14 Mayıs 2013 Salı

Burak'ın katili Yusuf değil

Babası formalı, kaşkollu kimse gelmesin dedi, futbol ailesi içindeki kimsenin taziyesini kabul etmedi. Tribünlerde 7’den 70’e, sarı-kırmızısından sarı-lacivertine kadar milyonların sevgisini kazanan Gökhan Gönül, “Değerli ailesinin gösterdiği hassasiyete saygımdan dolayı, kendilerine taziye ziyaretinde bulunamadım” diyor ancak twitter üzerinden üzüntüsünü dile getirebiliyor. Peki siz Fenerbahçeli Burak’ı Galatasaraylı Yusuf mu öldürdü sanıyorsunuz?

7 kişi 1 kişiye laf atmışmış, o bir kişi Burak’ı bıçaklarken onlar ne yapıyormuş, bu vahim olay tüm Galatasaraylılara mal edilemezmiş, Yusuf’u cezaevinde Fenerbahçeli tribüncüler bekliyormuş, vesaire vesaire…

Durum hiç de göründüğü kadar bir anlık adli vak’a değil. Durum 90’larda artmaya başlayan fanatizmin ulaştığı noktadır.

Bu rekabetin sosyal sınıfı kalmadı. Nefret, ilkokul mezunu olandan 2 üniversite bitirmiş, 3 dil öğrenmiş olana kadar damarlarındaki son damla kana kadar bulaştı. Topu kıçıyla kurtaran Volkan, takımlarının kaptanlığını yapmasına rağmen kavgaya tutuşan milli oyuncular Semih ve Arda, kırmızı kart gören Sabri’ye cinsel organıyla hareket yapan Meireles, yenilmesine rağmen 50 bin kişiyi galeyana getirmek isteyerek orta saha yuvarlağında sevinenler, ‘İşte böyle her sene böyle’ şeklinde koroya katılanlar, TV’lerde birinin arkasından ‘şerefsiz’ nidaları atanlar, milyonların gözü önünde yıllarca birbiriyle dalga geçen kuzenler, derbi gününe 1 hafta öncesinden ağız dalaşına başlayan yöneticiler, 2-0 mağlup olan Boca Juniorslu taraftarların iki River Plate taraftarını öldürmesini ve ‘şimdi durum 2-2’ sözünü sempatiyle karşılayanlar,  sosyal medyada rakiplerinin mutsuzluğuyla mutluluk inşa edenler… Bu cinayete maalesef hepinizin eli değdi.

Evet sizler belki kimseyi öldürmeyeceksiniz, kavga etmeyeceksiniz hayatınızda. Stüdyoda ışıklar kapanınca işkembeciye gideceksiniz, milli takım kampında öpüşüp poz vereceksiniz veya beraber ortak olup para kazanacaksınız. TV'dekiler reyting, sahadakiler 90 dakikanın sıcaklığı, yöneticiler takımımızın değeri diyerek bu işten paçayı kurtarmaya bakacak. Cebinizde hiçbir zaman bıçak taşımayacaksınız belki ama sarı-kırmızı, sarı-lacivert, siyah-beyaz forma, tişört, kaşkol takan insanları görünce suratını ekşitenleri, nefret duyanları, elinde bıçak olsa saldıracakları, belki de en basiti arkadaşlık kurmayacakları sizler yetiştirdiniz.

Sonuçta artık yeşilin başka şeyler ifade ettiği bir baba, anneler gününde dünyanın en kötü haberini alan bir ana kaldı.

Hepinizin annesinin anneler gününü kutlarım.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Aybaba bu kadarını hak etmedi




Kimse mükemmel değil, en mükemmel bildiklerimiz bile. Beşiktaş yönetimi adına ‘FEDA’ konulan sezonda belki 4/4’lük bir teknik adam aramıyordu ama şüphesiz camiasına yakışan birini istiyordu.

Türkiye’de teknik adam olmak zor. İstanbul büyüklerinde oynamışsanız eğer hayalleriniz kısıtlıdır. İstanbul büyüklerinin çalıştığı yerli teknik adamlar hep kendi formaları giymiş isimlerden olur. Kolay kolay diğerleri kabul edilmez. Bazen kendi içinizdeki isimler bile kabul edilmez; Samet Aybaba gibi.

Fikret Orman yönetimi Samet Aybaba’yı teknik adamlık görevine getirdiğinde aslında bir geçiş döneminde olduğunun işaretini vermişti. Yerli teknik adamın sözleşmesinin pek bir anlamı yoktur. 4 yıllık mukavele imzalayan Samet Aybaba da boş sözleşmeye imza atarken bunu dile getirmişti zaten.

Beklentiler azdı, kadro dardı. Borç ağır, transfer zor ve boş atmanın da bedeli ağırdı. Birbirimizi kandırmayalım, pek tabi ki Beşiktaş’ın hedefi her zaman şampiyonluktur ama bu sene değildi. Vaziyet Aybabalıktı, Özdileklikti, Çalımbaylıktı. İkisinin zaten takımı vardı, biri de zaten daha önce çalışmıştı. Aybaba istekliydi, yıllardır bekliyordu. Beşiktaş bu durumda olmasa ömrünün sonuna kadar da beklerdi zaten, kimse getirmezdi. Birileri şans verdi, takımın başına getirdi.

Samet Aybaba iyi veya kötü teknik adam, mesele bu değil. Mesele Samet Aybaba yeterince çalıştı mı, emek verdi mi? Belki antrenman metotları çağdışı, belki taktik bilgisi zayıf, belki ikili ilişkileri kötü, belki medyaya verdiği demeçler de başarısız ama Samet Aybaba adım gibi eminim yeterince çalıştı. Beşiktaş’ı nasıl daha iyi bir takım yapabilirim diye her gün kafa patlattı. Ortaya bu çıktı.

Orduspor maçının ardından yüzünden düşen bin parçanın ve maç sonu açıklamalarının temelinde yatanlar hiç birşey yapmamış gibi eleştirilmesi, yuhalanması, ıslıklanması. Birkaç haftadır sezon sonunda gönderileceğini biliyor. Belki uzun zamandır da tahmin ediyordu ama eminim tek bir şey istiyor, teknik direktör kariyeri boyunca görmediği ikinciliği. Çokça taraftara göre bu bir başarısızlık ama lütfen 3 keseli tartıya Galatasaray’ı, Fenerbahçe’yi ve Beşiktaş’ı koyalım. Kim ne kadar ağır basıyor ortada. Ve kalan 3 haftada gerçekleşmesi muhtemel de bir hedef varken sadece o sonbahardaki kırmızı formanın yakaladığı havayı istiyor.

Herkes verdiği emeğin karşılığını ister. İnsanların kendini övmesi de hoş değildir. Aynı Aybaba’nın “Şöyle bir hata yaptım; herkesin küme düşer, kaleye gidemez, gol atamaz dediği takımı şampiyon adayı yaptım” diyerek kendini betimlemesi de hoş değil ama gerçekçilik payı da az değil. Eleştirilecek yığınla hatası var ama bu kadarı pek de hak ettiğini söylemek zor.