29 Mayıs 2011 Pazar

Ordu 26 yıl aradan sonra

Ankara'da tarafsız sahada oynanıyor maç ama tribünler mor menekşe dolu. Sırf bu nedenden birçok futbolsever maç öncesi Orduspor'un Süper Lig'e çıkmasını istiyordu. Bense klasik hakedenin kazanması taraftarıyım. Son yıllarda "taraftarı olan takım", "şehir kulübü", "deplasmanın anlamı" tarzında yapılan yorumlara da inceden sinir oluyorum desem yeridir. Çünkü futbol aslında o kadar kirli ki bazı taraftarı az veya taraftarsız, küçük takımlar daha çok futbolu düşünebiliyor, futbolun ruhuna daha çok dokunabiliyor. Yanlış anlaşılmasın, girişte Orduspor'a laf çaktığımız yok, sadece genel Türk düşünürünün sığ yorumlarına küçük bir yorumda bulunmak istedim.
Ordu taraftarı bugün stadı ziyadesiyle doldurdu, maçın başlamasıyla birlikte tezahüratlarıyla takımlarına farkedilir bir şekilde etki de etti. Tebrik etmek gerek kendilerini. Onlar yıllardır bu anı bekliyorlardı, bugün de ellerinden geleni yaptılar. Yerinde izlediğim Kartalspor-Orduspor maçında da misafir tribünü tıka basa doldurmuşlardı, hatta yer bulamayanlar ile birlikte Kartalspor tribününde beraber de maç izlemiştik.
Maçta ise Mor Menekşeler, taraftarının iteklemesiyle Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'dan daha fazla etkili olmayı başardı. İlk yarı boyunca her iki takım da üstün mücadele ve tempo ortaya koydu. Bundan mütevellit olacak ki ikinci yarı oldukça sıkıcıydı. Hatayı değerlendiren Orduspor oldu ve 88'de Ahmet Kuru'nun attığı golle 26 yıl aradan sonra Süper Lig'e çıkmayı başardı.
Sezon içinde çok gel-gitli bir dönem yaşadılar. Son gel-gitte Uğur Tütüneker kendi rızasıyla takımı bıraktı. Metin Diyadin'in de aslında toparlaması zor oldu. Takımın başında çıktığı ilk 4 maçın 3'ü evinde olmasına karşın hepsinden beraberlikle ayrılırken, son 3 haftada 3 galibiyet almayı başardılar. Play-off'un 3 maçında da iyi futbol ortaya koydular. Metin Diyadin'i bu kez Süper Lig'de görmek dileğiyle. Tebrikler...

Barça güzel, kaybeden de güzel


Klasik "Finale yakışan bir mücadele oldu" kalıbının oturduğu bir final oldu. Manchester United'ın ilk 7-8 dakikada Barcelona'dan rol çalarak başladığı maç, ilerleyen sürede Barça rutinine döndü. Bunun panzehiri yok gibi birşey. Futbol izlemeye başladığım günden beri en iyi futbol takımını izliyorum. Barcelona'yı La Masia ve total futbolla anlatmaya gerek yok. Ayrıntıya inmeli. Hem de inilecek en ince ayrıntıya kadar inmeli. Başarı ayrıntılarda gizlidir...
Finalin hüzünlendiren tarafı ise Alex Ferguson. Dünyanın en iyi teknik adamı. Çalıştığı süre boyunca futbol çok şekil değiştirdi, onlarca trend geldi geçti. O hepsine uyum sağladı, kendinden birşeyler kattı. Ben onu başarılı bir bilgisayar programına benzetiyorum. Günü gününe güncellemeleri çıkıyor ve o bunları her zaman yükleyip, kuruyor. Arada virüs girdiği de oluyor tabi. Anti-virüs de kendisi. Çağın futbolu diye birşey var. Ama Alex Ferguson sadece bir çağın teknik direktörü olmadı, her çağın teknik direktörü oldu. Şu aralar biraz şansız, çünkü karşısına Barcelona çıktı. 2008'de kazandığı ikinci Şampiyonlar Ligi'nden sonra 2009 ve 2011'i Barça'ya bıraktı. Tarih çok da vefasız değil, mutlaka bunlar da hatırlanacaktır.
***
İzlerken TV'de gördüğüm güzel bir kareyi de aktarmak isterim. Bandırmaspor atkısı güzeldi de bir taraftar daha dikkat çekti. Hani hep konuşulur ya basketbol maçlarına futbol takımının formasıyla gidilmesin, basketbol formaları giyilsin diye. Dünkü maçta da bir taraftar Regal Barcelona formasıyla maça gelmişti.

27 Mayıs 2011 Cuma

Orhan Şam


Bir kaç yıldır ne sağ, ne de sol bek yedeği olmadan sezona başlıyordu Fenerbahçe. Gerçen yıl Andre Santos'un sezon başındaki umut vermeyen hâli sol bekte ilk yarı boyunca çok sıkıntı oluşturmuştu. Sağ bekte ise muazzam istikrarlı bir Gökhan Gönül olduğundan pek sıkıntı olduğu gözükmüyordu ama stoperden sağa çekilen Bekir'in orayı kotaramayacağı herkesçe de bilinen bir gerçekti. Okan Alkan'ın oynadığı iki maçın ardından kendini bozması Orhan Şam transferini gerekli kıldı. Bu da Okan'a bir ders olur umarım.
Fenerbahçe futbol yapısı itibariyle hücumcu bekle oynaması gerekir. Orhan Şam da hücumcu bek tanımının pek altını doldurmuyor lâkin hücumda çok etkisiz olduğunu söylemek yanlış olur. En büyük artısı güçlü olması. Stoper de oynayabiliyor olması diğer avantajı. Ben aslında malumunuz klasik stoperlerimizin topa hakimiyetleri nedeniyle bu tip beklerin stoperde değerlendirilmesini daha mantıklı buluyorum. Orhan, istikrarlı, çalışkan, efendi bir insan olması nedeniyle de forma mücadelesinden geri kalmayacaktır. Takıma mutlaka faydası olur. Hayırlı olsun.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Emenike Fenerbahçe'ye, Selçuk Galatasaray'a

Merakla beklenen 2 transfer hamlesi üst üste patladı. İkisi de bu sezonun transferdeki en gözde isimleriydi. Emenike, Fenerbahçe için ilk etapta ekstra bir transfer olarak gözükürken, Selçuk İnan Galatasaray için gereklilikten öte zorunluluk diyebiliriz.
Emenike çok konuşuldu, yazıldı, çizildi. Geçen yıl bugün Süper Lig'e yeni çıkmış Karabükspor'un santraforu iken artık Türkiye'nin -bence- oynaması en zor kulübünde forma giyecek. Peri masalı olmasa da güzel bir çıkış Nijeryalı adına.
Eldeki mevcut santraforlara baktığımızda; Güiza'nın yolcu, Semih'in de sözleşme imzalamadığını belirtelim. Emenike'nin bonservisine verilen 9 milyon euro gibi bir rakam var (Ntv Spor'a göre 7 milyon euro+dört yıl içinde transfer olursa 2 milyon euro). Bence çok ciddi bir rakam. Bu vesileyle Semih'in de yolcu olabileceğini kestirebiliriz.
Ben Emenike'yi biraz da Maccabi Haifa'da parlayan ve Premier League'de oldukça başarılı olan Yakubu'ya da benzetiyorum (ki bu aralar düşüşte. Yaşı da 28 gözüküyor, yoksa..). Ligimizde fiziği güçlü santrafor her zaman ön plana çıkmıştır. Emenike'de bunun yanında gözardı edilemeyecek teknik ve hız da var. Nijeryalı'nın gerek Karabük gibi küçük bir şehirden çıkması, gerek tıkır tıkır işleyen bir sistemden gelmesi, gerek de Türkiye'de parlaması riskler içeriyor. Bir de malumunuz Afrika Kupası var. Kara Kıta'nın kış ayında düzenleyip tüm Avrupa'nın elini kolunu bağlayıp, intikam aldığı kupa. Bizde de Afrikalı sayısı 4'e çıkmış oldu. Yobo'nun da transfer edileceğini düşünürsek, Emenike ile birlikte Niang ve Dia da var.
İlk sezonlar, yeni yapılanmalar her zaman zordur. Aykut Kocaman, artık çok daha iyi tanıdığı, son aylarda inceden dizilişlerle oynamaya da başladığı takımında gelecek sezon sağlıklı bir rotasyon oturtabilirse Emenike'nin faydasını görür. Umarım başarılı da olur. Zaten Emenike tarzı bir adamın Fenerbahçe'de başarılı olması 9 milyon euro'yu çıkarması anlamına geliyor.

Selçuk İnan mecburi transfer
Çok kötü bir sezon geçiren taraftarı ancak Selçuk İnan kesebilirdi. Sezon içinde bir hayli trend olan BAM'ın ardından muhakkak ilaç gibi gelecektir. Galatasaray için her yönüyle rekabetin de içinde olduğunu göstermesi açısından da önemli. Kısacası bu transfer bir zorunluluktu. Gözüken o ki sarı-kırmızılılar da elinden geleni yapmış. Selçuk'a 5 yılda verilecek 18 milyon euro + maç başı ücreti konuşuluyor. Yani senede 4 - 4,5 milyon euro. "Aynı ücretle Fenerbahçe'ye imza atmasını ister miydin?" diye soran varsa; evet, isterdim. Olaya Selçuk cephesinden bakarsak; tüm kozlar sizde, bu parayı size Galatasaray vermiyorsa Fenerbahçe verir, Beşiktaş verir. Sonuçta bonservis gibi bir yükünüz de yok. Galatasaray açıkçası bu transfere mecburdu ve aldı. Eminim tüm Galatasaraylılar artık geleceğe daha umutlu bakıyordur.

not: Resmi sitenin açıklamasına göre Selçuk senelik 2 m euro + maç başına 15 bin alacakmış. 

24 Mayıs 2011 Salı

18

Kupa, eline en çok yakışan kişinin ellerinde


22 Mayıs 2011 Pazar

Şimdiden teşekkürler


Koca bir sezonun sonuna geldik. Bu akşam 21:45'te Spor Toto Süper Lig'in 2010/2011 noktasını koyuyoruz. Ziyadesiyle keyifli bir ligdi benim açımdan. Umarım noktayı koyarken de tüm Fenerbahçeliler için de son derece keyifli biter.
Sezon içinde genellikle maç yazılarının arasına sıkıştırsak da Aykut Kocaman ile ilgili birçok konuya değindik. Temel olarak yazdığım salt hocaya değindiğim son post ligdeki Ankaragücü mağlubiyetinden hemen sonra 13 Aralık 2010 tarihindeydi (bkz: Vurun hocaya). O günden sonra kupada Bucaspor'a ve Yeni Malatyaspor'a yenildik. Sonrası malumunuz...
Şampiyonluğu pek de önemsemediğimi, çok daha başka değerlerin ön planda tutulması gerektiğini vurgulamıştım ki bunu büyük oranda başardık. Her ne kadar maç içinde teknik arızaların çözümünde sıkıntı olsa da ve bir kez de olsa Bilica'nın sahaya kaptan olarak çıktığını görsek de benim için sezon istediğim şekilde bitmiştir, şampiyonluk işin kremasıdır.
Aykut Kocaman, 19 aralıkta NTVSpor'da katıldığı programda kendisine sorulan "Brezilya milli takımında forma giyen Andre Santos, neden Fenerbahçe'de forma giyemiyor" sorusuna verdiği "Bunu Brezilya milli takımının sol bekinin düşünmesi lazım" cevabıyla o gün şampiyon olmuştu gözümde.
Devre arasında o veya bu şekilde transfer yapılmadı. İlk yarı performansı ile ikinci yarı performansı arasında müthiş bir fark var. Yeni Malatyaspor maçından sonra görülüyor ki bu takım bir kimlik kazanmış. Alex'in önderliğinde, Güiza dahil tüm takımdaki oyuncular ellerinden geleni vermeye çalıştı. Önemli olan buydu ve bunu başardık. Bugün şampiyon olunsa da olunmasa da şimdiden teşekkür etmeyi borç bilirim kendime.  

20 Mayıs 2011 Cuma

Hatıralar sarmış dört bir yanını

Galatasaray ne çok "yeniden yapılanma" adını zikrediyor farkında mısınız? Fatih Terim, George Hagi, tekrar Feldkamp, tekrar Hagi, tekrar Fatih Terim... Merak ediyorum birileri çeteleye bakıyor mu? Arada kaynayan Skibbe ve Rijkaard da "yeniden yapılanma" adı altında geldi. Siz sıkılıyor musunuz bilmiyorum ama ben arkadaşlar arasında konuşurken çok sıkılıyorum.
Bir "Grande Terim" aldı başını gidiyor. Kimse kusura bakmasın Fiorentina ile Milan'ı toplasak 1 sezon anca ediyor. İşte o bir sezonun mirası bolca ego, kibir, sinir harbi. Sıkıntılı bir memlekette yaşıyoruz. İstediğin kadar kafa dinle farketmez, muhattap olduğun kafalar değişmedikçe. Bir Arap ülkesi veya Asya turu alırdı belki elektiriği. Neyse, aforizma notlarına yenileri girecek gibi. Hayırlı olsun.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Gözyaşı, sevinç, intikam

Kaptan Palombo, son düdüğün çalmasıyla gözyaşlarına hakim olamadı
Sampdoria için sezon büyük umutlarla başlamıştı. Geçen sezonu dördüncü bitiren Cenovalılar, Şampiyonlar Ligi'ne kalmak için Werder Bremen ile karşılaşıyor ve dramatik bir şekilde eleniyordu. Cassano, Pazzini, Semioli, Palombo gibi isimleriyle oldukça da sempatik bir takımdı. Gel gör ki başkan Garrone, devre arasında önce takım yemeğine katılmadığı gerekçesiyle Cassano'yu kovuyor, ardından da bir diğer golcü ismi Pazzini'yi de Inter'e satıyordu. Açıkçası belli ki Garrone sezonu kafasında bitirmiş lâkin iki golcünün gitmesiyle küme düşeceklerini hiç düşünmemiş.

Kümede kalma adına Luigi Ferraris Stadı'nın çimlerine ayak basan Sampdorialı oyuncuları taraftarlar yalnız bırakmadı. Ama ne var ki Sampdoria artık bitikti ve maçı da 2-1 kaybettiler. Bari'den gelen 2-0'lık Lecce galibiyeti ise küme düşmelerini resmileştirdi. Formasıyla, Cassanosuyla bana sempatik gelen Sampdoria, bir başkanın inadı uğruna küme düştü, ibret olsun.

Sevindirici haber ise Napoli'den geldi. Tehlikeli şehrin takımı, San Paolo'da Inter ile berabere kalınca üçünlüğü garantiledi ve Şampiyonlar Ligi'ne direk katılma hakkı etti. Maç sonunda ise Walter Mazzarri omuzlara alındı. Yıllardır yapılan yatırımın karşılığını sonunda aldılar. Mazzarri'ye övgüler az kalır. Ve tabi ki Cavani'ye...
Napoli'yi gidip görmedim ama Maradona'dan ötürü severiz. Ancak Gamorra'yı izledim. Güzel filmdir, tavsiye edilir.

Bir diğer hesap da Parma ile Juventus maçında kesildi. Juventus altyapısından yetişen ama kimilerine göre beklentileri veremediği için Parma'ya kiralanan Giovinco attığı tek golle siyah-beyazlıların Avrupa Ligi hayallerini kararttı desek yeridir. Genç oyuncu ilk maçta da eski takımına karşı 2 gol atarak sarı-lacivertlilerin deplasmandan 4-1 galip gelmesini sağlamıştı. Her fırsatta Juve'de oynayabileceğini ama şans verilmediğinden yakınıp durdu Giovinco. Oynama şansını da Parma'da buldu, intikamını aldı...

15 Mayıs 2011 Pazar

Beş kere Alex


Alex insana fazla söz söyleme gereksinimi vermiyor. Keza Gökhan da öyle. Başka söze ne hacet. Bu ikili  şüphesiz ki Fenerbahçe adına sezonun en muhteşem ikilisi.

Fenerbahçe 6 - 0 Ankaragücü

Alex 26' (pen)
Alex 30' (pen)
Alex 48' (pen)
Bekir (Niye Bekir :)) 74'
Alex 83'
Alex 90'

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Peru'da bir Baggio


Peru'da geçen yıl yaşanan sel felaketiyle harabeye dönen İncalar'ın başkenti, tarihi şehir Cusco, Roberto Baggio'nun ziyaretine nail oldu. Binden fazla çiftçi ve alpaca yetiştiricisine destekte bulunan FAO (Food and Agriculture Organization)'ın elçisi vasfı ile bölgeye giden Baggio, t-shirt ve bol bol imza dağıtmış. 

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Bank Asya 1. Lig'de son hafta

Bank Asya 1. Lig için bu sene ne kadar çok "nefesleri kesti" desek azdır. Haftalar boyunca "kim çıkar" dedik durduk, Samsunspor kendini gösterdi. Sonrasında da Mersin İdman Yurdu geçen hafta sonu 29 yıl aradan sonra Süper Lig'e çıkmayı başardı. İlk altı savaşı ise devam ediyor. Ergün Penbe'nin gelişiyle muazzam bir yükseliş gösteren Erciyes'in ilk altıya kalacağını düşünüyordum ama iddiasız takımlarla oynayacak olmaları rehavet getirmiş olacak ki hem Karşıyaka'ya hem de Denizlispor'a kaybederek bence treni kaçırdılar. Gaziantep Büyükşehir Belediye play-off oynamayı garantiledi. Orduspor, Çaykur Rizespor, Tavşanlı Linyitspor ve Boluspor'dan üçü de play-off'a katılacak takım olmak için son hafta sahaya çıkacak. Açıkçası Tavşanlı Linyitspor dışında hangisi dışarıda kalırsa kalsın yazık oldu demem. Hiç biri belli bir istikrar yakalayamadı. Bu hafta oynanacak maçlar şöyle; Bolu-Kartal, Denizli-Ordu, Diyarbakır-Gaziantep Büyükşehir Belediye, Giresun-Erciyes, Samsun-Çaykur Rize, Tavşanlı-Akhisar.

Alt sıralarda ise kim düşerse yazık olacak. Altay ile Adanaspor bu hafta 5 Ocak Stadı'nda ölüm kalım savaşına çıkıyorlar. Kartalspor, Bolu deplasmanına çıkarken, Akhisar Belediye Tavşanlı'nın, Güngören Belediye de Karşıyaka'nın misafiri olacak. Hesap-kitap çok karışık. Tahminimi söyleyim sadece; Altay düşer...
Düşene niye yazık olacak kısmına gelirsek; Kartalspor ligin ilk yarısında sanki rakip kale saydam bir camla örtülmüş gibi bir çok pozisyon bulmasına rağmen gol sorunun çözemedi. İkinci yarı ile birlikte toparlandı ve gerçekten düşmemek için en çok o mücadele etti. Altay, asla bu noktada olacak futbolu oynamadı. Hep daha iyisini oynadı ama golcü sıkıntısını onlar da yaşadı. Akhisar Belediye, ha bu hafta havlu atacak, ha şu hafta havlu atacak dedik dedik en kritik zamanda üç puan çıkarmayı başardı. Güngören Belediye, kısıtlı kadrosuna rağmen sağlamcı bir futbol zihniyetiyle mücadele etti, zor takımlardan puan almayı başardı. Adanaspor'da ise hoca git-geli çok yaşandı, aslında yönetim zihniyeti ile düşmesi gerekiyor ama eldeki futbolcular ve imkanlarıyla kalsa iyi olur. Ayrıca aynı Altay gibi küme düşmeyi hakedecek bir futbol oynamadılar.

10 Mayıs 2011 Salı

Nuri'nin transferi

Bugün telefonla öğrendim transferi. "İyi olmuş, sevindim" dedim kapattım. Akşam da arkadaşla bardaki tv'de gördük haberini, soframıza meze ettik.
Meze olmasının en önemli detayı attığı 4 golün en az yarım saat boyunca ekranda dönmesiydi. Anlaşılan özel program yapılmış. Arada tv'ye göz atarken Rüştü, Nihat gibi isimler telefona bağlandı. Tabi biz duymuyoruz, ekranda ne yazıyorsa ona bakıyoruz. Hal böyle olunca "bu kadar mı önemli bir olay abi" diye birbirimize sormaktan kendimizi alıkoyamadık.
Mesut Özil de Real Madrid'e transfer oldu, onun için yapıldı mı bu tarz program, hatırlayamadım. İlla ki bir futbol programının önemli bir dilimini işgal etmiştir ama özel program yapılmadı herhalde.
Niye yapılmaz bunu merak ettik ilk önce. Sonuçta o da Türk, Nuri de... Vaziyetin tek açıklaması Nuri'nin Türk milli takımının oyuncusu olması. Mesut için "adam Almanya milli takımıyla prim yaptı abi" dendi, evet doğru. Peki Nuri Türk milli takımıyla mı prim yaptı? Bu sezon Dortmund'un birçok maçını izledim. Nuri'nin nasıl oynadığını detaylandırmaya gerek yok. Mühim nokta milli takımda ne oynadı, Dortmund'da ne oynadı. Arada çok fark vardı bence. Nuri, sarı-siyahlı forma altında muazzam işlere imza atarken neden Şükrü Saracoğlu Stadı'nda sönük kalıyordu. Bence Türk futbolunun esas tartışması gereken mesele bu. Şimdi gelelim ikinci tartışılması gereken meseleye...
Evet Real Madrid'de artık iki Türk futbolcu var, belki de üç olacak. Ama bu isimlerin hiç biri bizim hocalarımız tarafından yetiştirilen isimler değil. Arda Atletico Madrid'e gitse mi, gitmese mi tartışması yapıyoruz. Meraktayım acaba gitse ne olur. Tuncay gitti de ne oldu? Bu topraklarda Manchester United'a üç gol birden attı, bir tane de Old Trafford da attı. Kader bu ya, bu sezon tek golü de yine Manchester'a attı. Ama o kadar. Biliyorum biraz Hıncal Uluç muhabbeti olacak ama gitti de ne oldu abi? Şu an memleketin yetiştirdiği en iyi topçu Arda gitse ne olacak. En büyük soru işareti de bu.
Özetle Nuri'den kendimize pay biçmemiz bana biraz anlamsız geliyor. Alman altyapı hocalarına teşekkür edelim ve mümkünse yetiştirdikleri topçulardan da daha fazla faydalanmaya bakalım. "Anne benim niye püskevitim yok" muhabbetine girmeden de Nuri'ye şans dileyelim. Tahminim o ki o beyaz formayı giyer ve bırakmaz bu adam.

Gazze Maratonu


foto: Marco Longari / AFP / Getty Images

Geçen hafta Gazze'de ilk defa maraton koşuldu. Olayın sportif yönünden pek anlamam ama sosyolojik etkilerinin çok önemli olduğu aşikar. Öyle ki koşuya katılmak için şafak vakti toplanan insanların sadece 9'u sporcu iken o 9'un yanında 1400 kadar da Filistinli atletlere eşlik etti. AFP'nin haberine göre, sponsorlardan toplanan yaklaşık bir milyon dolar da Filistin mülteci örgütünün her yıl Gazze'de düzenlediği yaz oyunları için kullanılacak.
Hamas'ın kontrolündeki güvenlik güçlerinin eşliğinde koşulan maratonda harika fotoğraflar var, ben ikisini seçtim. Fotoğrafları anlamlandırmak için de üstün körü bir araştırmayla olan-biteni aktarmayı çalışıyorum. İlla ki memlekette de ajans haberinin ötesinde ayrıntısını yazan birileri çıkmalı.
Bir izleyicinin ağzından dökülenler neden yazılması gerektiğini fazlasıyla açıklıyor; "İnsanlar spor için koşmayı tuhaf buluyor, birini koşarken görünce deli olduğunu sanıyor. Filistinler genelde sadece hava saldırısı olduğunda, ya da korktukları zaman koşarlar"

Blogu da böyle açmış olalım.

3 Mayıs 2011 Salı

ara

Elim çok kez yazmaya gitse de postlar genelde taslaklara sıkışıp kalıyor. Son zamanları biraz yoğun, biraz karışık ve zihnen çok hırpalanmış geçirdim. Haftada 1-2 post atmak yerine en iyisi 1-2 hafta ara isteyelim. Çemkirmek istediğim ve övmek istediğim bir kaç mesele vardı. Ama hiç tadım yok, eh onlar da kusur kalsınlar. Üç yıldır blog yazıyorum ve bu süre içerisindeki dördüncü farklı sektördeki işimi de dün kaybetmiş oldum. Biraz kafa toplamak lazım. Döndüğümüzde daha dinç ve daha verimli bir blog sözü de verelim sizlere. Belki de şampiyon döneriz.

Not: Bu arada Bülent Timurlenk bizi gazetesindeki köşesinde ağırlamış. Teşekkür ederiz kendisine;
http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/timurlenk/2011/05/01/ve-top-santra-noktasinda