31 Ekim 2011 Pazartesi

Bir galibiyetten daha fazlası

Fenerbahçe'nin Karabükspor'u tek golle geçerek dört puanlık farkını sürdürmesi bir yana bugün oynadığı futbol ekstra alkışı hak ediyor. Henüz 6. dakikada Alex'in kırmızı kart görmesi uzatma dakikalarını da dahil ettiğimiz zaman koca bir 90 dakika sarı-lacivertlilerin 10 kişi oynayacağı anlamına geliyordu. Pek tabi ki tüm futbolcular fazladan koşarak eksik arkadaşının yerini doldurmak zorundaydı ve öyle de oldu. İkinci yarıda ise yorgunluk baş gösterdi. Lakin Karabükspor o kadar kötüydü ki Fenerbahçe'yi zorlayamadı. Her şeye rağmen hâlâ kaybetmemiş bir Fenerbahçe, daha da ötesi kaybetmeye tahammülü olmayan bir Fenerbahçe.

Caner'in formu
Sezon başından beri sürdürdüğü form ile göze batan Caner Erkin, bugün tam anlamıyla sahanın yıldızıydı. Sonu belli CSKA macerasının ardından ülkeye geri dönen Caner, önce Galatasaray'da sonra da Fenerbahçe'de pek ümit vermedi. Ne var ki her iki sezonda da sol bek olarak oynatılmıştı. Eleştirilerin başında iki yıldır sol bek oynamasına rağmen kendini geliştirememesi geliyordu. Son derece haklı bir eleştiri olmasına rağmen bazı oyuncuların çok da üzerine gidilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Her büyük takımda oynayan oyuncunun yıldız olması gerekmediği gibi öyle davranılması da gerekmez. Bazı şeyleri zorlamaya da gerek yok, herkesin kapasitesi belli. Caner takımın önemli bir rotasyonudur ve onu öyle görmek gerek.

Bienvenu'nün yeterliliği 
Alex olmayınca bazı oyunculara muhtaçlık da arttı tabi ki. Bunların başında Bienvenu geliyordu. Kamerunlu oyuncu bugün çok koşmasına rağmen eksik yönlerini iyiden iyiye fark ettirdi. Hücumda tek başına kaldığı zaman topu ayağında tutamaması, arkadaşlarıyla pas alış-verişlerine girememesi ve son vuruşlardaki eksikliği ileride başına çok büyük işler açabilir. Çubuklu forma altında oynayan santraforun kesinlikle kalifiye olması esas. Kaçırılan goller, yapılan bazı sakarlıklar baskıyı arttırıyor ve bir daha toparlanamayacak reddeye getirebiliyor. Bienvenu bugün çok rahat atabileceği bir golü adımlarını doğru atmadığı için kaçırdı. Hemen ardından gelen ve maçı kazandıran aşırtma vuruşu gol olmasa ilerleyen dakikalarda herkesin canını fazlasıyla sıkabilirdi. Mücadelesi takdir edilesi ama kendini geliştirmesi şart.

Ne dediler
@1VolkanDEMIREL: "10 kişi kaldıktan sonra mücadeleci, onurlu ve şerefli oyunumuz için takım arkadaşlarımı kutluyorum. Bu maç bize 3 puandan fazlasını kazandırdı"

Emre Belözoğlu: "Beşiktaş’tan da iyi oynadık. İyi oynadığımız dakikalarda gol yedik. Hemen hemen stres yapmayan Türkiye’deki tek takımız. 2-0 geriye düşsek bile maçı çevirebiliyoruz"

Aykut Kocaman: "Söyleyecek çok şey var, belki de hiçbir şey yok. Söylenecek şeyleri en güzel şekilde futbolcular sahada söylediler. Çok zor bir maçtan, başarıyla ayrıldılar"

28 Ekim 2011 Cuma

Neden Balotelli




Mario Balotelli bu ara çok trend. Tüm yaptıklarına rağmen derbide golünü çakmayı bildi ve herkese seslendi "why always me"...Cevap olarak yapılan animasyon çok güzel, eklemeden geçemedim.

Ayrıca ufak bir bilgi de vereyim Bu hafta Noat Samisa Salih de Hayatım Futbol'un 5. sayısında "Neden Balotelli" diyor.

Beşiktaş 2 - 2 Fenerbahçe

İnönü'de muhteşem bir derbi izledik. Genelde ilk yarıdaki derbiler pek keyif vermez ama Beşiktaş'ın kötü bir oyun sonrası kaybedecek çok şeyi olması maça çok iyi hazırlanmasını sağlamış. Fenerbahçe ise çok iyi oynamadı ama standardını ortaya koydu diyebiliriz.

Klasik dizilişi ile takımını sahaya süren Aykut Kocaman, "Bienvenü mü, Semih mi?" tercihinde Kamerunlu'yu kullandı. Eleştirilecek bir tercih değil lakin Simao'nun müthiş golü dezavantajları da beraberinde getirdi. Bienvenu hareketli, fizikili ve mücadeleci olmasına karşın Alex ile çok uyumsuz. Golden sonra oyunu sete çeken Fenerbahçe bu uyumsuzluk nedeniyle net pozisyonlar bulmakta zorlandı. Set oyunu oynamakta pek problem yok, sorun daha çok efektif olmakta. Kanattaki Caner Erkin'in harika oyunu takımın en etkili yönüydü. Bulunan pozisyonlar ve atılan golde de hep baş roldeydi solak oyuncu.

Sarı-lacivertliler için gerekli olan goldü ve 60'ta eşitlik yakalandıktan sonra kontra ataklarla Bienvenu'nün daha faydalı olacağını tahmin ediyordum. Hele ki Carvalhal, günün iyilerinden Mustafa Pektemek'i çıkarıp Almedia'yı alınca galibiyetten emindim. Aykut Kocaman ne yaptı? 64'te Caner'i kenara alarak herkesi şaşırttı. Kocaman, belki de çok yorulduğunu düşündü ama değişiklik erken geldi.

Fenerbahçe'nin yediği ikinci golde ise Simao'ya bir alkış daha gitti. NŞA geri gelmesine pek alışkın olmadığımız Simao bugün oldukça iyi hazırlanmış maça. Kazandığı top da bir an evvel Quaresma'ya ulaştı ve dengesiz yakalanan sarı-lacivertliler Almedia'nın kafa golüne engel olamadı. Oysa Pektemek çıkınca sevinmiştim değil mi? İşte yıldız farkı burada ortaya çıkıyor.

Cristian'ın son dakikada gelen golü, taraftarın maç bitmeden atkıları sahaya atması ve maçın başında müzeden tribüne olan çıkarma tarihe yazılır... Hikâyesi bol ve zevkli bir mücadeleydi. Hakem de son derece iyi yönetti. Her iki takımı da alkışlamak gerek.


Ne dediler
Aykut Kocaman: "Oyun anlayışı olarak beklediğimiz takım çıktı. Son maçlarda daha savunma gücü yüksek hareketli oyuncuları kullandılar. Böyle takım karşısında yapacağımız merkezden kaçıp kenarlara yönelmekti. Söylemeden yapamayacağım, Simao mükemmel bir gol attı"


"Oyuncu değişikliğindeki genel durumlardan birisi şuydu; Maç içindeki stratejimiz anlayışımız, oyunu daha fazla kenarlarda oynamaktı. Kenardaki oyuncuları tercih etmemin temel nedeni buydu. Stoch ile ivmeleneceğimizi hesaplamıştım. Oyuna bütünüyle bakıldığı zaman değişikliklerde çok istediğim gibi olmadı"


Carlos Carvalhal: "Bizim baskı kurup, pozisyon bulduğumuz zamanlar da vardı. Bazı periyotlarda da Fenerbahçe bize karşı baskı kurdu ve pozisyon buldu. İki büyük takım arasında eşit bir şekilde geçen bir maç oldu"


"88. dakikaya galip girip, sonrasında da konsantrasyon hatasından 1 gol yemek bizi çok üzdü"

26 Ekim 2011 Çarşamba

Hayatım Futbol

 Biraz geç olacak ama Hayatım Futbol adında bir dergi çıkardık. 3 ay önce bir muhabbet esnasında ortaya atılan fikir dallandı, budaklandı, üzerine çokça çalışıldı ve nihayetinde dördüncü sayısına kadar geldi. İşleri çekip çevirme konusunda da takım kaptanı ilan edilim ve bu 3 ay içerisinde acayip sıkı bir çalışma temposuna girdim dolayısıyla. Blogu da boşlamış olduk, kusura bakmayın. Blog pek tabi ki devam ediyor ama güncellenme sıklığı için net birşey söyleyemem. Elimden geldiğince öncekinden daha fazla kasacağımı söyleyebilirim.

Derginin çıkma nedeninden bahsedeyim biraz. Ülkede haftalık okumak için kaliteli bir futbol yayını yok. Temel olarak her hafta çıkması için uğraşıyoruz. Ardından kaliteyi yavaş yavaş yukarı çekme derdindeyiz. Her geçen sayı daha güzel işler yaptığımızı görüyorum. İlerleyen sayılarda daha da güzel olacağına eminim. Sizler dergiyi okuyup bize yorumlarınızla yol çizebilirsin.

Bazı sorular var. Bunların başında dergi neden sadece IPad'de ve internette çıktığı geliyor. Fikrin çıkış noktası tabletlerdi. Çünkü tablet bilgisayarlar okumaya yönelik çok güzel bir icat. Üstelik bu versiyonlar için çıkan dergiler sınırsız özgürlük sağlıyor. Kısaca "basılı dergi + internet sayfası" rahatlığı sunuyor bizlere. IPad olmasının nedeni çalıştığımız firma ile alakalı. Tablet yayın için ayrı bir tasarım da gerekiyor. Yani bir tane yapıp her platformda görüntülemek gibi bir şansımız yok. Bu yüzden de internet sitesi özel olarak yapılıyor, IPad'de özel olarak yapılıyor. Çıkarsa tablet versiyonu da, iphone versiyonu da özel olarak yapılacak. Bunlar için zaman lazım.

Yukarıdaki fotoya gelince. Bu hafta çıkan dergideki Feyyaz Uçar röportajının kapağı bu. Feyyaz abi, çok eğlenceli ve bilgili bir adam. Başka bir yerde okumadığınız güzel cevaplar da var. Çok keyif aldığım bir röportaj oldu. Bolca ve kayda değer çok mesele olduğu için hem sizi sıkmamak adına, hem de bazı cevapların kaynamaması adına 2'ye bölmeyi uygun gördük. Dinlemenizi, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Web'den okumak için Hayatım Futbol: www.hayatimfutbol.com/
IPad'den okumak için Hayatım Futbol: itunes.apple.com/us/app/id467337195?mt=8
Blogdan okumak için Hayatım Futbol: www.hayatimfutbol.com/blog/
Facebook adresi: facebook.com/hayatimfutboldergi
Twitter adresi: twitter.com/HayatimFutbol

15 Ekim 2011 Cumartesi

Beckham'ın PSG flörtü


David Beckham futbolcuların birer moda ikonuna dönüşmesinde en büyü adımı atan isimdi. Bayanları fazlasıyla sevindirirken, erkekleri de rahatsız etti. Sorun bu dönüşümün futbolun önüne geçmesiydi. Lakin şöyle de birşey var ki; Beckham'ın futbolu artık geriye gidemezdi. Asıl mesleği olan futbolculuğunda yıldızı söndüğü takdirde o ışıltılı moda dünyasında da var olması çok zor olurdu. Futbolu geriye gitmedi ama o Amerika'ya gitti. Muhterem eşinin sözünü çok dinlediği dillendiredursun o her fırsatını bulduğunda Avrupa futboluna tekrar girmek için elinden geleni yaptı.
Yaklaşık 1,5 sene önce sakatlandığında blogda değinmiştik Beckham'a. O günden farklı şeyler düşünmüyorum. Dünya Kupası'na katılma azmi yeter de artar bile. Şimdi de Lugano ve Pastore ile sempatimizi kazanan PSG istiyormuş. Şu ara nasıl oynadığı hakkında gram fikrim yok ama gelsin tabi Beckham. Bilhassa tecrübeli yıldızların arkadaşlarını yönlendirdiği takımlar çok daha özel oluyor.

14 Ekim 2011 Cuma

Serie A artık yayınlasın!


Beşinci haftası geride İtalya Ligi Serie A'nın hâlâ Türkiye'de bir yayıncısı yok. Şike skandalı nedeniyle 2007'den itibaren Inter'in tekeline giren ve keyifsiz bir hale bürünen lig, son 2 yıldır çok leziz maçlara sahne oluyor. Udinese, Napoli, Palermo gibi kulüplerin üst sıraları zorlaması, Inter ile Milan'ın kötü başlaması, geçen yıl dökülen Juve'nin tekrar sahne alması gibi etkenler heyecanı artırıyor. Buna rağmen herhangi bir televizyon kuruluşunun bu lige ilgi göstermemesi düşündürücü. Umarım ortadaki sorun neyse bir an evvel çözülür de geçen hafta kaçırdığımız Juventus-Milan ve bu hafta kaçıracağımız Lazio-Roma gibi maçlara daha fazla hasret kalmayız.

7 Ekim 2011 Cuma

O gün


17 haziran 1951, Türk futbol tarihinde 60 yıldır anlatılan Almanya ile Türkiye arasında oynanan unutulmaz maçın tarihi. Sıradan kazanılan 2-1 lik bir maç değil bu maç. Değişik bir şeyler yapalım ve maçın öyküsünü yazmaktansa, maçı oynayanlara sözü bırakalım. O maçın panteri Turgay Şeren'i, o maçtan sonra Fiorentina'ya transfer olan Lefter'i, o maçta golü atan Recep Adanır'ı okuyalım.

Turgay Şeren;
1951-1952'de milli takımımızın kuzey ülkelerine bir seyehati olmuştu. Hem İsveç, hem de Almanya'da iki maç oynayacaktık. İsveç'teki ilk maçımızda çok iyi oynadık. Fakat hakemin verdiği iki penaltı sonucu maçı 3-1 kaybettik. Sonra pırpırlı uçakla Almanya'ya geçtik. İkinci dünya savaşından sonra ilk kez Berlin'de bir maç yapılıyordu. Berlin'e indiğimiz zaman şehrin dörtte üçü harebe halindeydi. Bir otele gittik ki, otelin yarısı yoktu.

Recep Adanır
Recep Adanır; Bir gün evvel Berlin Belediye Başkanı kokteyl vermişti. Almanya'da çok sevilen birisiydi. Türkiye'de üniversitelerde hocalık yapmış, Türkçe'yi adam gibi konuşan ender insanlardandı. Tabi kokteyl konukları bize tepeden bakıyorlar. Bizim gol manyağı olacağımızı iddia ediyorlar falan. Ertesi gün sahaya çıktık. Heyecanlıyız. İlk defa 100 bin kişilik sahada oynuyoruz.

Turgay Şeren; Yalnız stadyum mükemmeldi. 110 bin kişilik Berlin Olimpiyat Stadı'nı Hitler o dönemin en lüks şartlarında inşa ettirmişti. Maça çıktığımız anda statta yer kalmadığını, ayakta binlerce seyirci olduğunu gördük.

Recep Adanır; 25. dakikada attığım golü unutamıyorum. Bir ara Gündüz abi aradan bir pas attı. Ben kaleci Turek'le karşı karşıya kaldım. O zaman bir efsane vardı. Turek'in gözüne bakan şaşırır ve topa bakamaz diye... Ben de modaya uydum bakmadım. İlginçtir ters köşeye yatırdım ve gol oldu. 100 bin kişide ses yok. Öyle ki ben topun dışarı çıktığını zannettim.

Lefter Küçükandonyadis; Bir atağımızda top kaleci Turek'te kalmıştı. Ben de kalecinin arkasındaydım ve Turek beni farketmemişti. Topu oyuna sokmak isterken ben arkasından gizlice yaklaşıp topu kaptım. Hemen vurdum... Kaleci mükemmel uzandı ama topu çelemedi. Top bir o direğe, bir bu direğe çarptı, herkes gol diye beklerken çizginin üzerinde durdu. Ben hemen koştum. Ancak yerdeki kaleci can havliyle öyle bir sıçradı ki topu benim ayaklarıma kapanarak aldı. O pozisyona bugün bile yanıyorum. Gol olsaydı o maç 3-1 biterdi.

Turgay Şeren
Turgay Şeren; Muazzam tezahüratlar altında maçtan 2-1 galip ayrıldık. O gün diğer arkadaşlarla birlikte çok iyi oynamıştım. Yalnız oyunun bitişi tam bir komediydi. İtalyan hakem Carpanti maçın bitiş düdüğünü çalmış ama kimse duymamış. Biz hala devam ediyoruz. en sonunda koşup gelerek topu eline aldı ve beni tebrik etti.

Lefter Küçükandonyadis; Alman seyirciler bize yapmadıklarını bırakmadılar. Binlerce kişi koro halinde bize sövüyor. Hırsını alamayanlar hem Türk hem de Alman bayraklarını yırtıp kafalarına geçiriyorlar. Hatta maçın bitiminde soyunma odasına giderken koltuk değnekli bir sakat, değneği bizim kaleci Turgay'ın kafasına vurmuştu.

Turgay Şeren; Sahanın kenarında savaş malülleri var. Kiminin ayağı sakat, kiminin kafası yarılmış, kiminin kolu kopmuş... Biz tam dışarı çıkıyoruk ki içlerinden biri koltuk değneği ile kafama vurdu. Adamcağız ne yapsın? Zaten savaşta yenilmiş. Bir de biz yenince kızmış.

Lefter Küçükandonyadis; Maçı gündüz oynamıştık. Akşam yemeğine davet ettiler gittik. Ancak hiç biri bizimle konuşmuyorlar. Suratlarından düşen bin parça... O gün almanları yakından tanımış olduk. Yenilgiye tahammülleri yokmuş.

Turgay Şeren; Berlin'in amblemi panterdir. Bana berlin panteri ismini onlar taktılar. Bir alman dergisine de kapak olduk. Bir gazete sürmanşet ''Turgay, Turgay, Turgay'' diye yazmıştı.

Ali İhsan Karayiğit; Turgay elbette iyi bir maç çıkardı ama biz ot mu topladık. Gol yemeyeceğiz diye takım olarak anamız ağladı ama sadece Turgay panter oldu.

(röportajlar zehra yücebulut'un ''onların hikayesi'' adlı kitabından alıntıdır. foto: milliyet arşivi)

not: bu yazı ilk olarak 19 Haziran 2009 tarihinde yazılmıştır. Güncellenerek yeniden yayınlanmaktadır

2 Ekim 2011 Pazar

Biraz şans, biraz gerçek

İki ayrı devrede, iki ayrı Fenerbahçe izledik. İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un bu sezon yaptığı çıkış muazzam. Zor maç olacağı bekleniyordu ama tahminlerin çok ötesinde bir 90 dakika izledik.
Fenerbahçe klasiğinden farklı bir anlayış ile çıktı sahaya. Geri dörtlü Orhan-Bekir-Yobo-Ziegler ile kurulurken orta sahanın sağında Gökhan Gönül, solunda Stoch, göbeğinde de Mehmet Topuz-Cristian ile dizildi. İleride ise Alex ve Semih vardı.
Önceki maç yazılarımızda Emre'nin olmaması sebebiyle orta sahada yaratıcılıktan uzak kaldığımızı vurgulamıştık. Bu nedenle Mehmet Topuz'un göbeğe çekilmesinde hiç bir sorun yok ama Gökhan Gönül'ün sağ açıkta olması işleri ters yüz etti. Öncelikle Mehmet Topuz ile Gökhan Gönül'ün farklı iki kenar oyuncusu olduğunu vurgulamak lazım. Topuz, sürekli içeri kat eden tipte bir oyuncu. Hücum varyasyonlarında arkasından gelen sağ bekin önünü açar, verkaç organizasyonlarında bulunur, zaman zaman da Alex'in arkasını toplar. Gökhan Gönül ise klasik çizgi oyuncusu. Tüm sağ koridoru kullanmayı sever, önündeki sağ açığın yardımıyla çizgiye kadar iner. Bugünkü sağ kanatta ne Gökhan, Mehmet Topuz'un yaptıklarını yapabildi ne de Orhan Şam, Gökhan Gönül'ün yaptıklarını. İki bek orjinli oyuncu oynamasına rağmen koordinasyon sağlanamadığı için sağ kanattan çok pozisyon verdik, tümüyle randımansız bir 45 dakika izledik. Günah keçisi olarak Orhan Şam'ı göstermek yersiz çünkü önündeki isim de kendine düşen vazifeyi yapamayacak türde bir oyuncuydu. Aykut Kocaman maç sonunda sağ kanadı şöyle açıkladı: "5 Ağustos'ta başlayacak olan lig 9 Eylül'de başladı. Beş haftalık maç trafiği ortadan kalktı. Bununla beraber 34 maç oynayacaktık 40 maça çıktı. Dolayısıyla daraltılmış bir süre ve fazlalaştırılmış maç sayısı... Ben dahil bütün teknik adamlar çeşitli yerlerde kullanabileceğimiz oyuncu sayısını arttırmaya çalışıyoruz". Üzerine söylenecek laf yok lakin ilk yarı gol yemediğimiz için şanslıyız.


Doğru hamle skoru getirdi
İkinci yarıda değişiklik geldi. Sezer-Orhan değişikliği ile Topuz sağ kanada atıldı, Gönül de beke çekildi. Bir diğer değişiklik de Semih-Bienvenu arasında oldu. Semih sezona kötü başladı. Çok ağır ve isteksiz. Bir an evvel toparlanması gerek. Bu iki değişiklik ile silkinen Fenerbahçe anında fark ettirdi ve 47'de Stoch'un geçen yıl yine İBB'ye attığı golün bir benzeri atarak çubukluyu öne geçirdi. 13 dakika sonra Cristian, Bienvenu ve Alex'in tiki-takaları ile ikinci gol, 70'te de Stoch'un sol kanatta yerden kestiği topla Gökhan'ın golü geldi. Sezer'in de orta sahadaki yeterli oyunu sayesinde ikinci yarıda sarı-lacivertliler hem pozisyon vermiyordu, hem de çok rahat rakip kalede tehlike yaratıyordu. 80'de kaybolan konsantrasyon iki gole mâl olurken Cristian, skoru teyit etti.
Gerçek şu ki Fenerbahçe ligin en oturmuş takımı. Önemli eksiklerine rağmen 5 maçta 13 puanı hanesine yazdırmayı başardı. Sahada başa çıkmak gerçekten zor. Özellikle İBB gibi sezona çok flaş başlamış, aynı sarı-lacivertliler gibi istikrarlı bir takımdan daha fazlasını da beklerdim ben. Burada da Fenerbahçe'nin gerçekleri giriyor devreye. Klasik Stoch şutu ve çabukluğu, bir an orta alanda rahat bırakılınca yapılan verkaçlar...  
Maçın yıldızını seçmek zor. İlla birini söylemek gerekirse Stoch diyelim. Bu sezon ilk kez sahada yer aldı. Hatta yeni forma numarasını görünce "Aa evet bu sezon 9 giyecek" bile dedik. Hataları vardı ama elinden geleni yapmaya çalıştı. Maç sonunda 1 gol, 1 asist yazdırdı hanesine. Cristian'ın giderek artan performansı da dikkate değerdi.