hak da veriyorum. Dikişi tutturduğunda hücum trafiğini hatrı sayılır ölçüde hızlandırabilen ve her daim Gökhan Gönül'ün hücumda etkinliğini arttıran bir oyuncu. Önder, yaptığı az sayıda kritik hataya rağmen şikayetçi olmadığım oyunculardan. Edu'nun yokluğunda yerini büyük sıkıntılara mahal vermeden doldurabilen bir oyuncu, hele ki kulübeye dönüp Yasin'i gördükçe şükrediyorum her haliyle. Deniz ise takımda yokluktan oynadığının farkındadır diye tahmin ediyorum. Öyle ki gidip Fenerbahçe'de neden oynadığını sorsanız "Yokluktan" cevabını almanız muhtemel. Uğur, geçen seneki CSKA performansının bir benzerini sergiledi. Fakat 70. dakikada adım atacak halinin kalmaması takımın kondisyon durumu hakkında fikir verir. Semih yeteneğiyle zekasını muazzam şekilde birleştirerek çok temiz bir oyun çıkardı yine. Alex ileri uca yakın oynadığında hem oyundan zevk alıyor hem de topun ileride daha uzun süre kalmasını sağlayarak takımın ileri çıkmasına olanak tanıyor. Gökhan Gönül, bir Fenerbahçeli olarak kıskandığım bir oyuncu. İleride bir gün başka bir takımda görmekten korkuyorum cidden. Koridorunu hücumda ve savunmada tam anlamıyla duldurdu yine. Vederson, Carlos'un yokluğunda Uğur'la iyi bir işbirliği içine girdiler. Ama Vederson'lu oyunun tek eksiği, sol kanattan gelişen atağın yönünün hiçbir şekilde değişmemesi. Vederson biraz daha başını kaldırıp sahayı süzmeli, kimin kendisinden daha müsait olduğunu kontrol etmeli diye düşünüyorum. Lugano'yla ilgili olarak, daha önce de söylediğim gibi sözleşme yenilendiği gün huzuru bulucam gibi. Fenerbahçe'nin en gerekli isimlerinden. Emre ise son haftalarda olduğu gibi yine takımın faydalı isimlerindendi. Orta alanda en çok insiyatif alan ve yüksek yüzdeyle topu kullanan oyunculardan biri. Kendine güvenini kontrol ettiği sürece fayda sağlıyor. Volkan'a çok sayıda pozisyon doğmadı ama yediği gollerde hatasızdı gibi geldi bana. Bunun dışında ayağını çok kez kullandığı bugün biraz daha kontrollü gördüm. Gökhan Emreciksin bugün ilk kez gözümü doldurdu. Sahada kaldığı kısa sürede oynadığı oyundan keyif aldı ve daha önceleri olduğu gibi ikili mücadelelerde çekingen değildi. Alanında sırıtmadı. Son olarak, Aragones'in ilk gol sevinci beni benden aldı. Aynı gün seyrettiği 240. golmüş edasıyla...