29 Eylül 2008 Pazartesi

Patron Milletinin Puşt Tabiatı


Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belli olur derler... Ammavelakin şu yegane Çarşamba'yı tükettik pervasızca. Tribünlerdeki yer yer boşlukların hüznüne büründürdük, isteyerek ya da istemeyerek. Rastlantılar sonucu edinilmiş bir patron, arkaya dönmeye mahal vermeden vurup kaçabiliyor çaktırmadan. Oy pusulası yok, patronunu seçemezsin. Ne olur ne olmaz diye sigorta yaptırabilirsin yine de.

Mutlu başlamak kadar memnun ayrılmak da mühimdir. İlle de ben olucam diye bir kaide de yoktur zaten. Lütfedip girmiyorsun nihayetinde işe. Los Angeles Belediyesi işçi de almıyor... Eti senin ,kemiği benim diye ebeveynlerin de götürmüyor seni iş yerine. Treni kaçırırsan fırçayı da sen yiyorsun soğuğu da. İnceden kıl olsan da seve seve devam ediyorsun işine. Neyse ki güvenebileceğin arkadaşların var, ya da Fenerbahçen... İnsanın bunaldığı anlarda ne yapacağı bilinmez. Ne yaparsa yapsın vurmasın kapıyı, tazminatını alamaz...

Peruk da fayda etmeyebilir tekrar işe girmek istediğinde. Uzaktan görünce tanırlar adamı, yok dedirtirler sen gelmeden. Şahit olduğumdan değil de sağdan soldan duyduğuma dayanarak yazıyorum. Tabi bizim de bir bildiğimiz var, o ayrı.

Teşekkürlük bir şey yok ortada. Akşamüstü bir hatır için kapımı çalarsanız kitabımı imzalarım karşılıksız. Belki bir tane de patronunuza hediye götürürsünüz, kim bilir... İşte böyle derler bu işler için. Ama kimsenin pek bildiği yoktur işlerin nasıl yürüdüğünü. Tırnaklarıyla kazıya kazıya bir yerlere gelenlere ne oldu? Islıklamak da çözüm değil azizim...



16.03.2006/Libadiye

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok duygulandım