4 Kasım 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Notları #4. Hafta


- Bursaspor 4. maçından da 0 puan ve 0 gol ile ayrıldı. Bursaspor ilk 45 dakikada oynadığı en iyi Şampiyonlar Ligi maçını çıkardı. Manchester United'ın defanstan oyun kurmasını engellemek adına önde 4 kişiyle baskı kurdu, sık sık hataya zorladı. Yakaladığı pozisyonlar organize gelişen ataklar olmasa da yaptığı baskı sonucu kaptığı toplardan gelişti. İkinci yarının hemen başında yapılan hata ve yenilen gol ile her olur olmaz yerde dile getirilen tecrübesizlik bu sefer ortaya çıktı. Sercan Şampiyonlar Liginde kendini göstermek adına aşırı motive oluyor. Daha önceki maçlarda Volkan Şen de bunun izlenimlerini vermişti. Bursaspor zaman zaman oyun disiplininden koparak, takım oyunu oynamakta zorlanıyor. Ertuğrul Sağlam'ın bence kalan 2 maçta çözmesi gereken problem bu. Önce disiplin, sonra kolay gol yememek, en sonra da gol. 1996 da Fenerbahçe'nin 3 gol atarak 7 puan topladığını tekrardan belirtmekte fayda var.

- Bale herkesin dilinde. Geçen hafta yazıklarımızın aksini yazacak durumda değiliz. Adam mükemmel. Piyasasını arttırıyor. Muhtemel transferinde -İngiltere dışında- gideceği kulüpte bek oynacak olması ve yüksek maliyeti transferi zora sokabilir mi diye düşünüyordum ama piyasasını da arttırıyor bu haliyle. Geçen yıl Avrupa'nın en iyi sağ beki görülen Maicon'a nal toplattı desek yeridir. Barcelona Dani Alves'e 41,5 m euro vermişti. Daha yüksek bedelde bir bek transferi gerçekleşmedi sanırım. Buradan referans alınabilir.

- Werder Bremen'in pozisyonu mutlu ediyor beni. 2-3 takım dışında Alman takımlarına ısınamıyorum. Sampdoria'yı da tecrübeleri sayesinde geçmişlerdi. Beter olsunlar. Ne güzel Sampdoria, Cassano, Pazzini izleyecektik.


- Haftanın maçı Milan ile Real Madrid arasındaydı. Milan kötü oynadı ama İnzaghi gibi bir golcü olunca 2-1 öne geçti, az daha da kazanıyordu. Forvet ayrıdır, santrafor ayrıdır, doğru. Ben buna santrafor ayrıdır, golcü ayrıdırı da eklemek istiyorum. İnzaghi anasının karnından futbolcu olmak için değil, sadece gol atmak için doğmuş biri. İzlediğim futbolculardan ayırdığım nadir futbolculardan biridir. Tek işi var, o da gol atmak. Pippo dün attığı 2 golle Avrupa Kupalarındaki 70. golünü atmış. Raul'la beraber en çok gol atan futbolcu şu anda.

- Kobenhavn - Barcelona maçına da teknik direktörler Solbakken ve Guardiola'nın tartışması damga vurdu. Pinto'nun geçen maçta ıslık çalarak rakibi şaşırtmasını Solbakken eleştirmişti. Bu maçta da Kobenhavn'ın sert oyunu yüzünden Guardiola çılgına döndü. Maçın tamamını izleyemediğimiz için pek yorum yapamıyorum. Şu sıralar ligimizde de sertlik tartışmaları yaşanıyor. Aslında tartışmayı başlatan da, bitirecek olan da hakemler.

- Zilina kendi evinde 7 gol yedi Marsiya'dan. Platini sistemi ligi kalitesizleştirdi, Zilina gibi takımlara yer yok sesleri daha çok çıkmaya başladı. Ben Platini sistemi için biraz kararsızım. Şampiyonlar Ligi'nin daha çok uluslu olması önceden beri istediğim birşeydi. 3-4 yıl sonra güçsüz ülkelerin güçsüz şampiyonları hem tecrübe olarak, hem de maddi olarak daha iyi yerlere geleceğini ve rekabeti arttıracağını düşünüyordum. Lakin Platini sisteminin kötü yanı, artan gelirlerin iyi takımlara daha çok para gitmesini de sağlıyor. Bu nedenle sistem ters tepebilir. Sadece Avrupa Ligi'nin kalitesini yükseltmiş olur.

- Shakhtar - Arsenal maçı pol pozisyonlu bir maçtı. Eduardo Emirates Stadyumu'ndan sonra Donbass Arena'da da golünü attı ve sevinmedi. Bu sevinmeme mevzusu yapmacık mıdır, yoksa içten gelen birşey midir bilemiyorum. Empati kurmayı amaçlıyorum ama sonuçta Arsenal'de oynamamışım, orada birşeyler paylaşmamışım. Shakhtar formasıyla Fenerbahçe'ye gola ttığımı düşünüyorum da sanırım sevinmezdim.

Hiç yorum yok: