12 Temmuz 2010 Pazartesi

Dünya Kupasının Ardından


Turnuvanın ilk maçları her ne kadar büyük eleştiriler alsa da bence çok güzel bir Dünya Kupası oldu. Sıkça telafuz ettiğimiz Avrupa'da takımlar arası güç farkı azaldı klişesini bu Dünya Kupası için de kullanabiliriz. Bariz üstünlük, akıcı futbol ve bol gol bekleyen seyirciler doğal olarak üzüldüler ilk başlarda. Takımlar arası teknik olarak farklar olsa da taktik disiplin ve kondisyon olarak fark minimumlara indi. Bunun sonucunda elbette 2. ve 3. sınıf takımlar mağlup olmamak adına defansif hatlarını sağlam tuttu, mücadelelerini en üst noktaya taşıdı.

Futbol olarak beğendiğim birçok takım vardı. Bunların en başında Amerika geliyordu. Taktik disiplin ve mücadelenin üzerine hücum çeşitlemeleri katarak göze de hoş gelen fevkalade futbol oynuyorlardı. İngiltere'ye ve Slovenya'ya karşı mükemmel futbolları, Slovenya maçında verilmeyen golü ve Cezayir karşısında aldıkları galibiyet maçlarını büyük zevk ile izledim. Elendikleri rakibi Gana da yine çok beğendiğim takımlardan biri. Üstün fiziki mücadeleleri, defansta açık vermemeleri onların en büyük artılarıydı. Lakin potansiyellerine eriştikleri futbolu A.B.D. maçında sergilediklerini düşünüyorum. İlk 2 grup maçında Gyan'a yardımcı olarak sahaya sürdükleri isimler takımın hücum gücünü arttıracaklarına azalttı. Defansta mükemmel bir uyum yakalarken, aynı uyumu hücumda yakalayamadılar. Buna rağmen çeyrek finale adını yazdıran 3. Afrika ülkesi oldular. Bu başarı gelip geçici bir başarı olmayacaktır. Geçen yıl u-20 Dünya Kupası'nı kazanan gençlerin katılımıyla birlikte 2014 de daha güzel bir futbol sergileyeceklerine eminim.

Gönlümün bir köşesinde duran Güney Kore de başarılı bir futbol oynadı. Onların da eksikliği merkez santraforda idi. Perişan ettikleri Yunanistan ve perişan oldukları Arjantin maçlarından sonra Nijerya karşısında da güzel bir futbol sergileyerek gruptan çıktılar. Uruguay'a karşı ise çok ama çok iyi futbol oynadılar. Park Chu Young ve Park Ji Sung önderliğinde Uruguay'ı esir aldılar. Lakin cellat Güney Kore'de değil, Uruguay'da (Luis Suarez) idi. Uruguay da kupaya damga vuran ekiplerdendi. Her Dünya Kupası'nın anlatılacak anıları olur. Gana'nın ipini çekmesi gereken Luis Suarez, 120. dakikada ağlarla buluşabilecek olan topu elleriyle keserek Yarı final için takımına 1 şans daha verdi. Gyan son dakikada penaltıyı kaçırarak sadece büyük bir şansı değil, yarı finali psikolojik olarak kaybetti. Luis Suarez'in davranışı çok tartışıldı. Kişisel kanaatimce Luis Suarez yapması gerekeni yaptı. Oyun kuralları çerçevesinde de cezasını aldı. Forlan'da açık ara turnuvanın en iyi oyuncusuydu. Güney Amerika'nın küçük takımları çok yıldız yetiştirdi ama Forlan gibi liderlik sıfatına uygun az futbolcuya sahip oldu. Uruguay'ın kabuğunu kırmasında en önemli nokta Forlan'dı.

Her ne kadar Brezilya, Portekiz, Fildişi Sahilleri ve Kuzey Kore'nin bulunduğu G grubu ölüm grubu olarak gösterilse de asıl ölüm grubu H grubu oldu. Zavallı Honduras öyle güzel rakipler ile eşleşti ki İsviçre'den 1 puan alarak kendilerini şanslı bile sayabilirler. İspanya'ya süpriz yaşatan Hitzfeld'in takımı İsviçre, Şili karşısında hakem kurbanı oldu. Hitzfeld'in futbol bilgisine büyük saygım var. İsviçre'yi seçtiğinde nasıl böyle bir adamı kaçırdık diye hayıflanmıştım. Onlar bu turnuvada kaza yaptılar. 2 yıl sonra Avrupa Şampiyonasında daha iyi noktalara geleceklerdir. Şili ise sınırları zorlayan ve klişenin içine eden dizilişi ile sempati topladı. İyi oynadılar, bol pozisyon buldular ama skor üretmekte zorlandılar. 2007 deki Copa America maçlarında gönlümü fetheden Humberto Suazo turnuva başında sakatlık ile cebelleşmese belki skor olarak da takımını 1 adım ileriye taşıyabilirdi.

Turnuva'nın hayal kırıklıklarına gelirsek; En başta Fransa'yı ve İtalya'yı ekleyelim. Fransa Futbol Federasyonu için ne desek az. 2008 de hüsran yaşayan ve kimse tarafından sevilmeyen Domenech'in en büyük destekçisi Federasyondu. Blanc'ı getirerek doğru bir yaptılar ama Domenech ile yollar 2 sene önce ayrılmalıydı. Sağlam altyapısı sayesinde Fransa sadece vakit kaybetmiştir. Blanc ile takım daha ileriye muhakkak gidecektir. İtalya ise ülke olarak bir düşüşte. Pirlo'nun da sakatlanması oyunlarına büyük darbe vurudu. 2008 deki hüsrandan sonra göreve tekrar getirilen Lippi'nin kadro seçimi eleştirildi. Kadro için hocaları eleştirmem ben. Herkes inandığı kadro ile yola çıksın ve çıkan sonuçun hesabını milletine ödesin düşüncesindeyim. İnanmadığı kadro ile yola çıksa zaten başarısızlığı en baştan kabullenmiş oluyordur.

Capello'dan ise çok beklentim vardı. İngilizler'in futbol kibirleri yüzünden kabullenmedikleri gerçekleri takıma uygulayabilirdi. Başaramadı. Çünkü kibirli ülkenin kibirli takımlarında Barry dışında alternatifi yoktu. Mesela Almanya Schweinsteiger'ı eksik bölgesinde kullanmayı başardı ama bunun değişikli kulüp takımında van Gaal yaptı. İngiliz futbolunda birşeyler değişirse milli takım ancak o zaman başarılı olur. Kim bilir belki süper hızlı oynanan premier ligi birileri yavaşlatmaya çalışır. Capello ile yola devam etmeleri isabetli bir karar.

Arjantin de Maradona gazı ile Almanya karşısına geldi. Maradona'nın da kadro seçimleri eleştirildi. Maradona'nın özel bir husumeti yoksa eğer Cambiasso'yu ve Zanetti'yi almaması hataydı bence. Çünkü Arjantin her iki ismi de aradı. Maradona bir kurt hoca değil lakin kurt hocalarda bulunmayan eksiklikleri vardı. 2006 da Klinsmann'ı Löw destekli sahaya süren Almanya hem günü, hem geleceği kurtarmıştı. Aynısını Arjantin de yapabilirdi. O zaman Arjantin'i gönüllerin şampiyonu değil de ciddi ciddi şampiyonluğa ilerleyen bir ekip olarak görürdük.

Bunların dışında Danimarka'yı yaşlanmış, Kamerun'u takım olamamış, Yunanistan'ı Kral Otto'dan sıkılmış, Avustralya'yı şanssız, Japonya'yı anime kıvamında, Yeni Zelanda'yı yenilgisiz tek takım, Paraguay'ı koca memeli gördüm. Şampiyon İspanya daha iyi oynayabilirdi ama bu futbolları da onları şampiyon yapmaya yetti. Hollanda ise şansının yardımıyla da olsa finale çıktığı için tebrik ederim. Brezilya ise Dunga'yı kovsun. Vuvuzelaya Konfederasyon kupasından alıştığım için bu turnuvada çok sevdim. TRT'yi ise yorumcu koltuğunu en çok hakeden Muhsin Eğtuğral'ı bize seyrek dinlettirdiği için kınıyorum.

1 yorum:

TribunselSevda dedi ki...

"... Paraguay'ı koca memeli ..."

hahaha süpersin ya :)