30 Ekim 2009 Cuma

Bir Koreografi Hikayesi



Fenerbahçe - Galatasaray maçı için Vamos Bien, Grup CK ve Unifeb'in birlikte hazırladıkları koreografinin hikayesi...

28 Ekim 2009 Çarşamba

Laporta'nın La Masia Ziyareti


''La Masia de Can Planes'' Barcelona'nın futbol akademisi oluyor. Nou Camp'ın hemen yayında. Geçen hafta kuruluşunun 30.yılı dolayısıyla Başkan Laporta ziyaret etmiş La Mesia'yı. Görünen o ki yeni Eto'o lar, Valdes ler yetişiyor :)

Bir Hakemin Derbi Maçını Ertelemesi


Üst düzey futbol oynayan bir futbolcunun en büyük hayali herhalde dünya kupasını kazanmak olsa gerek. Bir üst düzey hakemin de hayali herhalde dünya kupasının finalini yönetmektir. Tabi bir hakemin dünya kupası finalini yönetebilmesi için önce kendi yerel liginde başarılı olması lazım, sonra yurt dışı maçlarda başarılı olması lazım, sonra bir çok kez uluslararası turnuvaya katılıp başarılı olması lazım, vb başarılar. Tam olarak hakemlerin hangi yollardan geçtiğini bilmiyorum ama sonuçta üst düzey başarılar elde etmek için bir çok üst düzey maç yönetmeniz lazım. Bünyamin Gezer'in hedefleri nelerdir bilemem. Tabi ki dünya kupası finalini hedeflemiyordur. Gerçek şu ki şu an Türkiye'de ki herhangi bir hakemin ulaşabileceği en üst nokta Fenerbahçe-Galatasaray maçında görev almaktır.

Bünyamin Gezer maçı yöneteceğinin haberini aldığında eminim çok sevinmiştir. Parti verecek bir yapısı gözükmüyor ama belki ufak çaplı bir kutlama bile yapmıştır. Bir çok arkadaşından da tebrik telefonu gelmiştir. Görev aldığı ilk Fenerbahçe-Galatasaray maçını, yani hakemlik hayatının en üst noktasını erteleyebilir miydi? Erteleyemezdi, ertelemedi zaten. Ertelemesi de hata olurdu. Bir gerçekte şu ki futbolumuzda bazılarının adını ''tribün terörü'' koyduğu tribün olayları ve saha dışı olayları da giderek azalmakta. Artık deplasman otobüslerinde onlarca döner bıçakları çıkmıyor. Eskiye oranla takımınızın formasıyla çok daha rahat dolaşabiliyorsunuz. Bunları 2 sene önce şampiyonluğun kaybedildiği Galatasaray maçından sonra Kadıköy'de görmüş biriyim. Artık tribünden sahaya yabancı madde attığınızda bile etrafınızdaki kişiler sizi uyarmakla kalmıyor, tartaklamaya varan tepkiler gösteriyor. Elbette bir bıçak darbesi gibi yaşanabilecek olayları kesemiyoruz ama en azından en aza indirgemeye çalışıyoruz. Bu nedenle bu maçın ertelenmesini beklemek ve istemek haksızlık olur.

27 Ekim 2009 Salı

Derbi Ertesi


  • Son yazıda bahsettiğim kafadayım. Maç öncesi yaşadığım stresi hatırlamaya çalışıyorum fayda etmiyor, hiç yaşamamışım gibi geliyor. Belki de stressiz bir maç öncesiydi, olmamız gerektiği kadar rahattık.

  • Maça dair en güvendiğim şey Galatasaray'ın galibiyete olan inancı ve özgüveniydi. Tabi inanacaklar, inanmadan olmaz ama en son beraberlik için geldiklerinde istediklerini almışlardı eksik kadroyla. (2007-2008 sezonu Türkiye Kupası eşleşmesi)

  • Maç öncesi duyduğum skor tahminlerinin tamamına yakını 3-1 Fenerbahçe galibiyetiydi. Hatta ters totem deneyen Galatasaraylı arkadaşın gazeteye verdiği iddaa tahmini bile 3-1 Fenerbahçe galibiyetiydi.

  • Totem demişken, bu sefer benimkiler ritmik işledi. Ayrıca ilk 11 blog'dan Göksel'in maç öncesi köftesi ve kırmızı Puma'larına teşekkürler.

  • Maç esnasında Fenerbahçeli taraftarlar taca çıkan topta bile hakeme tepkisini esirgemedi. İnternette yorumları okurken durumun Galatasaraylılar açısından da aynı olduğunu gördüm.

  • Ama -hemen hemen- kimse orta sahada Mustafa Sarp'a 20 metre top sürdüren Fenerbahçe'ye veya gelen bütün uzun topları yere indiren Galatasaray tandemine laf söylemiyor.

  • Sahada futboldan başka her şeyin olduğunu düşünenlerden değilim. Her ne kadar birbirini doğrudan etkilese de tribünden atılanlar ve maç öncesi yaşananlar haricinde futbolcuların neden olduğu önemli gerginlikler yaşanmadı. Bu nedenle sahada 'kötü futbol' olduğunu düşünenler olabilir ama 'çirkin futbolla' karıştırmamak lazım.

  • Baros'un sakatlığını Emre'nin omuzlarına yıkmamak lazım. Emre'nin müdahalesinin Baros'un sakatlığıla doğrudan bir alakası yok. Kaldı ki pozisyon gereği yapılan bir hamle. "Emre Baros'u sakatladı" demek marifet değildir, şanssızlıktır. Tıpkı Baros'un sakatlığı gibi.

  • Isınırken iki takım oyuncularının birbirine girmesi hayatımda ilk kez gördüğüm bir şeydi. İki takımın bütün futbolcuları bir noktada toplanmışken o bölgeye yabancı madde atan kişilerin ne düşündüğünü ciddi şekilde merak ediyorum. Hakemler, Fenerbahçeli ve Galatasaraylı futbolcular... Atılan madde ortamdaki herkese isabet edip hernevi zararı verebilir. Aklınca Galatasaraylı futbolcuyu hedef alan Alex'i de gözden çıkarmıştır, hakemleri de, önümüzdeki maçları da, derbinin değerini de. Sahaya o maddelerden bazılarını atan herhangi biri bu blogu okuyorsa merak içinde yorumunu beklerim.

  • Bahsi geçen olaylardan ötürü muhtemelen askere gitmeden önce gittiğim son lig maçı oldu bu. Emeği geçen herkese teşekkürler.

  • Derbilerde bundan sonra salt futbol izlenmek isteniyorsa radikal yaptırımlar uygulanmalıdır. Maç öncesi yardımcı hakem yaralandığında maç tatil edilmeyerek büyük fırsat kaçtı. Zira Türkiye'de uygulanabilecek en ağır ve caydırıcı ceza bir Fenerbahçe - Galatasaray maçının iptalidir.

  • Yönetim katında ciddi önlemler alınmadıkça ligin ikinci yarısındaki maçta olaylar katlanacaktır. Bu nedenle olaylar katlanmasın diyorsak cezalar katlanmalıdır.

  • Tabi salt futbol izlemek isteyenlerin sayısı da önemli bu noktada. Söz konusu derbi olunca skordan fazlasını düşünemiyoruz. Konuyla ilgili Mehmet Demirkol ne güzel söylemiş: "Ülkede neden bu kadar çok skor yazarı var diye sorarsanız cevabı şudur: çünkü skorseverler sporseverlerden daha kalabalık!"

  • Kadıköy'deki seri kaşla göz arasında 10 sene oldu. Bilanço Fenerbahçe'nin 27 golüne karşılık Galatasaray'ın 5 golü.

  • Galatasaray Kadıköy'de ne zaman kazanır derseniz önce beraberlik derim. En azından niyet o olmalı...

  • Son olarak maç sonrası bugünkü idmanda yine bir Roland Koch mizanseni izledik. Koch, Alex'e bir sultan kavuğu, Carlos ve Güiza'ya birer flüt vererek üçlüyü onore mi etti maymun mu etti anlamadım. Ama oyuncuların bu adamla iyi vakit geçirdikleri ve iyi motive oldukları kesin. Yedikleri gol için 20 şınav çektirmeyi ihmal etmemiş bu arada.

25 Ekim 2009 Pazar

Derbi Kafası


Şu saatte yatması gerektiğini düşünen ama yatsa uyuyamayacağını bilen milyonlarca kişiden biriyim. İki gündür kiminle konuşsan muhabbetin sonunda derbinin akıbetine bir geçiş oluyor. "Rahat alırız" diyenini görmedim henüz, her iki taraftan da. Herkes biraz temkinli, biraz pesimist. Ters totemler havada uçuşuyor. Galatasaraylılar önceki senelere oranla daha güven veren bir kadroları olduğunu söyleseler de "Bu sefer olacak bu iş" diyemiyorlar. Fenerbahçeli ise Kadıköy'deki son 9 yıla yaslayamıyor sırtını rahatlıkla, "Sakın o gün bugün olmasın" şeklinde bir cümleyi geçirmeden edemiyor. Hemen ardından Gaziantep'e yenilmenin fena olmadığını da ekliyor tabi. Galatasaraylı, kendi hücum hattına güveninden çok derbinin yakın tarihine takılıyor. Fenerbahçeli ise tarihten çok rakip kadroyu düşünüyor...

Ama işin ilginci kimse iyi veya kötü ne hissettiğini net bilmiyor. Öyle ki maç sonrası bütün duygular unutulacak, yerlerini kesin yargılara bırakacak. Zira tecrübeye göre Fenerbahçe - Galatasaray derbi tarihinde, taraflar maçtan sonra aşağı yukarı aynı kafada oluyorlar, maç öncesi duygularını hiç anımsamıyorlar. Maça dair olası 3 sonucun taraflar üzerindeki etkisini düşününce çıktı bu yazıya başlama fikri. Şimdi o muhtemel sonuçlar sonrası iki takım taraftarının olası hislerini ele alalım...


1. Fenerbahçe Galibiyeti:

  • Fenerbahçe cephesi: "İddaa'ya tek maça yazmak vardı bunu. O kadar barizdi ki kazanacağımız. Bundan kolay maçımız mı var sanki?"
  • Galatasaray cephesi: "Belliydi abicim. Barcelona'yı getir, bizim formayı giydirip şu sahaya koy yine olmaz, olmuyor. Şaşıracak bişey yok. Çayımıza çorbamıza bakalım..."

2. Galatasaray Galibiyeti:

  • Fenerbahçe cephesi: "Maçtan önce vardı zaten içimde bi sıkıntı. Demiştim zaten bugün kayıp olabilir diye. Boşuna değilmiş..."
  • Galatasaray cephesi: "Biliyodum valla. Kadıköy'de hiç bu kadar rahat maç seyretmemiştim.. Bu kadronun karşısında ne tılsımı? Oynadığımız futbol belli, korkacak bişey yoktu zaten..."

3. Beraberlik:

  • Fenerbahçe cephesi: "Hissediyodum zaten bu akşam kayıp olacağını. Ama yine yenilmedik..."
  • Galatasaray cephesi: "Kırdık bu sefer zinciri. Artık önümüz açık. Hem fark da açılmadı..."

Taraflar galibiyet sonrası günlerdir yaşadığı stresi silip atmaya hazır. Hatta sorsanız inkar ederler. Hiç bu kadar rahat olmadığını iddia edenlerin sayısı, saymaya üşeneceğiniz çokluktadır. Yalan olmasın benim için de bugüne kadar hep böyle oldu. Umuyorum bugün de böyle olur, bütün sıkıntıyı unutur, hatta inkar ederim. Olası bir mağlubiyet sonrası ise herkes içindeki Hıncal Uluç'u çıkarır ortaya ve "Ben dememiş miydim?" nidalarıyla meydanlarda boy gösterir. Rakip taraftarın geçeceği dalgayı savma refleksidir, istem dışı bir durumdur. Öyle ki ben şimdiden söylüyorum, Fenerbahçe için hiç kolay olmayacak bu maç... Beraberlik halinde ise iki taraftarda da "hepsinden biraz" hissi mevcut olur. Kazanamadığına üzülmüştür muhakkak ama -en azından- yenilmemenin verdiği rahatlık gece eve dönünce uyumayı kolaylaştırır. İşe matematiksel yaklaşırsan da "En azından fark açılmadı/kapanmadı" şeklinde kendini rahatlatmaya meyillidir taraftar. Tabi hepsinin maçtan önce söylediği gibi kolay maç olmamıştır...

(Bütün bu durumların varlığına beni uyandıran ve üzerine kafa yormamı sağlayan, bugün yayınlanacak olan 'Yenilsen de Yensen de - Derbi Özel' programının çekimlerinde, aralarda ve sonrasında dönen muhabbetlerdir. Fırsatını bulursanız 12.10'da izlemenizi öneririm. Konuğumuz Fenerbahçeli eski futbolcu Abdulkerim Durmaz ve enteresan muhabbeti...)

23 Ekim 2009 Cuma

1 Litre Benzinim Olsa


1 Litre Benzinim Olsa
by 1litrebenzinimolsa

Steaua Bükreş 0-1 Fenerbahçe


1997 yılında Bükreş'te oynanan maçı çok net olmasa da hatırlıyorum. Boliç'in yeni yeni suyunun ısınmaya başladığı ve penaltı kaçırdığı maç. Bol pozisyon bulduğumuz maçta 0-0 lık beraberlikle yetinmiştik. O maçta zihnime kazınan olaylardan birisi de maç sonunda Steaua taraftarının futbolcuları alkışlaması olmuştu. Hayatımda ilk defa kötü oynayan ve kendi evinde 0-0 berabere kalınca sevinen bir güruh görüyordum. Futbolcular da mutlu ayrılmışlardı o maçta sonra. Maç sonrası söylenen Steaua'nın bir kontra atak takımı olduğu ve deplasmanlarda daha iyi oynadığı yönündeydi. Artık ne kadar doğruydu o zamanlar bu söylenenler bilemiyorum ama bizi evimizde 2-1 mağlup etmeyi başardılar. Bugün maç sonrası Steaua Bükreş'li futbolcular bizi alkışlamış. Yayıncı kuruluş göstermediği için göremedim, Daum maç sorasında belirtti bunu.

Maça bakacak olursak, bol pas yaparak başladık maça. Steaua ilk yarı buna karşı koyamadı. Özer ilk defa ilk 11 de başladı ve çevresinde oynayan oyunculardan Kazım'da ilk defa santrafor oynuyordu. Mehmet Topuz'da sanırım 2. kez sağ kanatta oynadı Fenerbahçe'de. Fenerbahçe'nin ileri ucu yep yeni, alternatif bir ileri uç olmuştu. Kötü de değillerdi. Bir çok pozisyon buldular ama rakip alanda yapılan bol pasa rağmen ilk defa beraber bir maçta oynadıkları için ceza sahası çevresinde olgun girişimlerde bulunamadılar. Aslında golün ilk yarıda gelmesi gerekirdi. Çünkü Steaua Bükreş ikinci yarıya orta sahada daha derli toplu başlamıştı. Gol gelmeden Dayro oyuna dahil olsaydı sıkıntı yaşayabilirdik.

Golden sonraki skoru koruma çabası nedendir bilinmez. Hani bunu geriye yaslanıp kontra ataklarla çıkmayı düşünmek olarak değerlendirebiliriz ama Fenerbahçe bunu Alex'siz yapamıyor. Bugün kontra atağa da çok uygun isimler vardı sahada. Yine de golden sonra kontra ataklar geliştiremedik. Onun yerine Selçuk'u alıp skoru daha net korumayı başardık.

Daum hedef santrafor olarak Kazım'ı seçmişti. Kazım bana Doğu Avrupa'da ve İskandinav takımlarındaki güç, hız ve dribbling özelliğinden başka bir artısı olmayan siyahi santraforları anımsattı. Fena da oynamadı aslında. Topu tutup, arkadaşlarıyla pas organizasyonlarına girmesini beklemiyordum zaten. Ama işte kanatta oynadığı zaman da bu özelliklerini içeriye girerek kullanmasını bilmiyor. Daum'un belki de sağ kanattaki Kazım ısrarı bundandır diye düşünüyorum. Geçmiş yıllarda Tuncay'ı solda işlediği gibi Kazım'ı da sağda işler mi göreceğiz.

Özer hakkında bir kaç satır yazmak gerekir. Çarşamba günü Real Madrid - Milan maçında atılan 3. gol nasıl Seedorf'a yazılması gerekiyorsa, bu maçta da bu gol Özer'e yazılmalı. Sıradan bir ara pası değildi bu. Gerçekten çok az futbolcunun becerebileceği bir zariflikle pozisyonu oluşturdu Özer. Maçın genelinde de ilk defa ilk 11 başlamanın sıkıntısını yaşadı. Buna rağmen iyi buldum. Daum daha çok görev verdiği takdirde çok iyi bir oyuncu kazanacağız. Alex'in alternatifi olarak görmemek lazım. Hem sağda hem de solda değerlendirmesi gerekir Daum'un.

Sheriff'in Twente galibiyeti ise tam bir süprizdi. Bence Fenerbahçe liderlik maçına ilk maçında çıkıp mağlup olmuş ve yara almıştı. Şimdi ise liderlik adına ibre tamamen Fenerbahçe alehine döndü.

22 Ekim 2009 Perşembe

Wolfsburg 0-0 Beşiktaş


Şampiyonlar Ligi kendini bu hafta tüm takımlara hissettirdi desek yeridir. Seramonisinden midir, reklam panolarından mıdır bilinmez ama Şampiyonlar Ligi böyle bir şey işte. Kural 1-Ne olursa olsun gol yememeye çalış. Kural 2-Dolayısıyla yenilme. Wolfsburg zaman zaman öyle bastırdı ki ortada inançlı bir mücadele olmasa, Ferrari biraz geç kalsa çoktan kopabilirdi bu maç.

60. dk ya kadar Beşiktaş nasıl gol yemedi diye düşündüm durdum. Kötü oynuyor diyemiyorum çünkü ortada müthiş bir mücadele var. Mücadele için çırpınan bir takım var sahada ama çok da iyi organize olamıyor. Öyle ki Wolfsburg da defansta organize olamadı. Hani orta sahası iyi top yapan bir Beşiktaş olsa sahada, hem bu kadar pozisyon vermezdi hem de daha fazla pozisyon bulurdu.

Mustafa Denizli 10,5 diye çırpınıp durdu ama Nihat varken ne gerek 10,5 numaraya. Hem Bobo hem Nihat beraber oynadıkları için bu kadar iyiler. Sezon başından beri devam etseler, bu kadar acemice top kayıpları yaşamayacaklar. Bilmiyorum Yusuf sakat olmasaydı bugün oynar mıydı? İyi ki yoktu Yusuf. Beşiktaş bu düzende devam etmeli. Daha önce belirttiğim gibi Yusuf oyun sıkışınca girmeli.

Bana ''Bize bir stoper lazım, nereden buluruz'' diye sorsalar, gidin İtalya'da orta sıralarda bulunan herhangi bir takımın ilk 11 de oynayan stoperini alın derim. Hem Sivok, hem Ferrari bu sınıfın oyuncuları. Var mı elinde daha iyi yerli, yok. Fenerbahçe de Lugano'yu daha ucuza almadı. Ferrari her topa müdahele etti. Bir pozisyonda uyusa, zamanlama hatası yapsa kalesinde gol görürdü Beşiktaş ama Ferrari uyumadı.

Beşiktaş bu günlerden nasıl kurtulur sorusuna Mustafa Denizli gelmeli demiştim. 2 tane Mustafa Denizli yok bu ülkede. 1 tane varsa ve O Beşiktaş'ın başındaysa yapacak bir şeyiniz yok. Doğruyu bulmasını bekleyecektik. Buluyor gibi. Bugün çok iyi oynamadı Beşiktaş ama ümit verdi. Beşiktaş bu gruptan çıkar mı? Hiç belli olmaz. Hani Mustafa Denizli kafasında oynuyor ya maçı, biraz ona bağlı. Çokça da rakiplere bağlı. İnönü de 2 maçı var Beşiktaş'ın. 6 puan alması şart.

20 Ekim 2009 Salı

Cassano'nun Çırpınışı


foto; reuters

18 Ekim 2009 Pazar

Ayağa Gelen Fırsat

Son zamanlarda enteresan goller çoğaldı. Bu golün enteresanlığı da mesafeden değil, Stankovic'in gelişine vuruşundan. Hem golü atan Stankovic'i hem deplasmanda Genoa'ya 5 atan Inter'i tebrik etmek lazım. Olsun ara ara bu gollerden, hazzı bir başka...

Kaynak: ntvspor.net

17 Ekim 2009 Cumartesi

Dünya Kupası Dışında Kalanlar


Ronaldo'suz, Messi'siz Dünya Kupası izlemeyelim diye dua ederken İbrahimoviç'siz, Rosicky'siz kaldık. Eskiye oranla Avrupa'da artık daha çok denk takım var. 32 takımlık Dünya Kupası için 13 takımlık kontenjanı bulunan Avrupa yine de bazı yıldızlarını kupaya götüremiyor.

1. Grupta Danimarka, Portekiz, İsveç ve Macaristan yarışa dahil oldular. Portekiz'in lider bitirmesi bekleniyordu ama aldığı süpriz sonuçlar grubu karıştırdı. Bu grupta sağlam çıkan Danimarka lider oldu. Euro 2004 de Danimarka ile İsveç, gruplarda kardeşçe son maçta berabere kalıp İtalya'yı elemişlerdi ama bu sefer öyle olmadı. Danimarka İsveç'i tek golle geçerek Portekiz'i 2.liğe yerleştirdi. Yani İbrahimoviç yerine, kalas Bendtner'i izleyeceğiz.

3. Grupta son maçlar öncesi Çek Cumhuriyeti Slovakya'nın 7 puan, Slovenya'nın da 2 puan gerisindeydi. Slovenya deplasmanda lider Slovakya'yı 2-0 ile geçince Çekler bir bakıma havlu atmıştı. Çünkü Slovenya'nın son maçı San Marino ile idi. Çekler bu moralsizlikle çıktıkları Kuzey İrlanda ile berabere kalırken, Slovenya'da San Marino'yu geçip play-off lara kaldı.

6.Grupta dışarıda kalan takım ise Hırvatistan oldu. Hırvatistan son Avrupa Şampiyonasında İngilizleri saf dışı bırakarak bir anlamda İngilizlerin hem akıllarını başlarına getirdi, hem de intikam duygularını kabarttı. İngiltere hem içeride hem de deplasmanda Hırvatları dağıttı desek yeridir. Bunun yanında Hırvatları İngilizlerden çok ilgilendiren Ukrayna-İngiltere maçında Ukrayna İngiltere'yi 1-0 yenerek play-off lara kalmayı başardı. Dolayısıyla Hırvatistan kupa dışında kalmış oldu.

7. Grup benim hayatımda gördüğüm en ikramlı gruptu. Sırbistan dışında neredeyse hepsi ''ben gitmek istemiyorum, sen git'' dercesine futbol oynadı. Fransa ite-kaka 2. oldu. Hayal kırıklığı yaratan ise son Avrupa şampiyonasına katılan Romanya idi. 10 maçta 12 puan toplayarak 5. oldular.

Avrupa Play-off larında mutlaka 1 süpriz sonuç daha göreceğimize inanıyorum.

Asya kıtasında kupanın gediklisi haline gelen Suudi Arabistan yok bu sene. Koltuğu önce Kuzey Kore'ye kaptırıp 3. oldular, sonra play-off larda Bahreyn'e elenerek veda ettiler. Gerçi Bahreyn de daha gitmiş değil. Onlar Yeni Zelanda ile bir play-off daha oynayacaklar.

Amerika kıtasında Kosta Rika-Uruguay play-off unu izleyeceğiz. Uruguay Arjantin maçını kazansa roller değişecekti. Bu eşleşmede gönlümüz Uruguay'dan yana. Kupa'ya veda eden takımlardan biri de Ekvador ve çocukluğumun kupa gediklisi Kolombiya. Ekvador son yıllarda kaliteli futbolcular yetiştiren bir ülke. Arjantinli Bielsa'nın Şili'sini yenselerdi play-off lara kalacaklardı. Ayrıca 2006 Dünya Kupasında gönlümü feth eden Trinidad & Tobago'da dünya kupasında bu yaz yok. Dwight Yorke'u son kez izleme şansını kaçırdık. Gerçi Giggs hiç göremedi Dünya Kupasını. Yorke ise bir kez görmüş oldu böylece.

15 Ekim 2009 Perşembe

Gana U-20


Gana u-20 Dünya Şampiyonasında Brezilya ile finale kaldı. Zaten turnuva öncesi Brezilya'nın final oynayacağı ön görülüyordu. İspanya ciddi isimleri kadroya çağırmıştı ve Brezilya ile kapışır diye düşünürken Gana çıktı ortaya. Gana bu turnuvada bana 90'lı yılların Nijerya'sını anımsatıyor. Nijerya 1996 olimpiyatlarında altın madalya alıp, 1998 dünya kupasında da İspanya ve Bulgaristan'ı saf dışı bırakıp 2. tura yükselmişlerdi. Danimarka'ya elenip fazla ileri gidememişlerdi ama oynadıkları futbol ile herkesi kendilerine hayran bırakmışlardı. O zamanlar bizi ilgilendiren Uche, Okocha, Amokachi gibi isimlerin yanı sıra Oliseh, İkpeba, Lawal, Kanu, West, Babayaro gibi isimler de vardı.

Gana u-20 takımı küçük yaşlardan beri başarılar kazanan bir takım. Gana u-17, 2 yıl önce Kore'de düzenlenen u-17 Dünya Kupasında 4. oldu. Osei (Twente), Quansah (Nice), Opare (R.Madrid) o kadronun yıldızlarıydı ve bugün u-20 kadrosundalar. Buna teknik direktör Sellas Tetteh'i de ekleyelim. Gana A Milli Takımının Dünya Kupası elemelerinde Agyemang Badu (R.Huelva B) 1 kez, Samuel Inkoom (Basel) 3 kez forma giydi. Takımın kaptanlığını Abedi Pele'nin oğlu Andre Ayew (Marseille) yapıyor. 2010 Dünya Kupasında Ayew'i görebiliriz. Çünkü takımının finale uzanmasındaki en etkili 3 isimden biri oldu (Ayew-Osei-Adiyiah). Ayew forvet arkası görev yapan, süratli ve teknik bir oyuncu. Biraz da turnuvanın müstakbel gol kralını, Dominic Adiyiah'ı konuşalım. Alt yapı eğitimini Hollanda da Feyenoord'da almış. Şu an Fredrikstad'da oynuyor. Turnuva öncesinde pek adından bahsedilmiyordu ama şampiyonada final öncesi attığı 8 golle öne çıkmayı başardı (Bu alanda rekor 11 golle Saviola'ya ait). O da hızlı, gol vuruşları iyi ve güçlü fiziki yapısıyla dikkat çekiyor. Bu isimlere Sampdoria'da oynayan Mohammed Rabiu ismini de ekleyelim. 2010 Dünya Kupası için değil ama 2014 de bu Gana takımı bu oyuncular ile önemli başarılar elde edebilir.

Final şansları hakkında biraz bahsedersek, Brezilya şampiyonanın başından beri rakiplerinden çok farklı. Onları zorlayacak çok takım yok. Muhtemelen kupayı kaldıracaklar ama Gana fiziki olarak üstünlük kurabilirse şansı olabilir. Gana defansif olarak pek iyi değil ama gol yememeyi başarırlarsa hızlı oyuncuları ile kontra ataklarla gol şansı yakalayabilirler.

13 Ekim 2009 Salı

İsteyenin Bir Yüzü


"Yabancı hoca istiyorlarsa, ben aynı zamanda Alman vatandaşıyım."

Yılmaz Vural'a ait bu söz. Milli takıma seçilecek yeni hoca hakkında konuşurken sarf etmiş. Espri kabiliyeti olan teknik adamları seviyorum. Bence taktik bilgisi, motivasyon gibi özelliklerin yanında kıvrak zeka da barındırmalı iyi bir teknik direktör. Yılmaz Vural bu kıvraklığa yeterince sahip ama kıvraklığı sadece zekasıyla sınırlı değil. Bugün kendisinin adı milli takımla geçmiyorsa bunun da payı büyüktür.

Geçenlerde Haber Türk'te yapılan bir haberde, A Milli Takım'a nasıl bir hoca seçilmesi gerektiğine dair birkaç madde sıralamış ve genel hatlarıyla kendini tarif etmişti. Bugün ise açık açık belirtmiş milli takıma talip olduğunu. Kendisinin bu görev için gerekli vasıflara sahip olduğundan bahsederken son olarak yukarıdaki cümleyi sarf etmiş. Aslında önemli bir noktaya dikkat çekmiş. Alacağınız yabancı nitelikli biri olsun diyor Yılmaz Vural. "Yoksa biz ne güne duruyoruz" demeye getiriyor akabinde. Haksız da değil. Milli takımın eksiklerine karar verilmeden yeni hoca seçimi yapılırsa bir sonraki hüsran sonrası -ki bu da 2-3 yıl demek- beyaz bir sayfa açmak üzere Fatih Terim'e dönüş olacak ve 2012'ye geldiğimizde milli takımımız hala 2009 Ekim'ini yaşıyor olacak.

Dişli Mekanizması

Uzun süredir yazmıyoruz. Herhangi bir mazeretim veya hayatımda değişen birşeyler yok. Yazmadım sadece. Merakla yazı bekleyenler varsa onlardan özür dileriz. Yazmadığımız süre içerisinde gündem Rijkaard, Fenerbahçe'nin 8 da 8'i, Milli Takım ve Fatih Terim üzerinde oluştu. Dumanı tüten Fatih Terim ve Milli Takımın Dünya Kupası Elemeleri hüsranı ile başlayalım.


Öncelikle şunu belirtelim. Biz Dünya Kupasına her 4 yılda bir katılan bir ülke değiliz. Şu ana kadar 2 kere katılmış durumdayız. Buna rağmen gidememek bizde üzüntüden çok hüsran oluşturuyor. Çünkü potansiyelimizin ve gelişimimizin hakkı katılmak olmalı. Eskiden sadece ne olursa olsun gidelim, İsveç, Danimarka, İskoçya, Suudi Arabistan gibi sadece gidelim isterdim. Evet bir Brezilya, İngiltere, İtalya, Almanya olamayabiliriz ama en azından bir Danimarka olalım. Biz henüz bunu başaramadık. Bunu başarabilmek için u-16 lardan gelen bir oyuncu profiliniz olması gerekiyor. 20 yıl önce bunlar yapıldığı için Dünya Kupasında 3. olduk, Avrupa Şampiyonasında çeyrek final, yarı final oynadık. Ama işte sadece onu yapabildik. Devamlılığı sağlayamadık.

Fatih Terim istifa etti. Çok normal. Olması gereken bu zaten. Ben bugün alt yaş kategorilerindeki hocalarımıza bakıyorum hiç biri içime sinmiyor. Çünkü o kadar çok değişkenlik gösterdi ki hocalar, hiç bir teknik direktör istikrarlı bir jenerasyon yaratamadı. Fatih Terim 1993 yılında milli ekibin alt yaş kadrolarında yıldızı parlatmış biri olarak geldi A milli takımının başına. Fakat bugün o zincir yok olmuş durumda. Futbolcu bir şekilde yetişiyor ama teknik direktör yetiştiremiyoruz. Milli takımın alt yaş kategorilerini son yıllarda başarıya ulaştırmış ve şu an hala başarılı olan tek isim Abdullah Avcı. Getirsinler alkışlarım ama sanmıyorum Abdullah Avcı'yı milli takımın başında görelim. Yabancı isimler ortaya atılıyor medyada. Ulusal medyayı tahmin ettiğinizden daha az okuduğumu söyleyebilirim. Zaten ulusal medyanın kendi yorumlarından çok azını dikkate alıyorum. Sadece Futbol Federasyonu Başkanı, teknik direktör neler demiş, neler düşünüyor onu merak ediyorum. O yüzden pek yabancı hocaların isimlerine takılmayalım.

Brezilya başarısız olabilir, İngiltere başarısız olabilir, Almanya başarısız olabilir, Hollanda başarısız olabilir ama hepsinin iyi kötü işleyen düzeneği var. O yüzden onların yıllar önce başarılı olmuş u-17 takımları bugün Dünya Kupasına gidiyor. İngiltere'nin ihtiyacı olan tek şey iyi bir teknik direktördü ve onlar Capello'yu getirip başarılı oldu. Bugün bir Türk takımı Capello'yu getirip, 5 transfer yaparak başarılı olabilir ama milli takım için aynı şeyler geçerli değil. Sistematik bir şekilde oyuncu yetiştirmeye mecburuz. İstikrarlı bir yapıya bürünmeye mecburuz. O nedenle gelecek olan teknik direktörün böyle bir çabası, TFF'nin de böyle bir amacı olması gerek. Yoksa Capello'yu getirsek ne yazar. Belki 2012 de Avrupa Şampiyonasına gideriz ama 2018 Dünya Kupasına yine gidemeyebiliriz.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Di Natale & Udinese


Di Natale geç açılan forvetlerden biri. Bu tarz futbolcular sanırım İtalya'da daha çok çıkıyor. İtalyan futbolunun saha içindeki acımasız ruhu, futbolcuların daha fazla tecrübe kazandıktan sonra açılmasını sağlayabilir. Mesela ben son 2-3 yıl içindeki Del Piero'yu 8 yıl önceki Del Piero'ya tercih ederim. Del Piero biraz uç nokta olabilir belki ama mesela Cassano'nun son bir kaç yılda sahadaki duruşu tartışılmaz. Bu oyuncular gençliklerinde de iyi oyunculardı ama bu zamanlar daha faydalı işler yapıyorlar. Di Natale'ye en yakın örnek Toni'yi, Di Vaio'yu da sayabiliriz. Geçen seneki Miccoli'yi de bu listeye eklersek yanılmayız heralde.

Konumuza dönersek, Di Natale'nin futbolu her geçen gün daha fazla zevk vermeye başlıyor. 2005/06 sezonunda Şampiyonlar Ligine katılan Udinese'nin de Iaquinta ile beraber en dikkat çeken oyuncusu olmuştu. 2007/08 sezonundaki altın çağı olarak nitelendirebileceğimiz sezon takımını ancak 7. sıraya taşıyabildi ve UEFA Kupasına katılmaya hak kazandı Udinese. Bu sezona çok iyi başladı Di Natale. 6 maçta 8 golü var. Udinese son 2 haftada Milan ve Genoa'yı yenerken, 2 maçta da gol atmayı başardı.

Udinese'nin bu sezonki kadrosuna baktığımda dikkatimi çeken en önemli özellik 30 yaşın üstünde 3 oyuncunun bulunması(di natale/32, belardi/32, corradi/33). Corradi ve Belardi yedek. As takımda sadece Di Natale 30 yaş üstünde. Genç ve nitelikli oyunculara sahipler. D'Agostino, Zapata, Felipe, Gökhan İnler, Pepe gibi yıllardır beraber oynayan yetişmiş isimler var. River Plate'den dönen Alexis Sanchez ve geçen sezondan beri devamlı oynayan Isla gibi iki mükemmel Şili'li genç oyuncuya da sahipler. Kadro listesini önünüze aldığınızda gerçekten pırıl pırıl parlayan bir kadro duruyor. Geçen sezon 18m euroya Quagliarella'yı satmışlardı. D'Agostino için bu yaz çok direndiler ama gelecek yaz muhtemelen onu da satacaklar. Dünya Kupası ile birlikte Gökhan İnler'i de kaybedebilirler. Bu 2 oyuncunun altında ise bir Türk var, Ergün Berisha. O da Gökhan İnler gibi İsviçre'de yetişmiş. Geçtiğimiz yaz 1.5m euro bedelle Grasshopper'dan transfer edildi. Neyse ki bu genci kaybetmedik. u-17 den beri milli kadromuzda bulunuyor. Şu an 21 yaşında ve D'Agostino'nun yerine düşünülüyor. Önümüzdeki 2-3 yıl içinde milli takımımız önemli bir ortasaha oyuncusu kazanabilir.

Teknik Direktör Pasquale Marino'nun bu sezon Udinese'de ki 4. sezonu. Marino, 2005/06 sezonunda Catania'yı Serie A'ya taşıyan isim. 2006/07 yılından beri Udinese'nin başında. Bu günkü durumda şüphesiz ki onunda çok emeği var. Udinese'de herşey planlı ve programlı. Merakla takip ediyoruz bu sezonu.