29 Mart 2011 Salı

N'oluyor Zlatan, oran buran oynuyor



Maşallah vurmalı şakaları pek seven bir adam Zlatan. Daha önce de Milan antrenmanında genç takım oyuncusuna tekme attığını görmüştük. Milli takım kampında da Christian Wilhelmsson'a bir tekme geçiriyor. Pek şakalaşır gibi gözükmeseler de Wilhelmsson'un tekmeye verdiği tepki şakalaştıkları yönünde. Tesislerde, yemek aralarında falan da milletin kulağına, ensesine vuruyor mudur acaba?

23 Mart 2011 Çarşamba

Nerede o eski tribünler


Haftasonu Target Striker Blog'dan Kutay'la Kartalspor-Orduspor maçına gittik. Kartalspor'un düşmeme inadı, Orduspor'un Süper Lig hasreti bahane oldu diyelim. Amaç Bank Asya 1. Lig maçına gidilsin, biraz muhabbet edilsin, sonuçta futboldur, eğlenilsin kafasıydı.
Maç öncesinde gelen haberler mor-beyazlı taraftarların yoğun bir ilgi göstereceği şeklindeydi. Biz de tribündeki yerimizi aldığımızda buna şahit olduk. Orduspor tribünleri hınca hınç dolmuştu. Kartalspor seyircisi de rakip tribünü bastıracak kadar ilgi göstermişti diyebiliriz. Dengeli başlayan maç pek zevk vermiyordu. Tribündeki konumumuzun kötülüğü bir yana, futbolcular da patates tarlasında oynuyordu nihayetinde. Orduspor'un golü sonrasında arkamızda bir kıyamet koptu. Ordulular kendilerine ayrılan tribüne sığmamış, diğer tribünlere de konuşlanmıştı. Gol sevinçlerini sakınmadılar. Sonrasında gelen bir Kartalspor atağında da yan tarafımızda sesler yükseldi. Meğersem daha çok babalarımızn anlattığı "biz hep beraber izledik yahu maçaları" tadında bir tribündeymişiz. Gerçekten de orta yaşlı, çekirdek çitleten adamların içindeydik. Yeri geldi Kartal taraftarı kendi topçusunu alkışladı, yeri geldi Ordu taraftarı kendi topçusunu alkışladı. Hatta yeri geldi küfür edildi. O da günümüzün tribün anlayışı. Tüm bunlar olurken hiç gerginlik yaşanmadı. Demek ki bazen o kadar da sorun olmuyormuş. Belki de sorunu çıkaran alınan aşırı güvenlik önlemleri. Öyle ki böyle bir maçta bile ilk önce rakip taraftar stadı terk etti, 10 dakika sonra da Kartal taraftarı...

Bu arada merak edenler için, maç 2-2 bitti. Yine merak eden Galatasaraylılar için Semih Kaya'nın gelecek vaadettiği söyleyemem.

21 Mart 2011 Pazartesi

Totti 200'ler kulübünde


Francesco Totti, Fiorentina maçında attığı 2 golle Serie A'daki 201. golüne ulaştı. Penaltının pek de "penaltı gibi" olmadığı bir pozisyonda topu ağlarla buluşturup 200'ler kulübüne giren 34 yaşındaki golcü, 201. golünde de kendine yakışan şekilde vurmayı başarmış.
Peki Totti'nin 100. golünü hatırlayan var mı? Üşenmedim araştırdım. Karşılığında gol düellosu şeklinde geçen harika bir İnter-Roma çıktı.




Herkesin vurup da atamadığı bir pozisyonda Recoba'nın 90'a yazdığı gole cevabı aynı güzellikte Totti serbest vuruştan vermiş. O zamanlar Totti çok daha başkaydı. Ayrı bi sempatimiz vardı. Ha şimdi de yok değil yine var. Keşke o saçlar gitmeyeydi...

Serie A'da en çok gol atanlar listesine baktığımızda Totti'nin Piola'yı yakalama şansı pek az ama Guiseppe Meazza'yı geçebilir. Liste şöyle:
1. Silvio Piola     274 gol
2. Gunnar Nordahl   225
3. Giuseppe Meazza  216
4. Jose Altafini    216
5. Roberto Baggio   205
6. Francesco Totti  201


19 Mart 2011 Cumartesi

TT Arena'yı Alex açtı


Türk Telekom Arena'nın ilk derbisini herkes merak ediyordu, görmüş olduk. Televizyon başında desibel hadisesi pek hissedilmedi. Normaldir, sonuçta sesi algılayan aletlerin konumu etkili oluyor burada. Su götürmez bir gerçek vardı ki Fenerbahçe için sezonun en zor maçı olacaktı ve öyle oldu. Beklediğimden kötü bir Fenerbahçe izledim. Galatasaray'ın varını yoğunu ortaya koydu. Bu takımın da nefesi bu kadar.
İki takım da dengeli bir biçimde başladı maça. Klasik ilk 5 dakika takımlar birbirini tartıyor meselesi... Belki de tartmıyorlardı, bilemeyiz. Gerçek şu ki çok iyi mücadele vardı. Belki bir gıdım arzusu yüksek olan Galatasaray, dakikalar 14'ü gösterdiğinde golü buldu. Kazım Kazım, kankası Andre Santos'tan topu söküp alırken pozisyonu resmen kendi yarattı. Baros'un Volkan'dan dönün şutunu ağlara yollamak ona nasip oldu. Sonrasında pozisyonları bulan da kaçıran da Galatasaray'dı. Fenerbahçe pas yapamıyor, defansta direnç gösteremiyordu. Her dakika, her saniye Emre'yi aradı çubuklular. İlk yarının son çeyreği başladığında ise Fenerbahçe'de yalandan bir toparlanma oldu. Gökhan'ın çizgiye inip kestiği, Özer'in şutlayıp Zapata'nın çıkardığı pozisyon dışında tehlikeli olamadı.
Selçuk-Cristian ikilisi ile maçın gitmeyeceğini anlayan Aykut Kocaman, Semih ile Selçuk değişikliği yaparak 4-3-3'e döndü. Alex-Niang-Semih üçlüsünün arkasına Cristian-Topuz-Özer dizildi. Aykut Kocaman'ın Özer'e güvenerek yaptığı bu değişiklik tutmadı. Fenerbahçe hâlâ orta saha'da istediği pasları yapamıyor, kritik noktalarda sihirli ayakları buluşturamıyordu. Özer bu takımın her zaman en çok koşan oyuncusu. Maç sonundaki koşu mesafelerine bakmadım ama herhalde yine birinci sırada o vardır. Lâkin efektif değil. Belki de çok koşmasından mütevellit istediklerini yapamıyor, pasları doğru yere gitmiyor. Top, orta sahada ezile dururken Galatasaray tehlikeli gelmeye devam etti. Son çeyreğe kadar umut gözükmüyordu. Ta ki bir duran top, Alex ve Semih sahne alana kadar. Skor eşitlenince psikoloji ağır bastı. İkinci gol sinyallerini veriyordu ama ya o kalede ya da bu kalede olacaktı. Golün adı Alex'ti. Fenerbahçe belki de maçın başından sonuna kadar kornerler haricinde bu kadar kalabalık ceza sahasına girmedi. Gökhan Gönül ortayı açtığında 5 tane çubuklu ceza sahasında hazırdı. 87 dakika boyunca Alex'e duran top dışında şut çektirmezken Cana, adamını bir kere kaçırdı. Kaçırdığı adam da Alex olunca artık kimsenin yapacak bir şeyi kalmıyor.

Skor aldatıcı
Fenerbahçe kötü maç çıkardı. Emre'siz hiç bir şey yapamıyor bu takım. Bu haftalarda ikinci yarıdaki 4-3-3 düzeni oturtulabilir. Tabi ileri 3'lü asla Alex-Semih-Niang olamaz. Uzak forvet Niang, göbekte Alex ve diğer kanatta Stoch/Dia uygun tertip olarak gözüküyor. Böylece yıllardır konuşulan Alex ile baklavalı sistemin nasıl bir düzende olması gerektiği ortaya çıktı. Aykut Kocaman son 2 derbide düşeş atıyor. Yine olmayacak maçı kazandı. Hakkıdır veya değildir demiyorum. Ortada bir skor varsa ve hakem bu skora etki etmemişse sonuna kadar sarı-laciverttir bu zafer. Maç öncesi yazımda da belirttiğim gibi, Kocaman'ın teoride sıkıntısı yok ama pratikte eksikleri var. Oyuna geç müdahale ediyor. Bugün de aslında eli kolu bağlıydı. Selçuk-Cristian ikilisinden Selçuk'u çıkarması gerekiyordu ve çıkardı ama yerine Stoch/Dia alması lazımdı. Yabancı kontenjanı Semih'i al dedi.
Alex'e değinmeden olmaz. Alex'in gitmesi taraftarıydım, şimdi değilim. Sezon başında Aykut Kocaman ile kavgalı denilen adam, açık ara Fenerbahçe'deki en iyi sezonunu geçiriyor. Önceki sezonlarda bana hep bir "ama" dedirtecek sıkıntılar vardı. Her zaman oynuyordu, oynatıyordu ama bu sezon başka. Sebebi de Aykut Kocaman'ın az evvel bahsettiğim teorideki bilgeliği. Alex'e artık bir heykel yakışır.

Galatasaray 1 - 2 Fenerbahçe


17 Mart 2011 Perşembe

Galatasaray - Fenerbahçe / Derbi öncesi

Derbi öyle bir havada oynanıyor ki taktik, sistem, artılar, eksiler hep yalan konumda. Oyuncu kalitesi, kadro istikrarı, hücum varyasyonları, defansif anlayış, kanat organizasyonları, pas alış-verişeleri... aklınıza gelebilecek her türlü noktada Fenerbahçe'nin üstünlüğü var. Peki bu kazanmanın garantisi mi?
Elbette değil. Klasiktir, derbi oynanmadan kazanılmaz. Evet elimizde Fenerbahçe'nin favori olduğunu gösteren zilyon tane nedenimiz var ama sonuçta derbi debirdir işte. Öncesinden fikir yürütmek zor lakin, maçın Fenerbahçe açısından kolay geçeceğini düşünmek yanılgıdır. Ne Fenerbahçe göründüğü kadar iyi futbol oynuyor, ne de Galatasaray göründüğü kadar kötü futbol oynuyor.
İki takımın da mutlak galibiyete ihtiyacı var. Galatasaray bu maçtan galibiyetle ayrılsa da ne yöneticiler, ne futbolcular, ne de Hagi sezon sonunda kendini kurtaramayacak. Ama insanların haysiyetleri vardır ki bir maçı kazanmak için bu en önemli nedendir. Avrupa Ligi için mücadele eden Galatasaray'ı şu anki Galatasaray'a tercih ederim açıkçası. Çünkü o zaman kaybedecekleri bir şeyleri olurdu ama şimdi kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Aynı 2000 yılındaki Fenerbahçe gibi.
Sarı-kırmızılıların en büyük sıkıntısı defans zaafiyeti. İnanılmaz kolay gol yiyor, maçtan erken kopuyor ve hiç direnç gösteremiyorlar. Hücum varyasyonları ise yakışan kadar iyi olmasa da göründüğü kadar kötü değil. Bence maçı kazanacak pozisyonları buluyorlar ama organizasyonda, koordinasyonda, iletişimde sıkıntı var. Bu maça hırslı ve yoğunlaşmış oyuncuların iyi defans yapmayacağının garantisi var mı? Herhangi bir kontra atakta yetenekli ayakların konuştuğu, Baros'un borusunu öttüreceği bir pozisyon yaşayamazlar mı? bunların hepsi olabilecek şeyler. 
Fenerbahçe için diyeceğim çok şey yok. Aykut Kocaman'a güvendiğimi ve neden güvenmem gerektiğini sezon başından beri onlarca kez yazmışımdır. Hem de mağlubiyetlerden sonra. Aykut Kocaman, teoride sorunsuz ama pratikte eksik maalesef. Olur da maçı kaybederiz -ki bence genel kanının çok üzerinde bir olasılık- fikirlerimiz yine değişmeyecektir. 

13 Mart 2011 Pazar

No Totti, no party / Roma: 2 - 0 :Lazio

Maçın yazısını yazacak kadar izleyemedim maalesef. Ara ara bakabildim sadece. Neyse ki son dakikalarına dikkat kesilecek vaktim oldu. Daha iki gün önce bir arkadaşla çekiştirdik Totti'yi. Derbi adamı olduğunu bir kez daha gösterdi. Artık futbol adına çok fazla şey bulamadığım Roma derbisinin de izlenme sebebi Totti tabi ki. Ne de olsa "No Totti, no party".









12 Mart 2011 Cumartesi

Samsun seriye son verdi

Süper Lig için 10’dan geriye saymaya başladık. Telafinin mümkün olmadığı haftalara yavaş yavaş giriyoruz. İşte bu ortamda 12 maçtır yenilmeyerek gönülleri fetheden ligin yeni takımı Tavşanlı Linyitspor, 19 Mayıs Stadı’nda sadece iki puan gerisinde olmasına rağmen beşinci durumdaki Samsunspor’un konuğu oldu. Altı puan değerindeki karşılaşma bize ve tribündeki taraftara müthiş bir seyir zevki vaat ediyordu ve öyle de oldu.
Henüz 2. dakikada Mehmet Akyüz, Samsunspor defansının arkasına sarktı ama Ahmet Şahin, tribünlere derin bir oh çektirdi. Ardından Samsunspor'un organize atağı gelince belli olmuştu maçın gidişatı. Ayağa pas yapan, organize hücum eden, kademeli olarak beklerini ileriye çıkartan, rakip defansı Nijeryalılar’ı ile zorlayan Hüseyin Kalpar’ın ekibi, açık verecek ki Tavşanlı, Mehmet Akyüz ve Debola ile arkaya sarkarak pozisyon arayacak. Maç boyu kırmızı-beyazlılar bu fırsatı vermedi.
Agbetu ve Zenke ikilisi çok uyumlu. Zenke fiziğini kullanarak açtığı boşluklara Agbetu'nun girmesi ve maç boyu Tavşanlı'nın buna engel olamayışı 3-0'lık skorun oluşmasını sağladı. Atılan üç gol de çok klastı. İlk ikisi zaten birbirinin benzeri, sağdan çizgiye inen Adem'in yerden kestiği topa ilk golde Agbetu, ikinci golde de Ufuk can verdi. 81. dakikada da Zenke'nin sağdan ceza sahasına doğru inerek dar açıdan çektiği şut filelere gitti ama bence pas vermesi gereken bir yerde inadına pozisyonu kaleye vurmak için zorladı. Fiziki mücadelenin üst düzey olduğu ligimizde iş yapabilir ama Emenike seviyesine çıkacağını sanmıyorum.
12 maçtır kaybetmeyen Tavşanlı'da ise bence baskı vardı. Bu baskı sinirleri de oldukça kaşımış. Birçok pozisyonda rakibiyle dalaşan kırmızı-siyahlılarda, zaten 63'te de Emrah Dağ kırmızı kart gördü. Bu güne kadar tecrübesiz ekibini harikulade idare eden Mustafa Akçay, bakalım 3 gollü mağlubiyetten sonra ekibini nasıl toparlayacak.

10 Mart 2011 Perşembe

Yap baskıyı, şampiyonluk gelirse senindir, gelmezse zaten hiç senin olmamıştır


Hatırlar mısınız Aziz Yıldırım, "şampiyonluğun masa başında kazanıldığını öğrendim" minvalinde bir şeyler söylediğinde ne fırtına kopmuştu. Bu aralar ardı ardına patlayan resmî site açıklamalardan anladığımız kadarıyla Aziz Yıldırım pek de haksız sayılmazmış değil mi. Öyle ki şampiyonluk iddiası olmayan güzide kulübümüzün başkanı bile çıkıp şampiyonluk hakkında bir şeyler söylemekten çekinmiyor. Çünkü o, Fenerbahçe şampiyon olmasın da kim olursa olsun mantığında.
Aziz Yıldırım'ı savunacak halimiz yok. O sadece futbolun böyle oynandığını ve kendisinin de böyle yaptığını, yapacağını açıkça belirtti. Tek fark daha öncekiler bu kadar açık konuşmadı. Türkiye'de futbol maalesef bu düzeye gelmiş durumda. Hakemleri baskı altına al, federasyonu baskı altına al, hatta taraftarı baskı altına al. Yeter ki ters tepmesin. Teperse şampiyonluk gidiyor, tepmez ise şampiyon oluyorsun. Sen baskı yapmazsan rakibin yapıyor. Böyle bir döngü var işte.
Bunun önlenmesi mümkün mü? Çok zor. Kulüp başkanları federasyon başkanının üzerinde bir konumda. Kabilede reisi takan yok. 

6 Mart 2011 Pazar

Rize adım adım geliyor



Bank Asya 1. Lig'de bu sezon müthiş bir mücadelenin yaşandığını bilmeyeniniz yoktur herhalde. Yakın zamanda Süper Lig'de izlediğimiz Çaykur Rizespor, malumunuz başbakanın memleketinin takımı olması dolayısıyla sahip olduğu modern stadyumu sayesinde ve taraftarıyla Süper Lig'e göz kırpan en önemli takımlardan biri. Evlerinde oynadıkları 13 maçta 9 galibiyet, 2 mağlubiyet ve 2 beraberlik ile en çok puan toplayan ekip aynı zamanda. Bugün de ligin iyilerinden sayılan Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'u ağırladılar. 
Rize’nin o alışık olunan kapalı ve her an yağmur yağacakmış görüntüsü veren havasında inançlı kalabalık, tribünleri hınca hınç doldurmasa da hatırı sayılır bir kısmında yerlerini almıştı. Süper Lig için çaptan düşmüş yıldızlarıyla (Koray Avcı, Mehmet Yozgatlı, Gökhan Kaba, Ramazan Kurşunlu, vs) çay kentinin futbolcuları hızlı başladı maça. Çok net pozisyonlar bulamasalar da topa hükmedip, oyunu yönlendiriyorlardı. Hafta içi kupada Beşiktaş antrenmanı yapan pilot Gaziantep takımı ise rakibin boş bıraktığı alanları değerlendirme, buralardan kaleye gitme yolunu seçmişti. Maçta tempo dakikalar ilerledikçe düşerken böyle bir ortamda kilidi açacak olan elbette sihirli ayaklar olacaktı. 31. dakikada nedense FM efsanesi olarak anılan Adu, ceza sahası dışında buluştuğu topa tek hareketle önüne alarak hem rakibini ekarete etti hem de yüzünü kaleye döndü. Sonrasında ise daha büyük ustalık isteyen plase vuruş ile Kazım’ın filelerini sarstı. (Adu için FM efsanesi demek yanlış bir tabir. FM efsanesi Tsigalko'dur, Temur'dur. Bu adam 14 yaşında iken kanlı canlı Pele'nin varisi ilân edildi). İlk yarıda maçın temposu birçok kez sekteye uğrasa da üst düzey mücadele izledik.
İkinci yarıda tempo yavaş yavaş artarken, sahadaki mücadeleden Ümit Kayıhan da nasibini alıyordu. Taç çizgisi civarındaki boğuşma dışarıya taşıyor, tecrübeli hoca kendi futbolcusunun müdahalesiyle yere kapaklanıyordu. Dakikaların böyle geçmeyeceğini anlayan Erol Azgın yaptığı oyuncu değişiklikleriyle risk aldı. Bu durum Rize'nin işine gelirken, 63’te Theo Weeks’in harika pasıyla kaleci ile karşı karşıya kalan Gökhan Kaba, fileleri görmek yerine reklam panolarını hedefledi. Gaziantep ise risk aldı almasına da neyin riskini aldı bilinmez. Pozisyon bulamadıkları gibi birçok kez de kalelerinde tehlike yaşadılar.
Koray Avcı önceki maçlarda defansif orta saha oynuyordu. Devre arasında yapılan Theo Weeks transferi takıma monte edilince Koray da stopere geçti. Böylece daha estetik bir takım görünümüne kavuşmuşlar. Genel olarak Çaykur Rizespor, Süper Lig'e çıkması için kurulmuş bir kadroya sahip. Bir üst ligde kendini gösterecek çok oyuncusu yok. Bir dönem büyük topçu olur denilen Mithat, zaman zaman iyi işler yapmasına rağmen garanti veremiyor maalesef. Yaşı da 25 oldu artık. Önceki senelere göre daha derli toplu olduğunu da belirtelim. Biraz gayretle Süper Lig futbolcusu olabilir.
İki takımın müthiş mücadelesinde az gol izledik ama futbolcuların istekli oyunu, seyirlik bir maç sundu bizlere. Rize, yakaladığı hava ve dış faktörlerin de devreye girmesiyle bence Süper Lig’e en yakın takım konumunda. 

Maçın sonucu; Çaykur Rizespor: 1 - Gaziantep B.B: 0

4 Mart 2011 Cuma

Adidas Finale


28 mayıs'ta Wembley'de oynanacak Şampiyonlar Ligi finalinde tepilecek top İngiltere'de tanıtılmış. Tanıtıma da sanırım Londra'da apar topar getirip foto çekebilecekleri Nasri ile Kalou'yu davet etmişler. Arsenal-Chelsea finalini mi imâ ettiler bilmem ama bence bir İngiliz izleriz finalde. Benim favorim Barcelona-Manchester United finali.
Bundan önceki 10 topun şekli şemali ve ev sahipli yapan memleketler ise şöyleydi;



1-Milano, 2-Glasgow, 3-Manchester, 4-Gelsenkirchen, 5-İstanbul, 6-Paris, 7-Atina, 8-Moskova, 9-Roma, 10-Madrid

3 Mart 2011 Perşembe

Bastır Karşıyaka


Bank Asya 1. Lig'de müthiş bir rekabet var. Puan tablosunu yazmakla anlatamayız, buradan açıp baksanız daha iyi. Eh serde Karagümrüklülük olunca ister istemez Karşıyaka sempatimiz ağır basıyor bizim de. İstediği gibi bir dönem geçiremeyen Karşıyaka, geçen hafta bu sezonki bilmem kaçıncı hocası olarak yine Reha Kapsal ile anlaştı. 3-4 hoca değiştirmeyi tasvip etmiyorum ama yeni hoca yeni heyecan, yeni umut demek. Reha Hoca da bazı Karşıyakalılar'ın her ne kadar sıkıldığı bir hoca olsa da ben severim. Bu hafta Kartal'ı, Okan Öztürk'ün son dakikada attığı zor gol ile geçtiler. Fotoğraf süper. Okan'ı da daima beğenmişimdir. Tam bir jeneriklik gol adamı. Okan'da uzun zamandır "sıkıntı" vardı. Tam 310 gün sonra fileleri sarstı. Devamı gelsin inşallah. Karşıyakalı bir Süper Lig izleyelim.