30 Eylül 2010 Perşembe

Japonlar'dan Maradona Taklidi



Şu ana kadar gördüğüm en güzel, en komik taklit diyebilirim. Oldukça da benzetmişler Maradona'ya :)

Şampiyonlar Ligi Notları #2. Hafta


- Braga'nın Sevilla süprizi ağzımızda bir parmak bal olarak kaldı. Deplasmanda oynadıkları Arsenal maçında 6-0 mağlup olmuşlardı. Bu hafta evlerinde Shakhtar'a da 3-0 mağlup oldular. Partizan ise evinde Arsenal'e 3-1 mağlup oldu. Bu maçta Partizan lehine 2 tane olmak üzere, 3 kez penaltı düdüğü çalındı. Partizan bu penaltılardan biri yüzünden 10 kişi kalırken, tek penaltı golünü Caio attı. Partizan'ın diğer penaltısını kaçıran da Caio. Penaltıyı kurtaran Fabianski de şu an için göze girmiş durumda. Wenger de Fabianski'ye maç sonu gaz vermiş ama kalenin hala Almunia'da olduğunu söylemiş.

- Van der Vaart için Twente maçı çok enteresan geçmiş. İlk yarıda penaltı kaçırınca çok morali bozulmuş ve bir anlık hırs ile sarı görmüş. Soyunma odasında kendini o kadar iyi toplamış ki ikinci yarı başlar başlamaz çok güzel bir gol attı. Golde sakinlik var, zeka var, teknik var. Maça da öncekinden çok daha motive olması 60. dakikada yeni yetmeler gibi bir hareket etmesine ve ikinci sarı kartı da görmesine neden olmuş. 10 kişilik Tottenham'ı kurtaran ise Gareth Bale oldu. Önce içeriye muazzam süzülüp penaltı almış, 85. dakikada da Twente'yi yere seren güzel bir gol atmış. Hergün futboluyla büyüyor. O kadar hızlı büyüyor ki Tottenham'ı memnun edebilecek bir transfer teklifi almasını da zorlaştırıyor bence.

- Rubin Kazan, Barcelona ile oynadığı son 3 maçtan 2 beraberlik 1 galibiyet çıkarmış. Pep'in son 3 maçtır yenemediği tek rakipmiş. Barcelona futbolda yeni bir akım başlatabilir. Hücumcu bekler ve defansif ortasaha sayesinde tekrardan 3lü savunma görüntüsü çıkabilir ortaya. Barcelona dün çok açık 3 lü defans oynadı. Aşağıda UEFA'nın resmi sitesinden aldığım ve kendimce düzenlediğim bir grafik var. Sadece 2 bekin bulunduğu pozisyonları ekledim. Yine aşağıdaki grafiğe göre orta yuvarlağı Mascherano kontrol ederken, hemen sağında Pique sağ içi, solunda da Puyol sol içi topladı. Grafik karışmasın diye onları eklemedim. Kalan 8 oyuncunun da eklediğinde grafikte rakip yarı alanın nasıl kıpkırmızı olduğunu, Barcelona'nın nasıl hiç alan bırakmadığını tahmin edersiniz. Noat Samisa detaylı bir şekilde yazmış. Okumanız tavsiye edilir. Ben de bir kaç güne Fenerbahçe'nin de son yıllarda uyguladığı bu format, Alex ve başarısız futbol hakkında bir yazı hazırlayacağım. Fenerbahçe Zico'dan beri 3'lü oynuyor. Aurelio'nun katılımıyla Schuster de bunun tohumlarını ekmeye başladı.

- Ajax-Milan maçında İbrahimoviç eski takımına gol atmayı başardı. Fakat İbrahimoviç son günlerde yakışıksız hareketler yapmaya başladı. başına buyruk yapısı, ben en büyüğüm davranışları onun futbolunu olumlu yönde etkilese de Sacchi ile girdiği ağız dalaşı, antremanda genç arkadaşına şakayla karışık da olsa tekme atması ve son olarak da Ajax maçında çarpıştığı oyuncu yerde kıvranırken bırakıp pozisyonuna devam etmesi çok yakışıksız. Barcelona başarısızlığı ağır tahribata yol açmış.

- Inter de geçen sezon Milito sesleri yakılanırken, bu sene Eto'o sesleri yankılanıyor. Eto'o 3 gol atarak çıkışını sürdürmüş. Benitez'in güvenip, oynattığı 18 yaşındaki Coutinho da Roma maçında bana ışık vermişti. Özetlerden izlediğim kadarıyla bu maçta da fena oynamamış. 18 yaşında, kısa ve İtalya için çelimsiz gözüken bu adam, İtalya en önemli kulüplerinden birinde 2 maçtır çok önemli maçlara çıkıyor. Hem hocaya alkış, hem de Coutinho'ya.


- Cüneyt Çakır ile devam edelim. Bir Türk hakemini büyük bir arenada görmek sevindirici ama abarttığımızı düşünüyorum. Öyle ki Cüneyt Çakır saç tıraşı olup maça gelmiş. Maçı güzel yönetti. Kendisini çelişkiye düşürecek bir pozisyon da olmadı. 2 penaltı çaldı ve 2 side bana göre penaltıydı. Zaten kale çizgisindeki asistanı Fırat Aydınus'un da önünde oldu penaltılar. Başarılar dilyorum.

Rangers 1 - 0 Bursaspor


Bursaspor kendi açısından grubun kaderini belirleyecek maçlardan birine daha çıktı ve mağlup ayrıldı. Valencia maçından sonra tecrübesizlikten bahseden kişi sayısı çok fazlaydı. İlk maç için bu görüşe katılmamıştım. Bu maçta da yenilen gol için tecrübeden bahsedebilirim ama oyunun devamında Bursaspor'un yine teknik direktör hatası ile mağlup olduğunu düşünüyorum.

Bursaspor sahaya Ivankov - Ali Tandoğan, Stepanov, Ömer, Vederson - Svensson, Ergic - Volkan, Batalla, Ozan İpek - Sercan 11'i ile çıktı. Rangers ise Manchester United deplasmanında olduğu gibi 5 li bir defans ile sahadaydı. Tahminimce Ertuğrul Sağlam, Rangers'ın da kader maçı sayılan bu maç için 5 li defans ile çıkacağını düşünmedi. Aksine risk alacağını düşünerek, Volkan, Sercan, Ozan İpek gibi hızlı oyuncularıyla sonuca gidebileceğini düşünmüş olabilir.

Maçın başındaki görüntü Rangers'ın klasik ada futbolu oynayacağıydı. Bursaspor için çok kolay kitleyebileceği bir takım görüntüsü vardı. Nitekim oyun da böyle başladı ve Şampiyonlar Ligi seviyesindeki bir takımın yememesi gereken klasik ada golü geldi. Bu dakikadan sonra ipler tamamen Rangers'ın eline geçti. Ergic'in sakatlanmasında Insua'nın oyuna girmesi bir riskti ama alınabilecek cesur bir riskti. Fakat şunu da bilesiniz, bu değişikliği aynı seviyede başka bir takıma karşı yaparsanız sahadan fark yiyerek ayrılırsınız. Bursaspor'un daha çok topla oynamaya başlaması ve Rangers'ın kale önüne set kurması Turgay'ın oyuna girmesi gerektiğini işaret ediyordu. Turgay ise oyuna 72. dakikada girdi. Hem de Sercan'ın yerine. Üstelik sahada kötü oynayan Ozan İpek dururken. Sercan'ın kalabalık içerisinde kaybolduğunun ben de farkındayım ama pekala Sercan o kalabalıktan çıkarılıp, sol forvete yerleştirilebilir ve Turgay'ın açtığı alanları doldurabilirdi. Kim ne derse desin bence bu bir teknik direktör hatasıdır.

İkinci yarıda dikkatimi çeken bir diğer nokta da Bursasporlu futbolcuların oyundan kopması, rakip takımın defansını geçemedikleri için umutsuzlaşması ve sabırlı bir şekilde alan daraltarak ileri gitmek yerine uzaktan şutlara ve kişisel yeteneklerine başvurmasıydı. Tecrübesizlikten bahsedeceksek burada bahsedebiliriz.

Bunların dışında, Insua'nın oyuna girdikten sonra kalabalığa girmeyip, daha geride topu yönlendirmesi maçın iyi hareketlerindendi. Ozan İpek geçen sene çok övülen bir isimdi ama ben ileriki yıllar için pek ışık görememiştim. Bu sezona da kötü başladı. O kanadı da hareketlendirecek birilerini hazırlamak gerek. Batalla da etkisizdi bugün. Kalabalık içinde kayboldu. Svensson'un ağır görevi 20. dakikada bitti. Net bir yorum yapmak hata olur.

İlk 2 için Bursaspor'un şansını konuşmak başından beri hatadır ama bir 3.lük elbette yakışırdı. 3. olabilmek için evinde Valencia'ya 3 puan vermemeli, Rangers'tan da deplasmanda 1 puan almak gerekirdi. Şu anda puan tablosu 4-4-3-0. İki Manchester maçını da 0 puan olarak hesaplarsak (ki en doğal sonuç) 3. lük şansı mucizelere kalır. Bursa'da Rangers'tan alınacak 3 puan itibar açısından önemlidir.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Kadın da olsa...



...sonuçta o bir Japon.

Japon spikerin Yokoyama çığlıkları golün izlenmesine 2 kat daha katkıda bulunmuş. Gol u-17 Kadınlar Dünya Kupasında yarı final maçı olan Japonya-KuzeyKore maçında atılmış. Finalde ise Güney Kore Japonya'yı normal süresi 3-3 biten maçta, penaltılarla 5-4 yendi.

26 Eylül 2010 Pazar

Çok Kısa Premier League


Balon mont giyen bir Wenger'den daha kötü bir Wenger varsa o da üstteki fotodadır. Arsenal evinde 73.dk da 0-3 geriye düştüğü WBA maçını ancak 2-3 bitirebildi. Daha 3 gün önce Wenger, 5 yıldır kupa kazanamadıklarını ama artık kazanmaları gerektiğini, çünkü takımının deneyim kazandığını ve bunun bahane olamayacağını söylemişti. WBA yenilgisiyle Chelsea'nin de puan kaybettiği haftada puan farkını 1 e indirememiş oldular. Görünüş olarak bir İtalyandan çok Asya Türklerine benzettiğim Di Matteo ise WBA'ya 10 puan kazandırmış durumda. Bu sezona iyi başladı. Futbolculuğunu da severdim. Umarım takımı Avrupa kupalarına katılacak noktalara getirir. Aynı günün bir önceki saatinde haftanın maçı Manchester City ile Chelsea arasında oynandı. İki İtalyan hocanın karşılaşmasında özetle İtalya soslu bir Premier League maçı izlediğimizi söyleyebilirim. Pozisyon olarak kısır, mücadele olarak üst düzey bir maçtı ama tempo Premier League temposundaydı. Tevez'in golüyle maçı Man. City kazandı. Buna rağmen Manchester City'nin uzun vadede pek başarılı olacağını düşünmüyorum. Mancini fazlasıyla İtalyan tarzı oynatıyor takımını. Biraz daha Premier League'e adapte olması lazım.

24 Eylül 2010 Cuma

Dely Valdes - Zaccheroni - Bento - Matthaus

Geçtiğimiz hafta bir çok ulusal takım teknik direktör değişimi yaşadı. Desailly'in Gana milli takımını çalıştırmak istiyorum açıklaması ile birlikte Matthaus ve Zaccheroni'nin de bulduğu işlerin garip seçimler olduğu kanısındayım. Öncelikle bugün basında yer alan Dely Valdes'in Panama'nın teknik direktörü olması ile başlayalım. Aslında Dely Valdes'in ilk macerası değil bu. 2006 yılında da bir süre Panama'nın teknik direktörlüğünü yapmış ve sonrasında Panama u-17 ve u-20 takımlarını çalıştırmış. Geçtiğimiz 2 yıl boyunca da Malaga'da teknik direktör yardımcığı yaptı. Sene başında Portekizli teknik direktör Jesualdo Ferreira'nın takımın başına geçmesiyle de görevini bırakmıştı. Panama'nın alt yaş kategorilerindeki futbolcuları tanıdığı aşikar. Muhtemelen hiç Panama maçı izlemeyeceğim ama futbolculuk döneminde yırtıcı, çevik, süratli olan güzel adam Dely Valdes'e bol şans diliyorum.

Yine kıta dışına çıkalım ve Japonya'nın teknik direktör seçimini eleştirelim. Dünya Kupasında bana göre kadrosu elverdiği ölçüde başarılı olan bir takımdı Japonya. Takeshi Okada'nın istifasından sonra bula bula Zaccheroni'yi buldular. Ne güzel biz Zaccheroni'yi unutmuştuk ki geçen yıl Juventus takımın başına getirip tekrar akıllara soktu. 2007 de Asya Kupasında 3. olan Japonlar bakalım 7 Ocak 2011 de başyacak olan Asya Kupasında nasıl bir sonuç elde edecek.

Avrupa kıtasında ise 2 önemli ülke teknik direktörlerini açıkladı. Bunlardan en önemlisi olan Portekiz sonunda Carlos Queiroz'u yolcu etti. Yerine futbolculuk döneminde 35 kez milli takım formasını da giymiş olan Paulo Bento'yu getirdi. Bento'nun teknik direktörlük kariyeri Sporting Lizbon'dan ibaret. Alt yapı takımıyla başladığı kariyerine 2005 de bir nevi kurtarıcı olarak A takımın başına geçmişti. 4 yılda sadece 2 Portekiz Kupası kazanabildi. Nani, Moutinho, Veloso, Djalo gibi isimler onun döneminde Sporting'in alt yapısından çıkıp oynamaya başladı. Mourinho'yu yokladıktan sonrası için makul bir seçim gibi duruyor. En azından Queiroz'un yakalayamadığı istikrarı yakalarsa gelecekte takımın başına geçeceğini düşündüğüm Mourinho'ya birşeyler burakabilir.

Bulgaristan da Matthaus'u teknik direktörlüğe getirdiğini açıkladı. Geçimsiz, sivri dilli abimiz Brezilya'da bile teknik direktörlük yapmış durumda ama halen ülkesinde görev yapmış değil. Daha önce kendisine Fehevar'a gideceği vakit sallamıştık ama oraya da gitmedi. Kulüp takımı gibi teknik direktör değiştiren Bulgaristan'da da fazla duramaz gibime geliyor. Ufak bir not daha ekleyim; Bulgaristan'ı 44 yıl sonra bir yabancı teknik direktör çalıştıracak.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Karma İş Başında


Hayat Ribery'e bir yandan gösterirken bir yandan da elletmiyor. Acaba bunu ''My name is Earl'' ün karma felsefesi ile açıklayabilir miyiz? Ribery Galatasaray'dan olaylı olarak ayrıldıktan sonra iyi yerlere geldi. Marsilya'da başarılı oldu milli takıma seçildi. Milli takımda 2006 Dünya Kupası finalini oynadı ama kaybetti. Sonrasında Bayern Münih'e geldi, başarılı oldu ve Real Madrid'e gitmek istedi, gönderilmedi. Van Gaal ile futbolunun doruklarına çıktı ama sık sık sakatlandı. Herşey yoluna girmişken 18 yaşından küçük bir hayat kadını ile ilişkiye girdiği ortaya çıktı. Sonrasında takımı Şampiyonlar Ligi Finali oynarken O, takımının final yolunda Lisandro Lopez'e centilmenlik dışı bir faul yaptığı için 3 maç ceza almıştı. 2010 Dünya Kupası için Güney Afrika'ya gitti ama bu sefer de takımın hoca ile takışmasındaki ele başlarından biri olduğu iddia edildi, 3 maç ceza aldı. Her şeyden sonra Bayern'e geri döndü, sakatlığını atlattı ve Hoffenhaim'e karşı ilk maçında yine sakatlandı. Durumu ciddi. En az 1 ay oynayacakmış. Karma iş başında!

Home Run!


Fotoğraf Amerikan Major Beyzbol Ligi takımlarından Chicago White Sox'ın bir maçından. Havai fişekler ise zafer kutlaması değil. Bir oyuncunun topu sahanın dışına göndermesine "home run" diyorlar ve maç esnasında yapılan her 'home run' sonrası fişekler ateşleniyor. Bizde de dağlara taşlara vurulan toplar için böyle bir gelenek oluşturulsa sektör bayram eder...

21 Eylül 2010 Salı

Blog Spor

Hafta içi hergün 16:15-17:00 arası Sky Turk de Blog Spor programı var. Sunuculuğunu Begüm Kıratlılar'ın yaptığı, daimi yorumcu olarak spor müdürü Şaban Petek'in bulunduğu programda hergün bir blog yazarı da konuk oluyor. Geçtiğimiz cuma günü programda ben konuktum. Kendilerine buradan tekrar teşekkür etmiş olayım. İzlemeniz tavsiye edilir.

Desailly'nin Gana'yı Yoklaması


Desailly geçenlerde Gana'lı yetkilileri ''milli takımı çalıştırmak istiyorum'' diye yoklamıştı. Gana'nın genç yıldızı Andre Ayew de, Desailly'nin tecrübesinden dem vurararak takımı çalıştırmasına destek çıkmış. Futbolu bıraktıktan sonra herhangi bir antrenörlük geçmişi olmayan Desailly'in bu çıkışı da garip bence. Damdan düşer gibi bir şekilde Milan Rajevac'ın yerini almak da pek akıl karı değildir. Rajevac unutulmaz bir Dünya Kupası performansı yaşattı. Bunun yanında Gana bana göre geleceğin en önemli takımlarından biri. 2007 de u-17 Dünya Kupasında 4. , 2009 da u-20 Dünya Kupasında da final oynadı. Aralarında Ayew'in de olduğu bir kaç oyuncu da 2010 Dünya Kupasında çeyrek final oynayan kadrodaydı. Gümbür gümbür gelirken yanlış yapmamak lazım. Maradona'nın getirilişi gibi değil de, Klinsmann'ın getirilişi gibi takımı tanıyan kaliteli bir yardımcı antrenör ile göreve gelirse başarılı olabilir. Hatta uzun yıllar milli takımlarda görev almış, geçen yıl da u-20 takımının teknik direktörlüğünü yapan Sellas Tetteh Teivi'yi ikana ederlerse 2014 de çok güzel işler de çıkabilir ortaya.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Alev Alev

Boca Juniors'un Colon Santa Fe'yi 3-1 maçtan bir tribün çerçevesi. Boca 1-0 geride götürdüğü maçı çevirirken, Martin Palermo hattrick yaptı.

foto; reuters

Fenerbahçe 1 - 1 Beşiktaş


Mücadeleci ve yeteri kadar pozisyonu olan bir derbiyi geride bıraktık. Fenerbahçe maç öncesi tahminler ışığında bir kadro çıkartırken, Beşiktaş'ta Nobre ve Aurelio süprizleri vardı. İlk yarıda Beşiktaş'ın baskın başladığı, Fenerbahçe'nin önce dengeyi kurup skor avantajını elde ettiği, Beşiktaş adına hesapta olmayan 2 sakatlığın yaşandığı ve Fenerbahçe'nin de kontrolü ele geçirdiği bir oyun vardı. İkinci yarıda ise Emre'nin oyundan çıkması maçın kırılma anıydı. Saha içinde klasik derbi gerginliği dışında gerginlik olmaması da derbiye yazılacak artılardandı.

Maç öncesi yazımızda Beşiktaş'ın defansta pas yaparak çıktığından ve Fenerbahçe'nin önde pres uygulayarak üstünlüğü ele geçirebileceğinden dem vurmuştuk. Beşiktaş her ne kadar maçın başında baskın olarak gözükse de defans hatasından gelen sadece 1 pozisyon bulabildi. Orta saha mücadelesinde ise üstünlük Fenerbahçe'ye geçtiği anda golü de bulması büyük bir avantajdı. Oyunun ilerleyen dakikalarında da işler Beşiktaş adına daha kötüye gitti. Ekrem'in sakatlanması ve yerine İbrahim Üzilmez'i sağ bekte görmemiz şaşırtıcıydı. Buna rağmen İbrahim Üzülmez elinden geleni yaptı diyebiliriz. Kaldı ki sahada sağa da koysan, sola da koysan hiçbir varlık gösteremeyen Nihat vardı. İlk yarıda oyunun sık sık durması tempoya çok etki etti. Her iki kaleci de uzun süre yerde yattı. Hakan Arıkan'ın da oyundan çıkması Beşiktaş'ın işini iyice zorlaştırdı. Kötü yakalanan bir Beşiktaş vardı ve ilk yarı bitmeden 2 oyuncu değişikliği nedeniyle hamle yapamaz hale gelen bir Schuster vardı. Fenerbahçe ise oynaması gerektiği gibi oynadı. Orta sahada kapılan toplar Dia, Niang ve Alex ile buluşuyor pozisyon yaratılıyordu.


İkinci yarı Emre'nin sakatlığı nedeniye oyundan çıkması Fenerbahçe'yi orta sahada yumuşattı. Aykut Kocaman Özer'i sağa çekip, Topuz'u Emre'nin yerine aldı. Beşiktaş ise rahat rahat top çevirmeye başladı. Çok net pozisyonlar yakalayamadı Beşiktaş. Fenerbahçe de yeteri kadar kontra atağa çıkamadı. 72. dakikada Schuster artık riski göze alıp maçın vasatı Aurelio'yu oyundan alarak Bobo'yu oyuna soktu. 76. dakikada da Aykut Kocaman Alex'i çıkarap Cristian'ı oyuna aldı. Hiçbir varlık gösteremeyen Nihat'ın yerine Aurelio'nun çıkması her ne kadar risk olsa da Fenerbahçe'nin orta sahada yetersiz kalması sebebiyle doğru olarak yorumlanabilir. Ardından Cristian'ın girmesi de doğrusuydu. 80. dakikada Dia'nın kaçırdığı pozisyon Beşiktaş orta sahasından çok defansının hatasıydı. Penaltı pozisyonunda ise Fenerbahçe'de çözülmesi gereken en büyük sorun tekrar hortladı. Guti'nin attığı muazzam pasın hakkını elbette verelim ama Fenerbahçe orta sahası resmen uyudu.

İsim isim bütün oyuncuları değerlendirmesekte bir kaç tanesine değinelim. Beşiktaş'ta Guti farkını ortaya koydu diyebiliriz. Quaresma elinden geleni yaptı. Karşısında konsantre olmuş bir defans vardı. Nihat ise maçın hakkını veremedi. Schuster'in tek kozu kaldığından 90 dakika sahada kaldı. Oysa ilk çıkacak isim olurdu. Fenerbahçe'de Lugano, Bilica, Emre, Dia ve Niang en iyi isimlerdi. Andre Santos'u ise Quaresma sağda olmadığı zaman pek zorlayan bir isim çıkmadı. Karşısında solak İbrahim Üzülmez ve kötü Nihat vardı. Selçuk vasattı ama Cristian'dan daha iyiydi. Takım hiçbir zaman defansa gömülmedi. Penaltı pozisyonunda bile doğru çizgideydi. Gökhan Gönül de Quaresma karşısında elinden gelen çabayı gösterdi.

Her iki takımında sezon başı arızaları olduğundan normal bir skor diyebiliriz. İki takımında esas arızaları daha bir ayyuka çıktı diyebiliriz. Schuster'den daha cesaretli olup Necip'i oynatmasını beklerdim. Ayrıca Stoch'un da bu maçta çok şeyler vereceğini tahmin ediyorum ama yabancı kontenjanına takıldı. Fenerbahçe'ye orta saha transferi, Beşiktaş'a da zaman gerekiyor.

19 Eylül 2010 Pazar

Fenerbahçe vs Beşiktaş Maç Öncesi


Ligin 4. haftası geride kalırken Fenerbahçe sanki 20. haftası oynanıyormuşcasına yaralı bir durumda. Beşiktaş ise oynadığı futbolun hergün üzerine koyan, göze hoş gelen ve en önemlisi de heyecanını tavan yaptırmış bir yapıda. Normalde liglerin ilk haftaları oynanan derbiler heyecansız ve risksiz bir şekilde geçer. Lakin Fenerbahçe'nin pozisyonu bu maçı anlamlı kılıyor. Beşiktaş'ın da oynamak istediği futbol yapısı göz alındığında ortaya zevkli, bol pozisyonlu bir maç çıkabileceğini düşünüyorum.

Beşiktaş hafta içi oynadığı CSKA Sofia maçında bir grup oyuncusunu maça saklamayı düşündü. Yine de bu maçta Ferrari'yi kaybetti. İbrahim Toraman muhtemelen sağ bekte görevlendirilecekken, bu maçta Ferrari'nin yerine stoperde görev yapacak. Holosko da maç kadrosuna alınmamış. Fenerbahçe'de ise Andre Santos'u ilk 11 de, Cristian'ı yedekte göreceğiz. Bunun yanında Stoch ile Dia arasında da bir tercih yapılacak. Kazım da 18 kişilik kadroda bulunacak.

Son yıllara ait istatistik paylaşmak isterdim lakin pek geçerli olacağını düşünmüyorum. Hem Beşiktaş, hem de Fenerbahçe 6 ay öncesine nazaran farklı yapıda futbol oynuyorlar. Bu nedenle istatistiklerden alacağımız ipuçları bizi yanlış yönlendirebilir.

Beşiktaş sene başından beri uygulamak istedilerini bu maçta da uygulamak isteyecektir. Bunlar mümkün olduğunca defansı ileri çıkarmak, alan daraltmak, devamlı pas yapmak. Burada arızası yok mu? Yeni bir takım olduğu için tabiki var ve önceki maçlarda görülen defolar bu maçta daha da ayyuka çıkabilir. Beşiktaş defanstan çıkarken uzun topla değil de ayağa paslar ile çıkmaya çalışıyor. CSKA Sofia maçında Hakan Arıkan'ın 1 kez olsun topu ayağı ile degajlamaması gelecek açısından önemli bir artı. Lakin bu maçta Fenerbahçe önde pres yaparsa çok sıkıntı yaşatabilir. Sezon başı olması, her iki takımın da tam anlamıyla istediklerini yapamaması teknik direktörleri maç kazanma uğruna yapılarının dışına çıkmalarını isteyecektir. Misal Schuster defanstan çıkarken ne kadar hızlı olmayı ön görmüştür? En azından bir uzun top çalışması yaptırmış mıdır? Beşiktaş'ın İstanbul Büyükşehir Belediye maçlarında yaptığı hataları tekrarlama olasılıkları çok yüksek. Her zaman söylediğim gibi bu oyun yapısı sabırlı olunursa Beşiktaş'a çok şeyler kazandıracaktır ama bugün için risktir. Bugün o riskleri alacağını düşünüyorum.

Fenerbahçe'de ise bana göre olumlu bir gelişme var. Cristian'ın yerine Selçuk'un oynaması artı katacaktır takıma. Selçuk her ne kadar eleştirilse de Cristian gibi defansa gömülmeyen, Emre'ye daha yakın oynamaya çalışan bir oyuncu. Bu sayede Fenerbahçe hücuma çıkarken orta sahada oluşan boşluk doldurulabilir, dönen toplarda ribaundlar alınabilir. Niang, Dia, Stoch gibi isimlerle de Beşiktaş hücumlarında kazanılan toplarla defansın arkasına sarkmalar görebiliriz.

Tabi her maçta oldığu gibi derbilerde daha çok görülen plansız işlerde olacaktır. Bir kırmızı kart, bir sakatlık veya erken bir gol maçı vaktinden erken çözebilir. Özellikle Beşiktaş erken bir gol atıp, öne geçerse Fenerbahçe'de panik başlayabilir ve bir zamanlar İnönü'de Anelka'nın harikalar yarattığı maça benzer bir görüntüyü Quaresma'dan görebiliriz. Fenerbahçe ilk golü atarsa sabırlı, sakin ve sert olmalı. Ancak o zaman Beşiktaş'ın zaaflarından yararlanıp pozisyon bulacaktır.

16 Eylül 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Notları #1. Hafta


- Barcelona uzay futbolu oynamaya devam ediyor. Maçı izleyemedim. Özetlere göre 5 gol atan Barcelona fazlasıyla da cömert davranıyor. Geçen yıl Arsenal Nou Camp da Barça nasıl durdurulabilirin ipuçlarını vermişti. İnter de durdurup, kupaya uzanmıştı. Barcelona bence yine kupanın favorisi. Bazılarının beğenmediği futbolu oynamadan Barcelona'yı elemek imkansız gibi birşey.

- Twente - İnter maçı Twente için makul bir sonuçla bitmiş. İnter'in attığı ilk gol Milito'nun klasik ceza sahası hareketlerinden gelmiş. Bu hareketler artık bana bana bir dönemin Hasan Şaş'ını hatırlatmaya başladı. Tabi Milito ile Hasan kıyaslanamaz. Milito futbolunu bırakana kadar göstere göstere bu hareketleri yaparak golünü yazar. Twente'li Janssen'in ise ayakları çok sağlam. Attığı bir golün yanında bir tane de Milito'nun kendi kalesine atmasına vesile olmuş.

- Yıllardır yaptığı yatırımların karşılığını alamayan bir Tottenham vardı. Harry Redknapp'ın gelmesiyle arzu edilen futbolu oynamaya başladılar. İlk defa katıldıkları Şampiyonlar Ligine güzel başlayıp, 2-0 öne geçmişler. Werder Bremen için en doğru tanım ''son düdük çalmadan maçı bırakmıyorlar'' tanımıdır. Sampdoria'yı da Sampdoria'nın bitti dediği anda bitirdiler.

- Manchester United - Rangers maçı beklenenin aksine berabere bitti. Maçın en kötü sahnesi Valencia'nın ayağının kırıldığı an. Beğendiğim bir oyuncuydu. Umarım kısa sürede sahalara döner. Sahalara dönmesi beklenen bir diğer isim de Rooney. Bedenen sahadaydı ama alıştığımız futbolu yoktu. Çok top ezdi. Rooney sağlam karakterli bir isim. Kısa sürede toparlayacaktır.


- Yıllar sonra çocuklarımıza anlatacağımız bir Zidane vardı. Arkasından Messi çıktı. Tahmin ediyorum bunun devamı Müller olabilir. Bugün de çok klas bir gol attı. Hücum bölgesinin her noktasında oynayabilmesi de onun değerini arttırıyor. Maçtan 1-2 cümle bahsedersek; Roma özellikle 2. yarı çok aciz durumlarda kaldı. Bayern'in baskın, Roma'nın direnen takım olacağı zaten belli olan birşeydi ama van Gaal'in hamlelerine cevap veremedi Ranieri. Klose ise golcülün bir kez daha tanımını yapmış.

- Marsilya'nın yenildiğine bakmayın. Baştan sona üstün oynamışlar. Yedikleri gol de çok pis bir gol. Chelsea ise ligdeki tarifeyi Zilina'ya da sunmuş. Bu takıma artık Mourinho'nun takımı denmesi yanlış. Muazzam golcü bir takım yarattı.

- Milano'da konuşulan İbrahimoviç, Madrid'de ise Özil. Milan ilk yarıda çok pozisyon vermiş. Her iki golde de Ronaldinho ve İbrahimoviç var. İlk golde Boateng'in kafayı geriye doğru bırakması şahane. Real madrid ise topa tuttuğu Ajax kalesini çok tırt bir golle kırması da futbolun enteresanlıklarından. Özil yine sade, basit ve oyunu hızlandıran futboluyla yüceltilmiş.

- Son madde Arsene Wenger'e. O böyle fark yiyen takımların Şampiyonlar Liginde bulunmasından rahatsız ama şunu bilmesi gerekir ki her hoca onun kadar harika değil.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Bursaspor 0 - 4 Valencia


Bursaspor bugün tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi maçına çıktı. Neler yapacağı herkesin merakıydı. Sonunda 4-0 mağlup oldu ve alışık olduğumuz üzere tecrübeden dem vuruldu. Evet tecrübesiz bir takım Bursaspor ama bu acı mağlubiyetin tecrübeyle çok ilgisi yok. Maça çıkan kadro belki oyunun ilerleyen dakikaları için belki mantıklıydı ama yenilen 2 kötü gol planları alt üst etti. Malesef ki bunu düzeltecek hamleler yanlış yapıldı.

Turgay maç öncesinde sakattı. Turgay bu takım için alternatifsiz ve önemli bir isim. Bursaspor'un sahada ayağa pas yapabilecek, hızlı çıkabilecek bir görüntüdeydi. Nunez ve Turgay farklı yapıda oyuncular. Turgay top tutabilecek, defansı rahatsız edebilecek, çevresindeki hızlı isimleri kaçırabilecek bir isimken, Nunez pas yapabilecek, takım arkadaşlarıyla birlikte kaleye gidebilecek bir isim. Maç da aslında Bursaspor'un sıkıntıya sokmayan yavaş bir tempoda giderken Tino Costa'nın muazzam golüyle Valencia 1-0 öne geçti. Bursaspor oyunun devamında kaleye gitmekte zorlanırken free-kick ten 2. gol geldi. Bu yarıda Bursaspor kaleye gidemeyen, yeterli pas alış-verişi sağlayamayan, uyumsuz bir yapıdaydı. Valencia ise sakin, pas yapan, bulduğu boşluklarda kaleyi yoklayan bir görüntü çizdi.

İkinci yarıda değişiklik yapılacağını umarken o değişiklik gelmedi. Seyircinin desteğiyle Bursaspor etkili başlamıştı ama oyunun devamında ilk yarıdaki kıvama döndüler. Sercan ve Turgay'ın oyuna girerken Hüseyin ve Nunez oyundan çıkan isimler oldu. Hüseyin'in çıkması büyük bir riskti ve bu riski göze aldılar. Bana göre biraz körü körüne bir riskti bu. Sercan ve Turgay'ın girişleri oyuna hareketlik kattığı kesin. Bu ikili mutlak bir gol pozisyonu hazırlarken, bir tane de Turgay'a yapılan net penaltı verilmedi. Lakin Hüseyin'in çıkması Bursaspor'un defanstan oyun kurarken bocalamasına sebebiyet verdi. Atılan 3. golün sebebi bu değişiklikti. 4. gol de Hüseyin'in olmayışından geldi ama zaten oyun 3. golde kopmuştu. Ertuğrul Sağlam hatayı gördü ve oyuna Svenson'u aldı. Maçı da 5. yi yemeden tamamladı.

Tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi oynayan bir takım olsa bile tecrübesizlik diyerek kestirip atmak hata olur. Ertuğrul Sağlam için de alınacak dersler var. Rangers'ın Manchester beraberliği kötü oldu. Şampiyonlar Liginde alınan değil puan, 1 gol dahi olsa kardır. Evinde oynayacağı en kritik 2 maçından birini kaybetti. İskoçya'dan puan ile dönmek zorundalar.

13 Eylül 2010 Pazartesi

''Sizinle Gurur'' Duyuyoruz


Dün Twitter da istem dışı olarak ''Finaldeyiz'' trending topic olmuştu. Bugün de ''Sizinle Gurur'' istem dışı olarak trending topic oldu. Evet gurur duyuyoruz. Hatta dün o kadar çok gurur duyduk ki finale çıkmayı kendimize yeterli gördük. Kerem Tunçeri maçtan sonra dünkü yorgunluktan bahsetti ve dünkü yorgunluğun sebeplerinden birini de kutlamalar olduğunu söyledi.

Bugün alınan sonuç dünyanın en doğal sonucudur. Bu yüzden gurur duyuyoruz takımımızla. Final oynamak hayalleri gerçekleştirmek olabilir ama altın madalya kazanmak efsaneleştirirdi bu takımı. 2001 deki Avrupa Şampiyonasını hatırlıyorum da aynen bugünkü gibi coşmuş ve mutlu olmuştuk. Sonrası sırasıyla hüsran, genç kadro, yükseliş şeklinde geçti. Umarım hala öğrenen ve başarıya aç olan bu kadro bozulmaz, aynı şevkle, aynı heyecanla mücadelesine devam eder. O zaman biz bu finali de unuturuz ama şampiyonluğun tadını yaşarız. Teşekkürler 12 dev adam ve teknik kadro.

12 Eylül 2010 Pazar

FİNALDEYİZ !


Maç sırasında dışarıdaydım. Taksim'deki havayı gördüm. Taksim meydandan İstiklal Caddesine doğru, oradan Nevizede'ye kadar her yerde basketbol maçı izleniyordu ve her baskette oley sesleri yankılanıyordu. Eve yollandık, otoparka araç bıraktık. Adam anahtarı alır almaz kulübeye koştu. Eve doğru ilerlerken sokaklarda kimse yoktu. Tüm dükkanlarda milli maç izleniyordu. Adamın biri kepenkleri indirmiş, ışığı kapatmış maçı izler vaziyetteydi. Eve geldim, son dakiklar ve finaldeyiz! Twitterda plansız ve istem dışı olarak finaldeyiz trending topic oldu. Bizim buranın romanları darbukaları alıp, kutlama turuna bile çıktı. Ve bir ara itin bir tarafına soktuğumuz, hasta olmasına rağmen takımını bırakmayan koçumuza da bir teşekkür etmemiz gerekiyor bence.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Türkiye 3 - 2 Belçika


Belçika ile oynanan maçlardan ben her zaman korkmuşumdur. 30 Nisan 1997 yılında Belçika ile oynanacak maçtan 3 gün önce Hollanda'yı Bursa da yenmiş, kendine güveni tam bir milli takımımız vardı. Oktay tüm zamanların gelmiş geçmiş en güzel kişisel gollerinden birini Belçika'ya atarken, Luis Oliviera 3 gol birden atarak Dünya Kupası umutlarımızı kırıyordu. O maçtan sonra her ne kadar Euro 2000 grup maçında evsahibi Belçika'yı yendiysek de, yine bir Dünya Kupası eleme grubunda eşleştiğimiz rakibimizi 2 maçta da yenmeyi başaramadık (evimizde 1-1, deplasmanda 2-0). Açıkçası benim maç oynanmadan ufak bir korkum vardı. Bunun üzerine Fellani, Hazard, Van Buyten, Kompany, Lukaku, Dembele gibi isimleri ile yükselişte olan Belçika futbolu da eklenince, kazanma umudum azdı.

Türkiye Milli Takımı maça Onur - Sabri, Ömer, Servet, İsmail - Aurelio, Emre, Selçuk İnan, Hamit, Arda - Tuncay 11'i ile çıktı. Santraforsuz bu takımın neler yapacağını merak ediyordum. Özellikle de Tuncay'ın Van Buyten-Kompany ikilisine neler yapacağı önemliydi. Maç başladıktan 10 dakika sonra Selçuk İnan-Emre ikilisinden biri fazla olduğu anlaşıldı. Selçuk İnan (Çok beğendiğim bir isim olmasına rağmen) orta sahadaki pas trafiğine hiçbir şekilde olumlu katkı sağlayamadı. Takım olarak, sanırım biraz da rakipten korkarak, ayağa oynayıp, Tuncay'ı sarkıtmayı düşünen bir yapıdaydık. Tuncay maç boyu klasik mücadelesini ortaya koydu. Kompany'e ikincisi dolaylı yoldan da olsa 2 sarı kart göstertmeyi başardı. Tuncay'ın asıl performansı 2. yarıda Semih'in yanına gelmesiyle arttı. Elimizde fazlasıyla forvetimiz bulunmasına rağmen safkan golcü olarak sadece Semih var. Kadroya alınmayan Mevlüt de sadece golcü çerçevesine sokabileceğimiz bir oyuncu değil. Arda maçın bir bölümünde mükemmel, bir bölümünde sönük kaldı. Bu normal birşey. 90 dakika harikalar yaratmasını bekleyemeyiz. Top dışında başka şeylerle ilgilenmedi. Çok olumluydu. Hamit ise en fazla güveni veren isimdi. Gurbetçileri milli takıma kolay adapte edemiyoruz. Milli takımın huyu çok farklı. Ülkedeki kaos ortamı gibi top oynuyor. Yediğimiz goller de attığımız gollerde süpriz değil. Hiddink'in çözmesi gereken sorun bu. O da bunu başarmak istiyor ama aldığımız galibiyet yine bir kaos futbolunun galibiyetiydi.

Duran toplar benim 26 yıllık yaşantımda sık sık duyduğum, ülkenin de cumhuriyet tarihinden beri konuştuğu bir mevzu. Herkes kanayan yaramız der durur. Alt yapıdan çözmemiz gereken meseleyi hala çözebilmiş değiliz. Çözmek için çalışan var mı, gerekli önem gösteriliyor mu bilemem. Sırf bu yüzden Sinan Bolat değerlendirilebilir. Bu ülke bir tane daha Tuncay, Semih, Emre, hatta Arda yetiştirebilir ama altyapıda gerekli özen gösterilmez ise stoper ve kaleci yetiştiremez. Volkan Demirel, Rüştü, Onur, Hakan çok iyi kaleciler ama hataları ortak. Bunların içinde en şanslısı Onur. Çünkü Şenol Güneş gibi bir hoca ile çalışıyor.

Biz bu kaos futbolu ile herkesi yenebilme potasiyeline sahip oldumuz kadar, hepsine de yenilebilme potansiyeline sahibiz. Yenebiliriz çünkü Arda çıkıyor, Hamit çıkıyor, Tuncay çıkıyor, Emre çıkıyor, Semih çıkıyor, eskiden Nihat çıkardı. Yani bir şekilde rakibin hatasını affetmeyen bir pozisyon buluruz. Peki ya bizim hatalarımız? Bizim hatalarımızı Kazakistan dan hallice olan herhangi bir takım değerlendirebiliyor. Kısa vadede çözüm beklemek hata olur. Hiddink uzun vadede bunu değiştirebilir. Beklememiz gerekiyor.

2 Eylül 2010 Perşembe

Kazakistan ve Futbol

Milli Takımımız yeni umutlarla başlayacağı Euro 2012 için ilk resmi karşılaşmasına Cumartesi günü Kazakistan karşısında çıkacak. Kazakistan futbolu her ne kadar önemli gözükmese de yabancısı olduğumuz ve tanımadığımız bir ülke. Kazakistan hakkında biraz bilgi almak için Kazakistan'da ikamet eden Akın Kürekçi'den bilgilerini paylaşmasını rica ettim. Sağolsun, kırmadı beni ve bir yazı hazırladı. Kendisi Al Farabi Kazak Devlet Üniversitesi, Matematik Fakültesi mezunu. 2000 yılında ayak bastığı ülkede 2005 yılında mezun olmuş ve 5 yıldır da iş hayatını Kazakistan'da sürdürüyor. Lafı daha fazla dolandırmadan yazıya geçelim.

Kazakistan 2010 Dünya Kupası elemelerinde İngiltere ile aynı gruptaydı.
Wembley'deki maçta İngiltere rakibini 5-1 yendi.

Kazakistan, Orta Asyada Sovyetler Birliği'nden kopan Türki Cumhuriyetler içinde yüzölçümü ile en büyük toprak parçasına sahip ülkedir. Topraklarının Hazar Denizi'nden Çin'e kadar uzanması ve Avrupa'ya yakınlığı ile 2000 yılların başında yaptığı başvurusu sonuçlanarak, 2006 Dünya Kupası elemelerine Avrupa'dan katılmıştır. Kaderin bir cilvesi olarak da Sovyetler Birliği'nden koptuktan 10 dakika sonra bağımsızlığını tanıyan Türkiye ile aynı gruba düşmüşlerdi. Türkiye 2 maçı da gol yemeden farklı skorlar ile kazanmıştı. Bahsetmekte fayda var, bu maçtan 1 gün önce Semih'li, Mehmet Topuz'lu, İbrahim Akın'lı ümit milli karşılaşmasını da Kazakistan ümit milli takımı 2-1 kazandı.

Kazakistan sporuna göz atmaya çalışalım. Kazakistan'da futbol halk tarafından sevilse de 1. spor dalı değil. Tour de France'a katılan, ismini Kazakistan'ın başkenti Astan'dan alan Astana bisiklet takımı, bisiklet sporunun Kazakistan'daki popülerliğinin bir göstergesi. Bu dalda en iyi lokal sporcuları Alexander Vinokourov. Astana'nın da kazak dilinde başkent anlamına geldiğini de belirtelim. İkinci sırayı boks alıyor Kazakistan'da ve Olimpiyatlarda Kazak sporcular madalyalarını sadece bokstan getiriyor diyebiliriz.

Aktobe FK-Hapoel Tel Aviv maçından bir kare. Kaptan
Samat Smakov ve Murat Tleshev
Günümüz Kazakistan futboluna gelince; Kazakistan'nın en üst ligi yeni adıyla Premier Lig adı verilen, 1. deplasmanlı profesyonel lig. Bu ligde 12 takım bulunmaktadır. Ligden her sene 3 takım düşüyor ve 3 takım bir alt ligden yukarı çıkıyor. Rusya sınırındaki Aktobe şehrinin takımı olan ve aynı zamanda adını da taşıdığı Aktobe kulübü, ligi bir kaç senedir domine etmiş bir şekilde. Bu sene Şampiyonlar Liginde Hapoel Tel Aviv'e elenip Avrupa Ligi elemelerine kalırken, elemelerde de Az Alkmaar ile eşleşti. Deplasmanda 2-0 mağlup olup, evinde 2-1 kazanmasına rağmen turu geçemedi. Gerçeği söylemek gerekirse Kazakistan ligi fazla ilgi çekmiyor ve biletlerin ucuz olmasına karşın tribünlerin doluluk oranı fazla değil. (Hatırlatmakta fayda var, bir dönem Galatasaray ve Beşiktaş'ta forma giyen Mehmet Aksu 5-6 sene önce Jenis Astana takımında top koşturdu). Ligler hava şarlarından dolayı Rusya ligi ile aynı zamanda oynanıyor ve tatile giriyor. Kazakistan öyle parlak olan bir yıldız yok. Bir zamanlar Rus takımlarında oynayan Ruslan Baltiev var. Geçen yıl Tobol da forma giymişti ama bu sene ayrıldı. Şimdi de milli takımda zar zor kadroya giren Samat Smakov haricinde Kazakistanlı futbolseverlerin hayranı olduğu bir futbolcu yok diyebiliriz. Kazakistan milli takiminda önlem almamiz gereken futbolcular, ligin en güçlü takımı Aktobe FK'nın forveti Murat Tileshev ve Kostanay şehrinin Galatasaray'in gecen sene ön elemelerde karşılaştığı Tobol takiminin orta saha oyuncusu Nurbol Jumaskaliyev. Kazakistan futboluna ciddi bir atilim gerekiyor. Hava şartlarından da olabilir futsal bu ülkede bayağı ilgi görüyor. Benim düşünceme gore; bu ülkedeki futbolun gelişmesi için iki büyük şehrin, yani Almaty şehrinin takimi Kayrat'in ve Astana şehrinin takimi Lokomotiv'in güçlendirilmesi gerekiyor. Bu iki şehir haricindeki şehirlerin iyi yabancı futbolcular getirmeleri zor gibi gözüküyor. Teknik direktörlüğünü ise Kazakistan'a gelene kadar hep asistanlık yapmış 47 yaşındaki Alman Bernd Storck yapıyor. Suni çime rağmen Kazakistan milli takımının bizi çok zorlayacağını düşünmüyorum.

Maçın oynanacağı stat olan Astana Arena Stadı, çatısı açılıp-kapanan 30.000 kişi kapasiteli bir stadyum. İnşaatını Sembol İnşaat isimli Türk firmasının yaptığı bu stadyum, yaklaşık 3,5 yılda 160 milyon euro gibi bütçe ile yapıldı. Bu stadyumda en büyük dezavantajımız suni çim olacak. Şimdiden medyamızda gereksiz çim tartışmalarını duyar gibiyim. Stadın açılışı 2009 yılında, Kazakistan Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk devlet başkanı Nursultan Nazarbayev tarafından hem doğum günü, hem de Astana'nın başkent seçildiği gün olan 6 temmuz da yapıldı. Yeni bir başkent olan Astana, sıfırdan yapılanan bir şehir olduğu için o yıl yapılmaya başlanan büyük projelerin açılışları 6 Temmuz gününe denk getirilmeye çalışılır.


Mesela bu sene dünyada türünün ilk örneği olan Khan Shatyry Entertainment Center açıldı. Astana şehri tamamen düz arazi üzerine kurulmuş olup, çok rüzgar aldığından ve buna ek olarak kışları -50 dereceye varan soğuk havasından dolayı, halkı o şehirde tutabilmek için en son teknolojiler ile milyarlarca dolara çok modern bir şehir kuruluyor.

Yazıma Kazakistan'a geldiğinizde her yerde göreceğiniz 2030 rakamından bahsedip son vereyim. Kazakistan 2030 yılında dünyanın en refahlı ülkelerinden biri olmayı amaçlıyor. Bunun için ellerindeki kömür, petrol, uranyum ve diğer maden rezervleri yeter mi onu Allah bilir ama lisede okurken hiç sevmediğimiz 100 küsür maddelik kimya tablosundaki bütün elementler Kazakistan topraklarında bulunmaktadır.


Akın Kürekçi

1 Eylül 2010 Çarşamba

Avrupa'da Transfer 2010/11 vol.8

Son birkaç hafta bu seriyi güncellemeyince transferler biriktikçe birikti. Ben de transferin son gününe sarkıtarak hepsini bir anda yayınlamaya karar verdim. Son gün alternatifsizlikten yapılan transferler olduğu gibi ses getirecek bomba transferler de oldu.


Fabio Quagliarella - Napoli > Juventus - 4.500.000 euro (Kiralık-satın alma ops. 10m euro)
Alberto Aquilani - Liverpool > Juventus - (Kiralık-satın alma ops. 16m euro)
Milos Krasic - CSKA Moskova > Juventus - 15.000.000 euro
Armand Traore - Arsenal > Juventus - 500.000 euro (kiralık)
Leandro Rinaudo - Napoli > Juventus - 600.000 euro (kiralık)
Alessio Cerci - Roma > Fiorentina - 4.000.000 euro
Nicolas Burdisso - İnter > Roma - 8.000.000 euro
Marco Borriello - Milan > Roma - 2.000.000 euro (kiralık)
Zlatan İbrahimoviç - Barcelona > Milan - 24.000.000 euro (ilk yıl kiralık)
Kevin-Prince Boateng - Genoa > Milan - kiralık
Robinho - Manchester City > Milan - 18.000.000
Kakhaber Kaladze - Milan > Genoa - bedelsiz
Hernanes - Sao Paulo > Lazio - 13.500.000 euro
Jose Ernesto Sosa - Bayern Münih > Napoli - 4.000.000 euro
Jonathan Zebina - Juventus > Brescia - bedelsiz
Javier Mascherano - Liverpool > Barcelona - 22.000.000 euro
Alexis - Valencia > Sevilla - 5.000.000 euro
Martin Caceres - Barcelona > Sevilla - kiralık
Fernando Cavenaghi - Bordeaux > Mallorca - kiralık
David Trezeguet - Juventus > Hercules - bedelsiz
Royston Drenthe - Real Madrid > Hercules - kiralık
Markus Rosenberg - W. Bremen > R.Santander - 750.000 euro (kiralık)
Ciprian Deac - CFR Cluj > Schalke 04 - 3.000.000 euro
Jose Manuel Jurado - A.Madrid > Schalke 04 - 11.000.000 euro
Klaas-Jan Huntelaar - Milan > Schalke 04 - 14.000.000 euro
Wesley - Santos > Werder Bremen - 7.500.000 euro
Diego - Juventus > Wolfsburg - 15.500.000 euro
Sebastian Rudy - Stuttgard > Hoffenheim - 4.000.000 euro
Mauro Camoranesi - Juventus > Stuttgart - bedelsiz
Mickael Silvestre - Arsenal > Werder Bremen - bedelsiz
Sebastien Squillaci - Sevilla > Arsenal - 6.500.000 euro
Raul Meireles - Porto > Liverpool - 13.000.000 euro
Paul Konchesky - Fulham > Liverpool - 4.000.000 euro
Bebe - Guimares > Manchester United - 8.800.000 euro
Hatem Ben Arfa - Marseille > Newcastle Utd. - 2.500.000 euro(kiralık)
Stipe Pletikosa - Spartak Moskova > Tottenham - kiralık
Rafael Van der Vaart - Real Madrid > Tottenham - 10.000.000 euro
Marc-Antoine Fortune - Celtic > W.B.A. - 3.000.000 euro
James Milner - Aston Villa > Man. City - 30.000.000 euro
Ramires - Benfica > Chelsea - 22.000.000 euro
Carlos Salcido - PSV > Fulham - 2.000.000 euro
Eidur Gudjohnsen - Monaco > Stoke - kiralık
Asamoah Gyan - Rennes > Sunderland - 16.000.000 euro
Aleksandr Hleb - Barcelona > Birmingham - kiralık
Yannis Tafer - Lyon > Toulouse - kiralık
Loic Remy - OGC Nice > Marseille - 15.500.000
Andre-Pierre Gignac - Toulouse > Marseille - 16.000.000 euro
Yoann Gourcuff - Bordeaux > Lyon - 22.000.000 euro
Alberto Zapater - Genoa > Spoting Lizbon - 7.000.000 euro
Nicolas Otamendi - Velez > Porto - 4.000.000 euro*
Geremi - Ankaragücü > Larissa - bedelsiz
Salvatore Bocchetti - Genoa > Rubin - 9.500.000 euro
Carlos Eduardo - Hoffenheim > Rubin - 20.000.000 euro